GERİ

Paragözün teki miymişim?

Çok eğlenceli bir film izlemiştim. “Meet the Parents”. Hele oyuncu kadrosu muhteşemdi, izlemeyenlere öneririm. Evlenen çiftlerin ailelerinin kültürel farklılıklarının çarpışması konu ediliyordu. Kızın babası zengin bir ajan, damatsa hastanede çalışan bir hemşire. Kızını kimselere yakıştırmayan baba, damadı silmek için elinden geleni yapıyor. Kendini kayınpederine sevdirmek için şirinlik yapacağım diye uğraşan damatsa pot üstüne pot kırıyor. Örneğin aile yemeği sırasında şöminenin üstündeki vazoyla dalga geçiyor ki, adamın taptığı annesinin külleri o vazoda değil miymiş. Kahkahaların hiç kesilmediği filmde, o anda sofraya çöken ölüm suskunluğunu tahmin edebilirsiniz. Eee, ölümün adının anılması bile böyle suskunluk yaratıyor insanda.

Ne demişti Nazım usta, bir köy meydanındaki çınarın altına gömün beni, mezar taşı falan da istemem. Öyle işte, kimi mezar taşı bile istemez, kimiyse en manzaralı araziyi satın alıp üzerine has mermerden köşk misali bir de oda inşa ettirir ki ölüsü orada keyif çatabilsin. Çınarın gölgesi ya da mermerin görkemi fark eder mi? Gömülmüşsün ya da yakılıp havaya savrulmuşsun fark eder mi? Kayığa yüklenip mumlar eşliğinde nehre salınmışsın ya da kayalar oyulup en yükseklerdeki taş kovuklara gizlenmişsin, fark ediyor mu? Tarihi boyunca, ölü bedenler için bin bir yöntem bulup uygulamış insanlar. Hala devam ediyor bu çeşitlilik ama bazılarını duyunca çok şaşırıyoruz. Örneğin, ölen sevdiğini ormana götürüp bırakarak kurda kuşa yem edenleri duyunca tüylerimiz ürperiyor, irkiliyor, tepki duyuyoruz. Kazıp içine bıraktığımız toprağın dibinde sevdiklerimizi börtü böceğe yem ettiğimizi ise düşünmek bile istemiyoruz. Biz öyle yapıyorsak en doğrusu bizim yaptığımızdır değil mi?

Nerden çıktı şimdi, hiç düşünmek istemediğimiz “o” şey üzerine düşünmek derseniz, hepsi arkadaşım Nuray yüzünden (suçlu o, ben değilim) Efendim mevzu şu; 1974 Kıbrıs savaşı sırasında kaybolan birinin bedeni yeni bulunmuş. Olmadık yerde biten bu incir ağacı sayesinde bulunmuş. Çünkü ağaç ölünün midesindeki incir çekirdeklerinden yeşerip büyümüş. İngiliz gazetesinde çıkan bu inanılmaz hikayeyi Nuray paylaşmış. Onun haberini okuyan kız kardeşim, madem midedeki çekirdekten bile çıkıyor, mezarlıklar meyva bahçesi olsa ya, demiş. Nuray da Sevim’e senin midenden incir ağacı değil incir ormanı türer, deyivermiş. (Sevim, o kadar çok incir yeme yavv, biz burada pek bulamıyor kıskanıyoruz) Sonuçta ölümden sonra neye dönüşeceğimiz, Nuray yüzünden bugün bana gündem oluverdi.

Ölümden sonrası insanlığın cevabına bulamadığı muamma. Kimi dönüşüm diyor, kimi geri dönüş. Kimilerinin ölünün ardından “Devri daim olsun” demeyi ihmal etmeyişi o yüzden. Kimileri dönüşmeyeceğini, geri de dönmeyeceğini düşünüyor ama karanlıkta kala kalacağından öylesine emin ki “nurlarda yatsın” ya da “yolu ışıklı olsun” demeyenlere gönül koyuyorlar. Kimileri yeniden dünyaya gelineceğinden emin. Onların bazıları, yeniden insan olarak dönüleceğini bunun birkaç tur olacağını yani “tam” olana kadar bu turların süreceğini umuyor. Bazıları da başka bir canlı şeklinde, belki bir kelebek ya da minik bir böcek olarak geri gelindiğinden öylesine emin ki, atalarını ezmemek/öldürmemek için arabaya binmiyor, hatta çıplak ayak yürüyorlar. Eee, gariban yoksulun ölümlü hayali de baldırı çıplak oluyor haliyle. İmkanı bol zenginse, basıyor parayı, dondurtuyor bedenini, binlerce yıl sonra çözülüp yeni dünyada yeniden yaşamayı hayal ediyor.

Sonuçta, korkumuzun büyüklüğü yüzünden açıkça konuşmaktan kaçınsak da, ölümden sonra ne olacağımız, en ilgilenmez görünenimizi bile ilgilendiririyor. Yoksa Nazım bile çınar gölgesinin peşine niye düşsün ki.

Benim neyim eksik, ben de bu konuyu düşünmüştüm. Tıp öğrencilerine ders malzemesi olmaya karar verişim çoktan. Toprak yığını altında kokuşmaktansa giderayak bir işe yarayayım bari diye düşündüm. Organlarımı zaten bağışlamıştım, kalanı da kadavra olarak kullanılsın, demiştim. Ancak Amerika’ya göçünce fikrim değişti. Amerikalı öğrenciler pek umurumda değil. Ne de olsa burası başka bir dünya. Burada öyle teknolojiler var ki, öğrenciler gerçeğinden bile daha gerçek modeller üzerinde ders yapıyorlar. Öğrenmek için benim bedenimi kesip biçmeye hiç ihtiyaçları yok. O ihtiyaç Türkiye’de de kalmadı zaten. Tıbbın yerine ot mok satıcıları çoktan yerleştiği, okumuşlara bile “ben ilaç içmem, doğal yollar kullanıyorum” fikri yerleştirildiği için, artık doktorların anatomi öğrenmelerine falan da gerek kalmadı. Zaten neydi öyle cıbıl cıbıldak ölüleri kesip biçmeler falan, hem de kızlı erkekli. Bize tıp ya da bilim değil namus gerekiyordu, o aşamaya da eriştik sonunda. Artık Tıp fakültelerine de gerek yok. Boşuna masraf. H

epsi kapatılsın. Var olan doktorları yıldırıp kaçırtarak, olmadı döverek öldürerek bitirdik miydi, sonrasını hacılar hocalar halledecek nasılsa.

Eee, benim ölü bedenim kalacak mı şimdi açıkta? Hahaaay, siz öyle sanın. Amerika ayol burası. Seçnek bol. Örneğin, burada çeşit çeşit klimaktoryum firmaları da var. Seni önce yakıyorlar. Sonra istersen, küllerini veriyorlar. Birisi bu külleri ya oraya buraya saçıyor ya da isterse bir süslü kaba koyup evinin baş köşesinde saklıyor. Şimdilerde yeni bir yöntem daha geliştirmişler. Küllerini sımsıkı sıkıştırarak dönüştürüyorlar. Yani seni saf karbon bileşiğine çeviriyorlar. Yani seni saf bir taş haline getiriyorlar. Kimyayı hatırladınız mı kimyayı? Karbon bileşiklerinin en sert, en bozulmaz, en dönüşmez veee en güzel halini hatırladınız mı? Evet işte o. Senden tek taş elmas yapıyorlar. Şaka yapmıyorum. İnanılır gibi değil ama gerçek. Güzelce bir para karşılığında, ölünü bir parça elmasa çeviriyorlar.

Bu olasılığı öğrenince şaşkınlıktan nerdeyse küçük dilimi yutacaktım. (Bu deyime inanmayın, şaşırınca küçük dil falan yutulmaz. Ama elmas işi gerçek, inanmayan internetten kendine firma seçebilir.) Öğrendiğimin gerçek olduğunu anlayınca, ben de kızım için bir elmas kolye olayım bari dedim önce. Sonra fikir değiştirdim, o kadar da içine girmeye lüzum yok, bari ben bir yüzük olayım, dedim. Ben elmas bir mücevher olayım da ne olduğumun önemi yok. Kızım da ister takar, ister satar, ister çekmecesinin dibinde saklar, aklına gelince bu benim annemdi diye çıkarıp bakar, ona kalmış.

Bu kararı alınca düşündüm. Aslında insan evladı, kendi ölümünü düşünürken bile, neye sahip değilse onun hayalini kuruyor. Dost yoksunluğu çekenler kalabalık cenaze merasimleri hayal ediyor. Yoksulluktan bezenler, zenginliklerle dolu bir öte dünyaya transfer olacağını umuyor. Şehvet açlığındakiler huriler tasarlıyor…

Bana ne oluyor o halde? Hımmm, buldum galiba; dönüşmek istediğimin maddi değerine bakılırsa, paragözün tekiymişim de haberim yokmuş. Değilim ama öyle biri değilim. Öyleyse, dönüşmek istediğimin maddi değerinden çok sonsuz kalıcılığı olmasın aklımı çelen. O zaman da pek narsist oluyorum ayol. Neyse, işte. Daha çok solucan doyurmak için biraz daha kilo almam lazım diyen Mustafa’ya selam ederim. Ben ölünce bile kızımın yanında kalmayı garantiledim, nanik olsun sana, ohh yaaa


21 Eylül 2018

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ