GERİ

Evrim demek Ceren demekmiş

Kızım Cereni büyütürken, çocuk eğitimi konusuna çok kafa yordum. Çocuk hekimi, pedagog ve psikiyatristlerin kitaplarını okudum, aile büyüklerinin dediklerini dinledim. Pek çok bilgi ve deneyimi gözden geçirdim, sentezlemeye çalıştım. Gene de doğru yol konusunda aklım berraklaşamadı. Ne yaptımsa hep deneme yanılma yöntemi ile yaptım. Yaptıklarımdan da hiçbir zaman emin olamadım. Çelişkiler içinde boğuştum. Bunun bir nedeni de eşimdi. Genellikle aynı konularda farklı düşünüyorduk. Çocuk karşısında yekvücut ve tek dil oluyorduysak da aramızda sürtüşüyorduk.

Ceren maymun iştahlıydı. Bir gün bale yapacağım diye yanıp tutuşuyor, başladıktan üç beş gün sonra ise halk oyunu oynamak istiyordu. Voleybol öğrenmek için uçarak gittiği kursun daha temel aşaması sonlanmadan basketbol öğrenmeye heves ediyordu. Mandolin çalacağım diye tutturmasının üstünden bir ay geçmeden illa da gitar çalmak istiyordu. Ben ne istiyorsa onu öğrenebilsin diye bütün olanaklarımı (paramı/zamanımı/emeğimi) ona yöneltiyordum. Eşim kızıyordu. Bu çocuğu maymun iştahlı yaptın, bir şeyde dikiş tutturmuyor daldan dala atlıyor, diyordu. Yaptıklarımı çok kösteklemiyorsa da destek de vermiyordu. Bu nedenle Ceren’in uçuşan isteklerine yanıt vermekte çok zorlanıyordum. Tek başıma çabalıyordum.

Ceren meraklı, hevesli ve çok hareketliydi. Konu öğrenmek olunca dur durak bilmiyordu. Durmasın diye ben de elimden geleni ardıma koymadım. Örneğin, sporun (ekstrem olanları hariç) her dalına bulaştı. Sadece bisiklete kaykaya binmedi, ata da bindi engel de atladı. Sadece yüzmedi, derin sulara da daldı, yükseğe de tırmandı. Bebekliğinde başladığı dansı da çeşitlendire çeşitlendire hep sürdürdü. Müzik en sevdiği şeydi. Sadece telliler değil eline aldığı her aletten ses çıkarabilir, duyduğu notaları ayırt edebilir, dünya müziklerinin hemen her türünden zevk alabilir gerçek bir müzik sever oldu. Hevesi sadece spor ve müziğe sınırlı değildi, hayatın başka alanlarına da burnunu sokmaktan geri kalmadı. Yemek ve ev işleri yapmaktan sekreterliğe, bilgisayar oyunlarından gece hayatına, otomobil tamirciliğinden boyacılığa, sanattan bilime bulaşmadığı konu kalmadı. Eğitim hayatı da buna paralel oldu. Önce su ürünleri okuyarak doğa bilimleri konusunda biraz bilgilendi derken, ikinci üniversite olarak halkla ilişkiler

okuyarak sosyal bilimler konusuna bulaştı. İngilizce’nin üstüne İspanyolca derken Rusça öğrenmeye kalktı. Okul sonrası da durum aynı oldu, tezgahtarlıktan rehberliğe, asistanlıktan şirket yöneticiliğine, barmenlikten dans hocalığına bulaşmadığı iş kalmadı. Sonuçta konu her ne olursa olsun Ceren denemiş, birazcık da olsa öğrenmiş ve de yapmış bir erişkin oldu. Doğal olarak hiç ama hiçbir alanda uzmanlaşamadı. Çünkü bunca genişlemenin bedeli asla derinleşememekti.

Ceren örneğinin karşıtı gerçek uzmanlardır. Örneğin Fazıl Say günde en az 10 saatini ve ömrünün neredeyse bütününü müziğe ayırmış bir dâhidir. Müziğin de sadece bir türüne ve sadece bir enstrümana. Bunca emeğinin karşılığı olarak da klasik müzik ve piyano konusunda gerçek bir uzmandır. Ceren gibiler genişlemeye çalışırken onun gibiler seçilen bir alanda alabildiğine derinleşmektedirler. Yaşamın kendisi aslında bir yelpaze. Gerçek anlamıyla çok genişleyenler ve de çok derinleşenler yelpazenin iki karşıt ucunu oluşturuyorsa da bir de bizler varız elbette: Büyük çoğunluk. Biraz genişleyip biraz da derinleşerek, bu yelpazenin ortalarında birer yer kapmışız. Kimimiz ortanın biraz bu tarafında kimimiz ortanın epeyce öbür tarafında. Böylece genişleme ve derinleşme katsayısı da herkes için farklı.

Evrime gelince. İnsan ve hayvan ikilemine ben bir de bu açıdan bakıyorum. Biz insanlar yürüyor koşuyor hopluyor zıplıyoruz, duyuyor kokluyor bakıyor görüyoruz, hissediyor fark ediyor anlıyoruz, seviyor kızıyor saldırıyor korkuyoruz, öğreniyor biliyor düşünüyor üretiyoruz. İnsanlar böyle de hayvanlardan ne haber? Yazdığım ve yazmadığım bu türden bütün beceriler hayvanlarda da var. Ancak aramızda önemli bir fark var. Biz hepsini birden yapabiliyoruz. Bazı hayvanlar ise ancak bazılarını yapabiliyorlar. Ancak fark bundan ibaret de değil. Çünkü hayvanlar, yapabildiklerini bizle kıyaslanamayacak kadar iyi yapıyorlar. Onlar alanlarında tam bir uzmanlar. Biz de zıplıyoruz ama çekirge ya da kanguru kadar başarıyla değil. Bir böcek kadar bile zıplayamıyoruz. Biz de koşabiliyoruz ama çıtayı bırak atla bile yarışmaya kalkamayız. Biz de koku alabiliyoruz ama köpekler bizden 50 bin kat daha çok koku alabiliyor. Biz önümüzü görebiliyoruz ama arılar 360 dereceyi aynı anda görebiliyor. Biz de gözümüzü kapatıp yol alabiliy

oruz ama yarasalar ultrason dalgaları yayarak tam karanlıkta bile hiç risksiz uçabiliyorlar. Biz de birlikten kuvvet doğar diyoruz ama karıncaların yaptığı işbölümü ve dayanışmayı anca kıskanabiliriz.

Ön kolumuzun ancak yarısı kadar olan Madagaskar yerlisi bir memeli hayvan, ağaca parmağı ile tık tık vurarak nerede kovuk olduğunu anlayabiliyor. Üstelik o kovuğu tırnağı ile kazıyarak içindeki solucanı yakalayıp çıkarabilecek şekilde diğer parmaklarının iki katı kadar uzamış bir orta parmağı ve tırnağı var. Bizim bu işte en uzmanlarımız olan doktorlar hastanın karnına tık tık vurarak elde ettikleri sese göre karnın içinde ne olduğunu anlayabiliyorsa da anladıkları anca aşağı yukarı. Bir doktorun karnımızdaki bir solucanı çıkarmak için pek çok alete ihtiyacı varken o yaratık kendi elinin aletleşmesi ile işini kolayca halledebiliyor. Biz tonlarca ağırlıktaki uçağa kurulup göklerde süzülüyoruz diye kasılırken, bir serçe iki kanat çırpışı ile gerçekten süzülmeyi becerebiliyor. Yukarı doğru bakmışken, şu evimizin tavan köşebentinin konuğu örümcek var ya, onun ördüğü ağın gücüne bizim çelikten ürettiğimiz kurşungeçirmez yelekler erişemeyince, örümcek ağından koruyucu yelekler yapmaya başlamışız şimdilerde...

Örnekleri daha da artırmama gerek yok sanırım. Bizim yaptığımız, bedenimizle yapabildiğimiz her şeyi hayvanlar zaten yapabiliyor. Bizim yaptıklarımız onların yaptıklarının yanında devede kulak. Tek fark şu ki bazıları bazı şeyleri yapabiliyorken biz hepsini birden yapabiliyoruz. Ancak, bütün insanlık olarak biz, hayvan dünyası karşısında tıpkı Ceren gibiyiz. Hemen her şeyi yapabiliyoruz ama hiçbirinde uzman değiliz. Asıl usta olanlar hayvanlar. Onlar, yetenekleri konusunda derinleşmiş olanlar. Bizlerse genişlemeyi seçenleriz. Hepsi birden olacağız diye ustalıktan vaz geçmişsek de elimizi neye atsak onu beceriyoruz.

Unutmadan: biz insanlar her neysek, evrimin yani hayvanların toplam sonucuyuz. O nedenle değil mi rüyalarımızda uçuyoruz. Gelişim tarihimizin kuş döneminde kaybettiğimiz bu yeteneği uykumuzda hatırladıkça, gündüzlerimize takıntı yapıyoruz. Yeniden uçabilmenin yollarını arıyoruz. Şimdilik yapabildiğimiz, uçağımıza kurulup tepeden bakmanın hazzını yaşamak. Arada coşup tepelerden aşağı da atlayıveriyoruz, hepsi bu.

Biz seçimizi yapmışız: Genişlememizin, (her bir halta bulaşmamızın) bedeli de yüzeyelleşmek. O yüzden, ben uçma rüyası üzerine kafa yorarken fark ettim ki Ceren demek evrim demek, insanlaşmak demek ustalıktan feragat etmek, demekmiş.

Hem geniş hem de derin olmak ideal olanı ama aynı anda hem gece hem gündüz ol(un)muyor ki. Bu yaşamın diyalektiğine aykırı.

Derinleşmeyi seçenlerin (özel yeteneklilerin) azınlık kalması ve çok takdir toplaması doğal değil mi?

Uçların yani en geniş veya en derin olmaya çalışanların varlığı da diyalektik gereği değil mi?

Ceren ve evrim yani genel olarak insanlık, genişlemeyi tercih etmişse, bu seçimin önünde durulabilir mi?

Gerçekten uzmanlaşanlara sonsuz saygımla.

12 Ekim 2018

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ