GERİ

Şiddete karşıyız ama…

Çalıştığım hastanenin bahçesinde (ki devasa bir alandır) köpek bolluğu vardı. Çoğunlukla da sürüler halinde dolaşıyorlardı. Bu köpekleri besleyenler de oluyordu, korkup şikayet edenler de. Şikâyetçileri destekçilerini aştığında devreye belediye giriyordu. Sonrası malum. Bu konuya ayrı bir yazıda değindiğim için şimdi geçeceğim.

Bir gün, bahçe duvarının dış kenarında yürürken, bir grup çocuğa rastladım. Ellerindeki upuzun sopaları duvarın üzerindeki demir parmaklıklarının arasından sokup, bahçenin içindeki köpekleri dürtüklüyor ve azdırıyorlardı. Duvarı ve parmaklıkları aşamayan köpekler delirmişti. Havlıyor, saldırıyor ama kendilerine saldıranlara erişemiyor, erişemedikleri için ve sağdan soldan sürekli olarak dürtüklendikleri için giderek daha da azıyorlardı. Atlıyor, sıçrıyor, tırmanıyor ama aradaki engelleri aşamıyor saldırganlara ulaşamıyorlardı. Ancak bahçe kocaman olduğu halde geri çekilip kaçmıyorlardı da. Köpeklere saldıran çocuklar da neredeyse köpekler kadar ses çıkarıyordu. Onlar da atlıyor, zıplıyor, sanki duvardan aşıp köpeklerin üzerine konacakmış gibi anlamsız hareketler yapıyorlardı. Tam bir savaş durumu vardı. (Ne savaşı, bu adaletsiz bir saldırı demeden önce hangi savaşın adaletli olduğunu düşünün isterim).

Bu savaş sahnesini yaratanların yanlarına ulaştığımda, yapmayın çocuklar falan dememin hiç yararı olmadı. Sizce ne yapsaydım?

Zaten çok kızdığım için ben de onlara avaz avaz bağırsam, ya da elime bir sopa alsam, ya da yerden taş kapsam, öyle ya da böyle çocukları döverek söverek (şiddet yoluyla) kovalasam, durumun adı ne olurdu? Haklı şiddet mi?

Yoksa haklı şiddet sadece saldırıya uğrayan o köpeklerin azmış olmalarının adı mıydı?

Şiddet uygulayanlara karşı daha da şiddetli bir şiddet uygulanması gerektiği düşünülüyor. Bu yaygın hem de çok yaygın olan kanı için verebileceğim örneklerin sonu yok. Örneğin bugünlerde daha da yaygınlaşan cinsel şiddete verilen tepkileri beraber düşünelim.

Kendi öz kızına tecavüz eden babalar, zeka özürlü kız kardeşi kandırarak kendine metres tutmuş ağabeyler, yeğeni korkutarak kendine malzeme yapmış dayılar/amcalar, yatılı okuldaki minik öğrencileri aşama aşama alıştırıp sistematik olarak tecavüz eden sonra da ben bekar adamım benim de yaşamaya hakkım yok mu diye sapkın cinselliğini “babalar gibi” savunan öğretmenler, dini kurumlar güvenlidir sanısıyla hesapsızca kendilerine teslim edilmiş bebelere tünemiş din büyükleri, yaşı gereği cinselliği azmış olan yeni yetmeyi kendine müptela etmeyi becermiş ama kendisi de istiyor/onun da hoşuna gidiyor diyerek savunan insansılar, süt kuzusu yavruları kullanıp sonra da öldürüveren katiller ve bütün bunları cezasız bırakan sözüm ona yargı üyeleri,

Yukardaki türden durumların haberlerine verilen tepkilerin neredeyse tümü “ben de ona ….”, “bir elime geçse, bak ben ona…” kapsamında sürüyor. Bu sözel tepkilerin içeriği, o haberlerdeki eylemlerin içeriğinden farklı değil ama bu şiddet haklı şiddettir. Öyle mi?

Üstelik bu türden tepkiler, laftan ibaret kalmıyor. “Tacizci daha da beter taciz edilmeli”. “Tecavüz edene bin beter tecavüz etmeli” “Güçsüzleri (hayvanları, bebeleri, çocukları, kadınları, özürlüleri hangisini isterseniz) öldüren mutlaka asılmalı”. Bu istekler tarih sayfalarından fışkırmıyor, gündelik yaşamımızın taa içinden. En hanım hanımcık dostlarımız bile “kellesini isterük” haykırışlarında. Linç bile, katliam bile olağanlaştı. Haklı gerekçesi vardı diyerek, (saldırganı) öldürenler alkışlarla manşet oluyor. Cana kıyanların (onların ki can sayılmadığı için) ellerine sağlık diyerek alnından öpüldüğü günlere ulaştık, gözümüz aydın…

Şiddeti ne denli içselleştirdiğimizi, zaten amacın da bu olduğunu anlamanın tam zamanı değil mi?

Şiddet, her türüyle ve her biçimiyle, çaresizliğin dışa vurumudur.”

Yukardaki cümleyi kullandıkça az buz tepki çekmedim. Bunu duyar duymaz yükselen şiddetli tepkilere bile aşinayım. Ben bu cümleyi kurduğumda, karşıma dağ gibi yığılan tepkilerin, çaresizlik lafının yandaşı olan acıma duygusunun çağrışımıyla oluştuğunu düşünüyorum.

Bu türden cümleler kurduğumda kullandığım “aciz” sıfatı yüzünden ben, şiddet uygulayanlara acıyalım, onlara hak verelim, dolayısıyla yaptıklarını onaylayalım, demiş mi oluyorum? Nasıl öyle bir şey diyebilirim ki. Ben, bu durumu bilelim, diyorum. Şiddet çaresizliktir, bunu mutlaka bilelim. Şiddet, güçlülük gibi görünen çaresizliktir. “Şiddet aczin dışa vurumudur”

Haklı ya da haksız şiddet, saldırganın ya da kurbanın uyguladığı şiddet, aczin dışa vurumudur.

Sizi temin ederim ki köpekleri dürtekleyen o çocuklar, köpekten korkan çocuklardır. Hem de ölümüne. Şimdi ellerine fırsat geçmişken, köpeklere saldırıyor olmaları, o ölümüne korkuları yüzündendir (açıklamasını buraya sığdıramayacağım ama ölümüne lafına dikkatinizi çekerim)

Özürlüye, güçsüze, çocuğa, kandırabildiğine, korkutabildiğine tecavüz edenler var ya, onlar da normal seks yapamayan acizlerdir. Hemen hepsi iktidarsızdır, sizi garanti ederim.

İşkenceciler var ya, kazara mahkemeye çıkarıldıklarında, görev verildi de yaptık, bizim hiç bir kabahatimiz yok diye kıvırtanlar var ya hani, işte onlar da işkence ettiklerinin gücünden korkanlardır. O gebertmeye çalıştıkları düşmanlarının gücünden (aydınların sahip olduğu bilgiden) ölesiye korktuklarını, kendilerine bile itiraf edememiş korkaklardır. Üstelik öylesine korkaktırlar ki arkalarından yaklaşıp şakadan hoh deseniz çekip sizi vurabilirler.

Şiddet güçsüzlüğün işaretidir, bu işaret okunabilsin isterim.

Bilsek okusak ne olur derseniz, köpekli örneğime devam edeyim. O köpekleri dürtekleyip azdıran çocukların yanına eriştiğimde, (ki bizim o yol oldukça uzundur, o yüzden yanlarına erişene kadar öfkem yükseldikçe yükselmişti,) kendime engel olmasaydım, hepsine gerçekten girişecektim. (haklı şiddet?) Dur, yapma demelerimi dinlemediklerinde, sanki yorgunluğumu gidermek içinmiş gibi yaparak, oracıkta nefes egzersizi yaptım, böylece kendimi sakinleştirdim. Sakinleştiğime emin olunca (bu ayrıntıya lütfen dikkat), çocuklar bunu niye yapıyorsunuz, diye sordum. Hesap sorar gibi değil, soru sorar gibi sordum. Aval aval suratıma baktılar. Eğleniyoruz, dedi biri. Madem eğlenceli ben de sizinle eğlenmek istiyorum öyleyse, dedim. Defol git başımızdan, gibisinden suratıma baktı, deminki soruma cevap bile vermeyen. Bir başkası garip mimikler yaptı; bizle kafa mı buluyorsun anlamında. Varlığım yüzünden, grubun taşkın coşkun davranışları biraz da olsa sakinlemişti. Tepki versin vermesin hepsi bu kadın da kim, niye başımıza mu

sallat oldu gibisinden düşünmüş olmalı. O düşünme denilen şey var ya, duyguları durduran fren tam da orası işte…

Bu azgın köpekler ya şimdi oradan çıkıverirse diye korkmuyor musunuz, dedim. Korkmuyoruz, diye böbürlendi biri. Çıkamazlar ki, diye lafa atladı diğeri. Nasıl çıkacaklarmış, parmaklıklar var diye diye ekledi öteki. Demek ki savaşı başlatanlar karşı tarafın güçsüzlüğünden emindi.

Doğru çıkamazlar. Siz de buldunuz güçsüzü yükleniyorsunuz ha, adil mi bu şimdi, dedim. Artık köpek sopalayan falan kalmamıştı. Bütün ilgi bu başlarının belası kadındaydı şimdi. (Savaş molası verilmişti.) Fırsatı kaçırmadım. İnsanların çoğu köpekten korkar. Bu doğal bir şeydir. Sadece eğitimli insanlar korkmaz, üstelik de köpekleri severler, bunu biliyor musunuz? Siz hangi okula gidiyorsunuz, dedim. Sorumu duymazdan geldiler. Sizi daha önce görmedim, hangi apartmanda oturuyorsunuz, diye devam ettim. Çil yavrusu gibi dağıldılar. Bu yaptıklarının, öğrenmesini hiç de istemedikleri birilerine (aile/okul) ulaşabileceğini o anda fark ettiler. Akıllarına yaptıklarının bir bedeli olabileceği geldi. Hemen gittiler. Onlar gidince köpekler de bir iki havlayıp gittiler. Sonunda savaş bitti.

Saldırıya uğrayan köpekler, saldırganlar gitmeden önce de gidebileceklerini yani saldırıdan uzaklaşarak kurtulabileceklerini bilmiyorlardı. Savaşan tarafların kaçabilecek olanları neden kaçmazlar, siz biliyor musunuz? Savaştan kaçanlara onca tepki duyulmasının nedenini hiç düşündük mü?

Biliyorum, o çocuklar yaptıklarının bedelini ödemediler, yanlarına kar kaldı duygusu birçoğunuzun içinde kalakaldı. Onları sözle ya da sopayla dövseydim, çok destekçim olurdu, biliyorum. Öyle yapılmayınca durmayacaklarını yani tekrar aynı şeyi yapacaklarını düşünenlerin çoğunlukta olduğunu biliyorum. Oysa asıl öyle yapınca daha da çok yapacaklarını iyi biliyorum.

Şiddetin şiddet doğurduğunu biliyorum.

Şiddetin şiddetle durdurulmadığını ( durdurmuş görünse bile bunun zaman kazanmak amaçlı bir moladan ibaret olduğunu, yeni celsenin eskisinden daha kanlı olduğunu) çok duydum, çok gördüm, çok okudum, biliyorum

Şiddet uygulayanları durdurmak için yapılması gereken, onların yöntemini kullanmak değildir.

-Şiddet, ancak şiddet dışı yollarla çözülür.

-Şiddet, duygu kökenli bir davranıştır.

-Şiddet karşıtı eylemler, akıl kökenli olmak zorundadır.

Son üç cümlem (bireysel şiddet olarak düzeltilerek) yeniden okunsun istiyorum.

Akıl, ancak kendisine danışılırsa göreve gelir. Görevinin başına davetiye ile o da zorla geçen akıl, her zaman duyguyu yenemez. Ama yenmelidir. Aklın başarıya ulaşabilmesi için bilgiye ve deneyime ihtiyacı vardır. Aklı olan, duygularını dizginlemeyi, aklına bilgi ve deneyim eklemeyi öğrenir.

Sözel şiddet en başta, cinsel şiddet en tepede olmak üzere, şiddetle mücadelede “teşhir” önemli bir mücadele yoludur. Elbette tek yol değildir. Ancak çok etkili yollardan biridir. Saklamak, gizlemek, duymazdan görmezden gelmek suça iştirak etmektir. Engellenmesini engellemektir. Şiddete tanık olan mutlaka tavır almalı ve durumu hemen yaymalı, herkese duyurmalıdır. Şiddet uygulayanların tek korkuları yaptıklarının öğrenilmesidir. İşkenceciler niye kurbanlarının gözlerini bağlarlar ki. Söylersen seni öldürürüm diye çocukları korkutmalarının (ve de öldürmelerinin) başka ne anlamı olabilir ki. Saldırganlar bilinmesin istiyorlarsa, bildirmek görevdir.

Beynimize yerleşsin istediğim için yineliyorum. Şiddet, teşhir edilmelidir. Teşhir, şiddetle baş etmenin önemli bir yoludur. Elbette biricik yolu değildir. Şiddetle sahiden baş etmek isteyenler şiddetin her türünü tanımalı ve uzak durmalıdır.

Ayrıca şiddet köpürtülmesi değil söndürülmesi gereken bir şeydir. Yapılanı misliyle iade etmek, öç duygusudur, çözüm yolu değil. Altını çizeyim: Öç almak bir duygu işidir, akıl değil. Şiddete karşı şiddet uygulamayı güç ve marifet saymak, şiddeti söndürmek yerine köpürtmektir. Köpüren şiddet, karşı taraftan daha çok bu tarafa zarar verir.

Şiddeti köpürtmek değil yok etmek hedeflenmelidir.

(Bireysel şiddet ile toplumsal şiddetin önemli farkları vardır. Onu bir başka sefer konuşalım)

Sonuçta duygularımızın esiri değil, efendisi olmalıyız.

Duygularımız, köpekleri dürtükleyen o çocuklar gibi, bizi dürtüklerler.

Azmak kolaydır; anında oluşur. Sakinleşmek doğrudur; bilinç gerektirir.

Azdıran duygulardır, sakinleştirense akıl.

Bilen/ isteyen/ deneyen/ öğrenen, sonunda aklını kullanmayı becerir.

Duygularına yenik düşenler, tahrik edilince gücünü ispatlamak isteyenler, sandıkları gibi güçlü değillerdir, aciz ve eğitimsizlerdir. (Okul bitirmek neye yarar?)

Şiddet, dünyanın en büyük sorunudur.

Şiddet, ülkemizin hızla büyüyen ve durdurulamazsa herkesi yiyip bitirecek olan canavarıdır.

Şiddet, ancak akıllı ve eğitimli insanların çözebileceği bir sorundur.

Duygular güçlü gösterebilir ama güç akıldadır. Eğitimli insan bu gerçeği bilendir, okula giden değil.

Güçlü olmak mı, güçlü görünmek mi?

Seçim sizin, sonuçlar hepimizindir.

7 Temmuz 2018

GERİ