GERİ

Kitabına...

Kitap aşkım sonsuzdur; bitmez tükenmez. Kütüphaneler ise aşk yuvam sayılmaz. Çelişkili görünebilir. Mutluluğu kitap cennetinde bulamayışımın nedeni huyum. Kitapları ve kütüphanelerin sessizliğini ne kadar seviyorsam hareketsizlikten de o kadar nefret ederim. Kitap okumak kadar aktif bir iş bile benim uzun süre hareketsiz oturmamı sağlayamaz. Kitabı boş vakit işi, tatil/plaj uğraşı görenleri anlayamayışım da belki o nedenledir. Ben kitabı tatilde de masa başında da okumam, okuyamam. Koltukta, yatakta, tuvalette, mutfak tezgahında, vapurda, otobüste, kahvede, deniz kıyısında, çayırların üstünde, kayaların tepesinde okurum. Bir orda bir burda, sürekli yer değiştirerek okurum. Eee bazen de kütüphanede okuduğum olur.

O gün üniversitenin kütüphanesinde okuyordum. İlk kez ordaydım. Sıkıldım kantine indim. Tam karşımda oturan da arkamdan indi. Biyokimya kitabını okuduğunu gördüm, kaçıncı turdasın diye sordu. Öğrencilik işte, maksat muhabbet olsun. Onu anladım da tur meselesini hiç anlamadım. O altıncı turdaymış. Biokimya sınavı için aynı kitabı altıncı kez okuyormuş. Şok oldum. Ne diyeceğimi bilemedim. Aynı kitap, altıncı turda…

Aynı sınıfta okuduğumuzu öğrenince o arkadaş ilgi alanıma girdi. Konuşmayı çok seviyordu ama 300 kişilik koca sınıfta hemen hiç arkadaşı yoktu. Arada rastlaşıp konuştuğumuz her seferinde beni tekrar tekrar şaşırtıyordu. Uzaylıymış gibi dinliyordum söylediklerini. Ne yaşam hakkında doğru dürüst bir fikri vardı ne de kendisi hakkında iç görüsü. Bambaşka bir şeydi. O zamanki bilgim ne olduğunu anlamama yetmiyordu ama anormal olduğu yani zekasının bir başka türlü olduğu apaçıktı. Okul dışındaki ömrünü kütüphanede geçiriyordu. Her ders kitabını en az on kere okuyordu. Okuldan beraber mezun olduk; normal sayılan herkesle aynı sürede mezun oldu.

Kendisini tanıdığımda ne kadar şaşırmışsam doktor olabildiğini öğrendiğimde de o kadar şaşırdım. Bu adam nasıl hasta bakar, nasıl hastalık kararı verir, nasıl birini tedavi eder diye düşünmekten kendimi alamadım. Mezuniyetten sonra hiç haberini almadım. Nasıl bir doktor olmuştu bilmiyorum. Zaten mecburi hizmet diye hepimizi yurdun dört bir yanına saçmışlardı, en yakın arkadaşlar bile birbirinden haber alamıyordu. Birkaç yıl sonra ise öldüğünü duydum. Şişmandı. O yaşta ölümüne neden olan neydi, kiloları ile ilgili miydi öğrenemedim. Üzüldüm. Hepsi o kadar. Hakkında başka hiç bir şey bilmiyorum.

Bense beyin doktoru olup beynin belli başlı hastalıklarını öğrendim. Beynin çalışma biçimi eğitimimim temel ögesi değildi. Hastalıklarla ilgisi kapsamında yarım yamalak öğrenilen bir konuydu. Beyinin nasıl çalıştığını daha iyi öğrenmem gerektiğini düşündüm. Zamanla okumalarımı bu alana yoğunlaştırdım. Ne çok okuduğumu söylesem övünüyorum sanılabilir ama çok okudum. Beyin üstüne okuduklarım sonucunda çok önemli ama o kadar da basit bir şeyi öğrendim: Beyin “tekrar” ilkesi üzerinden çalışan bir makinadır.

İnsan ne öğrenirse öğrensin, tekrar sayesindedir. En salak insanın beyni bile yineleneni öğrenir. En zeki denilen insan beyni de ancak tekrar edileni öğrenir. Öğrenmek, tekrar etmektir.

Gerekli tekrar sayısı belki zekayla alakalıdır ama ben bundan da emin değilim. Zaten bunun hiç önemi yok. Yeterince çok ve yeterince sık tekrarladığın her şey beynine yerleşir, yuvalanır, beynin öz malı olur. O şeyin ne olduğu, bilgi mi deneyim mi, doğru mu yanlış mı, gerçek mi hayal mi, sevgi mi nefret mi olduğunun önemi yoktur.

Beynin kilidi de anahtarı da tekrardır. O uzaylı arkadaşım, beyin doktoru olmadı ama bunu en başından biliyordu. Aykırı beynine rağmen, Biyokimya sınavını da geçti, tıp fakültesini de bitirdi. Hepsi yaptığı tekrar sayesinde.

Beynin kilidi de anahtarı da tekrardır. Bu sadece ders için, kitap için geçerli değildir. Her şey için geçerlidir. Söz için de hareket için de geçerlidir. Beş vakit namaz, her pazar ayin, her gün yoga, her akşam içki, her gece seks, her sabah yürüyüş, her öğlen spor salonu, her hafta sonu piknik, her ay seyahat, her an müzik, her fırsatta dedikodu, her molada kahve, her kahvaltıda çay, say sayabildiğin kadar. Neyi tekrarlıyorsan o, neyi tekrarlamak istediğin de o. Neyi bildiğin, neyi öğrendiğin de o, neyi bilmek neyi öğrenmek istediğin de o. Neye bayıldığın nelerden nefret ettiğin de o. Beynine senin bizzat yerleştirdiğinde de o, sana rağmen ve senden gizli olarak beynine yerleştirdikleri de o.

Gizli açık bütün reklamlar, sevdiğimiz nefret ettiğin bütün politikacı söylevleri, bütün dinler, bütün inançlar, bütün bilgiler, bütün fikirler, bütün kanılar, bütün sanılar, bütün nefretler bütün sevgiler, hepsi öyle oluşuyor ya da oluşturuluyor; tekrarlayarak. En çok tekrarlanan, en çok beyne yerleşiyor.

Beynin kilidi de anahtarı da tekrardır.

Neyi tekrarlıyorsan, sen osun.

Ne olmak istiyorsan, onu tekrarlamalısın.

Beynin biricik sırrı budur, hayatın da: Tekrar.

O nedenle öneri de bundan ibaret: Yanlışı tekrarlamayı kes, istediğini edinmek için istediğini tekrarla…

Aman beni yanlış anlama. Tekrar tekrar iste, dua et de Evren/Tanrı/Enerji (?) senin için harekete geçsin diye bekle, sabırla isteğini yinele, ama sen bir şey yapmadan bekle, demek falan istemiyorum. Yeterince kez dilemek bile beyni o yöne döndürerek beklentinin eldesinde işe yarayabilir ama pasifizmin savunuculuğunu yapacak değilim. Ben aktifin taraftarıyım.

Son olarak, beynin temel sırrını tekrardan tekrarlıyorum: Neyi tekrar edersen, onu elde edersin, diyorum. Mistik falan değil, basbayağı maddi bir şeyden söz ediyorum. Sen, bir tekrardan ibaretsin diyorum. Sen kendi bileşimini, bilerek/isteyerek değiştirebilir/ dönüştürebilirsin diyorum. Var olanla yetinmek zorunda değilsin, istediğini var edebilirsin, diyorum. Sözü de hareketi de tekrarla, diyorum. Bekleme, hareketi başlat artık, diyorum. Hepsi bu.


29 Eylül 2018

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ