GERİ

Dolaptaki iskelet

Kalabalık bir ortamda eğlenmeye çalışıyorduk. Herkes kişisel bir sırrını söylesin, dendi. Ben dahil hepimiz ıvır zıvır şeyler söyleyerek geçiştirdik. Kimse kişisel sırlarını ortaya dökmedi. Oysa bir delikanlı işi ciddiye aldı. Ben masaya her oturduğumda pantolonumun düğmesini açarım, dedi. Açmasam rahat edemiyorum, öyle alışmışım, diye ekledi. Neden düğmesini açıyormuş, herkes çok merak etti. Ben de bayağı dikkatle baktım, öyle taşan bir göbeği falan da yok. Sanırım sadece düğmesi açık oturma takıntısı var. Şimdi ne zaman bu delikanlıyı görsem, aklıma pantolonun düğmesi geliyor, gülüyorum. Sadece benim aklıma gelse iyi…

Yıllar önce bir televizyon programında duyduğum cümle beynime kazınmıştı. Rastgele evlerin kapılarını çalan bir gazeteci, sizin ailenizin bir sırrı var mıdır, diye soruyordu. Böyle yapılan seri röportajlarda ilginç mi ilginç hikayeler anlatılıyordu. Kendisi ile yapılan bir röportajda ise, hangi aile olduğu önemli değil, hangi kapıyı çalsam mutlaka gizlenmiş bir şeylerle karşılaşıyorum ama çoğunu yayınlayamıyorum, diyordu.

“Her ailenin mutlaka bir sırrı vardır”

Gazetecinin içime işleyen cümlesi işte buydu. İngilizcede benzer durumu tanımlayan bir deyiş varmış, onu da yeni öğrendim. “Klozetteki iskelet” diyorlar. Klozet onların dilinde giysi dolabı. Sonuçta her ailenin sakladığı bir acı gerçek, hatta düpedüz bir suç (hatta cinayet) olduğunu ifade ediyor klozetteki iskelet. Her ailenin önemli bir sırrı var mıdır sahiden de, diye benim düşünedurmam yıllardır. Sonuçta karar verdim ki ne biri, birçok gizi barındırıyor yaşamlarımız. Giz demeyeyim de düpedüz suç diyeyim. Ben sadece kendi ailemde birkaç tane buldum. (korkmanıza gerek yok katil filan değiliz) Ancak pantolonumun düğmesi açık, diyen delikanlı kadar açık sözlü değilim.

Benim gibi davranmayan, gecikerek de olsa aile sırlarının ortaya dökülmesini sağlayanlar var. Örneğin daha dün bir arkadaşım ulu orta anlattı. Annesinin yeni doğurduğu bebeyi, babasının babası olan dedesi, çocuğu olmayan öteki oğluna hediye edivermiş. Evet, yanlış anlamadınız, bu dede yeni doğan torununu öz ailesinden alıp öteki oğluna vermiş. Ailede feodal kurallar geçerli olduğu için de anne dahil kimse bu duruma itiraz edememiş. Doğurmadığı bir bebeğe annelik yapmak zorunda kalan arkadaşımın yengesi ise evlatlığını bir türlü benimseyememiş olmalı ki onu çileli ve küskün bir çocuk olarak büyütebilmiş. Anneden babadan zorla koparılan bu çocuk, mahzun ve dertli bir yaşam sürmüş. Arkadaşımın tanımadığım bu kardeşi 55 yaşındayken yakın zamanda öldü. O ölünce, acının etkisiyle arkadaşımın da dili çözüldü ve durumu sosyal medyada paylaştı. Bu paylaşımla da ailesi karıştı. Bırak da ölen bari rahat uyusun, zaten ölen öldü kalan kaldı, söylemi ailenin yazışmalarına hakim oldu.

Hep ve her zaman yaptığımız bu değil mi? Kusurlarımızı/hatalarımızı, suçlarımızı/günahlarımızı örtmeye çalışmak. Yokmuş gibi, hiç olamamış gibi davranmak.

Yok saydıklarımız, gerçekten yok oluyor mu?

Konuşmadıklarımız, gerçekten bilinmiyor, öğrenilmiyor mu?

Gizlediklerimiz, bizi aklamaya/paklamaya yetiyor mu?

Yıllar önce yanlışlıkla bir çıplaklar otelinde kalmıştım. Ben hekimim, çıplak insan bedenine alışkınım. Ancak asansörde bile çırılçıplak rahatça dolaşanları görünce neye uğradığımı şaşırmıştım. Sonra gel zaman git zaman, çıplaklar plajını, çıplaklar saunalarını falan filan da gördüm. Kadın erkek, yaşlı genç, sarkık surkuk, özürlü sağlıklı, sere serpe, hiçbir şeyi gizlemeden dolaşanları izledim. İzleyenin sadece ben olduğumu da izledim. Onlar birbirlerini izlemiyordu. Sonra sonra, çıplaklığın felsefesini anlamaya başladım. Var olanı var olduğu gibi kabullenmek olduğunu anladım.

Olanı, olduğu gibi kabullenebilenler çok ama çok azınlıktalar.

Biz çoğunluktakiler, suratımızı lekeleyen izleri fondöten ile saklamaya çalışıyoruz. Boyaların giysilerin ardına saklanıyoruz. Hep güzelmişiz gibi görünmeye çalışıyoruz. Hep doğruymuşuz gibi yapmaya bayılıyoruz. Kusurlarımızla yüzleşmeye dayanamıyoruz. Sanki her an mutluluktan uçuyormuşuz gibi bütün fotoğraflarda sırıtıp durmamız ondan.

Biz çoğunluktakiler, yalan duvarların ardında nefes almaya çalışıyoruz. Çırılçıplak halimizle görülmeye asla tahammülümüz yok. Beğenilmek, onaylanmak, alkışlanmak istiyoruz. Eleştirilmek istemiyoruz. Yuhalanmaktan ölesiye korkuyoruz. Ötelenmekten kaçınıyoruz. Cezalandırılmaktan kaçıyoruz. Çünkü biz çoğunluktakiler, iyi biliyoruz ki hepimizin mahzeninde bir ceset saklı.

Biz hepimiz aslen ve gerçekten yalancıyız. Çünkü, gerçeği söylememenin de yalancılık olduğunu biliyor ama kabullenemiyoruz.

Güneş balçıkla sıvanmaz denmiş, biz de tekrarlayıp duruyoruz. Umarım gün gelir, anlamını gerçekten kavrarız.

23 Şubat 2019

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ