GERİ

Krismıs Işıkları

Alman şehirlerinden başlıyor ışıklandırılmış ağaç hikayesi. 18. Yüzyılda, henüz elektrik keşfedilmemişken, kandiller ısıtılan mumla ağaçlara yapıştırılarak yakılıyor Chrismas’da. İsa’nın o gün doğduğu kabul edilen günde, yani 25 Aralıkta. Amaç Hristiyanlığın aydınlatıcı gücünü somutlaştırmak. 1900’lere gelindiğinde artık fenerler asılıyor ağaçlara. Sonrasında da ışıklar cam küreler içinde boy gösteriyor. Tesla sayesinde, elektrik üretildiği yerden uzaklara taşınır olduğunda, ampuller alıyor kandillerin yerini. Kandille aydınlatma hala varsa da parası olan elektrikle aydınlatıyor çam ağacını. New York şehrinin Beşinci caddesinde ilk kez kocaman bir sokak ağaç süsleniyor, kestane kadar minik ampullerle. Bu ampullerin mucidi de Edison, satıcısı da. Ampullerin mavi beyaz kırmızı kombinasyonunda olması yaygın, çünkü Amerika’nın ulusal renkleri bunlar. Ulusal olması için hiçbir eksik yok, çünkü Beyaz Saray’da da bir ağaç elektriklendiriliyor ve de naklediliyor ulusa, geçen yüzyılın başlarında. İç mekandaki aydınlatmalar zamanla dış mekanlara da taşınıyor. Birçok eyalet, sokaklarda Christmas ışıkları yakmayı adet ediyor. Elektriği ve elektrikli hemen her şeyi pazarlayan General Elektrik firması yarışmalar düzenliyor, kimin ağacı daha güzel olacak diye. 1931’de Rockefeller, merkez binasının önünde bir ağacı aydınlatıyor. O gün bugündür her yıl an büyük Christmas ağacını onlar süslüyor. Tonlarca ampul yanıyor, bir tek ağacın üstünde. Bu yıl ben de gittim gördüm. Sadece bu ağacı görmek için New York’a gelen bir yığın turist vardı. Bir yığın ne demek derseniz şöyle anlatayım. Ağacın Şişli’de bir binanın önünde olduğunu varsayın. Taksim, Mecidiyeköy, Ortaköy, Beşiktaş istikametlerinden Şişliye ulaşan bütün ana arterlerin kaldırımlarının insan seli yüzünden tıkanmış olduğunu varsayın. İşte o kadarlık bir kalabalık ağaca ulaşmaya çalışıyordu. Bir kare fotoğrafını çekmek ve instagramda ben de ordaydım diye paylaşmak için. Ben bile ordaydım, anlayın artık reklamın gücünü.

Abartmak Amerika’nın olmazsa olmazı. Sadece Rockefeller gökdeleninin önündeki en büyük ağaç abartısından söz etmiyorum. Wall Street gökdeleninin önündeki de ondan aşağı kalır değildi ama sorun en büyük ağaç meselesine de sınırlı değil. Işıklar, evin içinde ve dışında aklınıza gelen gelmeyen her yeri aydınlatıyor Christmas da. Nerdeyse bütün evler, bütün bahçeler ışıl ışıl. Bu kadarla sınırlı da değil. Televizyonda bir program serisi var. Bir nevi yarışma. Bu program, gel benim ışıklarımı gör diyenin adresine gidip çekim yapıyormuş yıllardır. Birkaç dizisini ağzım açık seyrettim, görseniz siz de benim gibi yamulurdunuz. Örneğin Teksas’da bir çiftlik gösterdiler. İnsan boyunun birkaç katı yüksekliğinde geyikler, Noel babalar, melekler daha neler neler doldurmuştu çıplak araziyi. Kimi sürekli ışık saçıyor, kiminden ışıklar bir film gibi akıyor, kiminde atlıyor zıplıyor, şekilden şekle giriyor. Işıklandırılmış heykellerin kimisi plastikten/endüstriyel ürünler, kimisi de daldan/ağaçtan özel üretim. Kaç dönüm bilmem, arazinin tümü ışıklandırılmış bu heykellerle. Onlarca, yok değil yüzlerce heykel. Sunucu, bunları ne kadar zamanda yaptınız diye sorunca aileye, 30 küsur senede yaptık diyorlar. Üç kuşak büyüdü bunları yaparak, diye övünüyor aile. Kucaklarda bebeler, ma’ile kızlar/delikanlılar, nineler/dedeler coşkuyla anlatıyorlar ışıklarını. Emin olun, ben anlatmayı beceremedim yaratılan o şa’şayı. Programın bir başkasında, bir başka eyalette, bir başka bahçe izledim ki yine inanılmaz biçimde süslenmişti. Tam da program bitti sanırken sunucuya size bir hediyemiz var, dedi bahçenin yaratıcısı olan çift ve evlerinin kapısını gösterdiler. Kapı kocaman bir kırmızı fiyonk şeklindeydi. Ne o, evi mi hediye ediyorsunuz muhabbeti ile içeri davet ettiler kameraları. Evin içi ise silme ağaç dolu. Ağaç deyince çam dallarını anlamayın. Kimi sadece beyaz melek heykelleri ile oluşturulmuş, kimi sadece kırmızı camdan toplarla, kimi öyle kimi böyle toplam 70 tane ağaç. Ağaçları da bir karış falan sanmayın ha, yerden tavana, devasa ağaçlardan söz ediyorum. 70 ağaç nereye sığmış evin içinde derseniz, biri yataklarının üstündeydi örneğin, bir kaçı da mutfakta. Tuvalette, merdivende her yerde bir başka şekilde oluşturulmuş ağaç. Sunucu kız, ama nasıl yemek pişiriyorsunuz diye sordu. Yemek pişirilir mi bu evde, ağaçlara koku siner dedi biri. Nerde yatıyorsunuz sorusuna da elbette otelde diye cevap verdi diğeri. Bu çift 70 yaşındaymış. Bir büyük beladan kurtulmuşlar, bela her ne idi ise. Hala yaşıyor olmalarını kutsamak içinmiş evin içindeki bu ağaçlar, bahçedeki görkem program için olsa da. Çift dediğimin ikisi de erkek. Homoseksüelin yetmişindeki dini kutsaması alışık olduğum bir görüntü değil elbet. Bu programda daha neler neler gördüm, anlat anlat bitmez. Homoseksüel dedim de New York da sadece ışıklandırılmış sokak ağaçlarını görmedim. Işıklandırılmış ev ve bahçeleri de görme şansım oldu. En güzelleri Brooklyn’in Dyker Hights denilen mahallesindeydi. “Dyker” sokak ağzında alçaltıcı biçimde homo demekmiş, bizim i ile başlayan kelimemiz gibi. Mahallenin adı için duyduğum doğru mu bilmem ama o gece o mahallede de benim gibi evlerin fotoğrafını çekmeye gelen turistler yüzünden trafik durmuştu. Mahalleyi gezdirmek için 50 dolara yürüyüş turları satılmış, ziyaretçi sayısı 100 bini aşmış, orada yaşayanlar evlerine ulaşamaz olmuş, sokağa işeyen turistler yüzünden belediyeye şikayetler yığılmış vb. Bunlar kesinlikle doğru. )

Konu bitecek gibi değil ama son olarak bir Çinliden söz etmesem olmaz. Adını unuttuğum bir madam, Christmas sonrası Amerikalıların sokağa attığı ışıklı kabloları toplatır, Çine ihraç edermiş. Memleketinde kocaman bir depoda, yerlerde oturan onlarca işçi, çıplak elleri ile bu kabloları soyar, üç kuruş gündelik için, gün boyu kabloların içindeki metalleri ayıklarlarmış (mış dediğime bakmayın, bu aşamanın fotoğrafını gördüm) İşte bu kabloları satarak Çin’in en zengin kadını olmuş Madam. Düşünsenize, yılda bir tek gün yaktığınız ışığın çöpü ile birileri milyarder olabiliyor. Mesele sadece Amerika Çin meselesi de değil ki. Dünyanın büyük bölümünde Christmas’da da dünya ışıl ışıl aydınlanıyor. Ancak her yerde aydınlık yok. Örneğin Afrika’nın birçok yerinde bir lokma yemeğe, dahası bir yudum suya muhtaç milyonlar geberirken, bu en dini günde ve en dini amaçla dünyanın büyük bölümünde ışıklara harcanan toplam bütçenin büyüklüğünü bilmek bile istemiyorum.

Amerika eşittir abartı, demiştim değil mi?

Kapitalizm eşittir tüketim demiş de oldum mu acaba?

Böylesi bir tüketimin, sömürünün ta kendisi olduğunu ben kavrayabildim mi, ondan da emin değilim. Ben de evimi hatta bahçemin otlarını bile aydınlattım, söylemeden bitirmeyeyim.


31 Aralık 2018

NOT: Bu ışık meselesinin Hristiyanlık öncesi tarihçesine de, Christmas’ın neden 25 Aralık’ta olduğuna da, 31 Aralık'ta yani yeni yıla girerken bizim neden çam ağacı süsleyip hindi yediğimize de değinecektim ama baktım yazı taşıyor, başka seferlere bıraktım. Ama yeni yılınız ışıklı olsun demeden geçemeyeceğim.

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ