GERİ

Soyguncular

Ben hemen herkesten çok soyulduğum için alışkınım. Dalgınlığım ve sokak sürtmelerim de destan olduğu için, ülkemde de dünyanın dört bir yanında da bolca soyuldum. Kimi az kimi çok maddi kayıplara uğradım, kabullendim. Benim için olağandır soyulmak. Hatta “hırsızımı seviyorum” diye kitap yazmışlığım da var.

Ancak 10 sene önceki fena koymuştu. Çünkü sadece maddi kayıp değildi. O gün evime girip her yeri didik didik eden hırsızın hiç acelesi yokmuş. Kızımın film CDleri en dip odadan alıp salona taşımış, masaya yaymış, seçmiş, beğenmediklerini bırakmıştı. Hafta içi bir gündü. Demek ki evde olmadığımızı ve gündüz saati eve dönmeyeceğimizi biliyordu. Demek ki önceden bizi gözlemişti. Böyle düşününce insan ister istemez irkiliyor.

Ceren’in de benim de ıvır zıvırımız çoktur. Dolap ve çekmecelerdeki bütün kutularımızı yataklarımızın üstüne devirmiş, tek tek kontrol etmiş, para değeri yüksek neyimiz varsa bir bir seçerek almıştı. Lüzumsuz yük taşımak istememişti anlaşılan. Bu rafine seçim yüzünden maddi kaybımız büyüktü ama başka bir şey beni daha çok rahatsız etti. Kutuları yataklarımızın üstüne deviren hırsız, iç çamaşırlarımızı ise dört bir yana fırlatmıştı. Ortalık don sütyen mezarlığı gibiydi. Bir anlamda cinsel saldırı gibiydi. Böyle düşününce de insan gerçekten saldırıya uğramış gibi hissediyor.

Beni inciten üçüncü konu da bilgisayarımı almasıydı ki yakında yedeklememiştim, son ayların bütün çalışmaları gitmişti. Her gün bir şeyler araştırıp bulduklarını depolayan ve her gün yazı yazan biri olduğum için, bu kayıp da çok can yakıcıydı.

Mahalle karakolu pek önemsemedi. Polisler beni rahatlatmak için hırsızlığın ne kadar attığını anlatıp, bugünlerde girilmedik ev kalmadı, dediler. Sağ olsunlar, başkalarının da soyulduğunu öğrenmek gerçekten çok rahatlatıcıydı. Baktım zabıt tutup işi Allaha havale etmeye niyetliler, parmak izi almayacak mısınız, dedim. Almayacaklarmış, gerek de yokmuş, faydası da… Bir çaçaronluğum tuttu, öyle bir çıngar çıkardım ki sonunda pes edip parmak izi alınmasına karar verdiler. Meğerse onlar almazmış, adları “Olay Yeri İnceleme” olan başka bir ekip geldi sonrasında. Onca önemli olay dururken hırsızlık gibi banal bir suç için onları meşgul etmeme öyle kızmışlardı ki burnumdan getirdiler gerçi ama olsun, o sayede bir sene sonra da olsa hırsız yakalandı. Mahkemede öğrendik ki 32 ayrı hırsızlık davasından aranıyormuş 32 yaşında bile olmayan sevgili hırsızımız. Herkes bizim gibi zorla parmak izi aldırmadığına göre, siz varsayın bu 32’nin kaç katıdır hırsızımızın vukuatları. İyi ki parmak izi aldırmışım, yüzlerce kişiyi s

oyulmaktan kurtardım, diye düşündüm mahkeme hırsızımızı tutuklandığında.

Parmak izi hakkında pek düşünmüşlüğüm yoktu. Bugün bir dergide tarihçesini okuyana kadar. 1870’lerde Japonya’da misyoner olarak çalışan bir Skoç fizikçi, Henry Faulds, 2000 yaşındaki bir testinin üzerinde hala görülebilen antik parmak izi üstünde çalışırken fark etmiş ki bu iz benzersiz. Buluşunu arkadaşlarına da bildirmiş, onlar da konuyu incelmişler ve doğrulamışlar ki parmak izi kişiye özgüdür. Kişinin parmak izinin eşsiz olduğu fark edilince, zaman içinde değişip değişmediği de araştırılmış. İki yaşındaki bir çocuğun bile ömür boyu taşıyacağı aynı ize sahip olduğu anlaşılmış. Böylece de parmak izi polis için çok yararlı bir kimlik testi oluvermiş. Yararlı ama zahmetli bir test. Bengal’li bir polis şefi olan Azizul Haque, büklüm ve kıvrımlarına göre parmak izlerini kategorize eden bir sistem geliştirmiş. Böylece işin zahmeti çok azalmış. Meşhur Scotland Yard komiserleri 1901’de bu yöntemi Haque ve arkadaşlarından öğrenince bayılmışlar ve hemen uygulamaya koymuşlar. O gün bugündür parmak izi, suç araştır

an polislerin en büyük yardımcısı olmuş. Olay yerinde bulunan parmak izi sayesinde cezaya çarptırılan birçok kişinin aslında suçsuz olduğunun sonradan anlaşılması, bu kanıtın güvenilirliğini tartışmaya açtıysa da bir şey değişmedi. Bu konuda bizim payımıza da düşen koca bir bela oldu. Bütün dünyada bu kanıt sorgulanır oldu. Ancak, her şeye rağmen, teknoloji geliştikçe sadece suçluların değil herkesin parmak izi alınıp depolanır oldu. Çünkü “suçlu olma potansiyeli olanlar” diye bir kavram oluş(turul)muştu.

Büyük Birader’e nazire olarak herhalde, 1984’de bilim kurgu gibi bir keşif kayda geçti. İngiltere Leichester Üniversite’sinden Alec Jeffreys, incelediği bir DNA parçasını görüntüledi ve bunun eşsiz olduğunu buldu. Yöntem hızla yaygınlaştı ve 2005’de Science dergisi, suç araştırmasında altın standart olduğunu ilan etti. Ancak bu yöntem de parmak izi ile aynı sorunu taşıyor. Olay yerinde iz aradığınızda sadece suçlunun değil beraberinde pek çok başka kişinin de izini buluyorsunuz.

Ancak ABD gibi ülkelerde artık neredeyse hiç parmak izi peşine düşülmüyor, DNA analizi yapılıyormuş. Öyle büyük cinayet davalarında falan değil sıradan soygunculukta bile. Çünkü şu anda DNA analizi yaptırmak parmak izi analizi yatırmaktan daha çabuk ve daha ucuza mal oluyormuş. O nedenle sıradan mahalle karakolunun polisi bile hemen olay yerinden DNA taramasına malzeme gönderiveriyormuş.

DNA analizi, parmak izi gibi sadece kişiyi tanımaya yarayan bir yöntem değil. Çok daha ötesi ve günümüzün modası. Şimdilerde ABD’de pek çok şirket DNA analizi ile atalarınızın kim olduğunu bulmanıza yardım ediyor. Bunlardan biri olan FamilyTreeDNA şirketi, “suçluları bulmasına yardımcı olsun diye” havuzunda bulunan DNA örneklerini Fedaral ajanlarla paylaştığını itiraf edivermiş. 23andMe şirketi de ilaç firması GlaxoSmithKlein’e “yeni tedaviler bulmasına yardımcı olmak amacıyla” elindeki veri bankasını açıvermiş. Bunlar sadece ayyuka çıkanlar elbette. Bana atamı bul diye gönderdiğiniz bir lokma tükürükte aslında neleri bulduklarını öngörmek bile mümkün görünmüyor.

ABD’de devasa bir şirket varmış. Adı var (Palantir) ama kendi görünmez bir şirket. 2004’de kurulan bu şirketin görünen amacı, biyometrik sistemler, radyo dalgaları, telefon ve internet sistemleri ile büyük bir veri bankası oluşturmak. Bu verilerin korunmasını ve depolanmasını garantilemek. Kurucuları, Peter Thiel, Nathan Getting, Joe Danstale, Stephen Kohen ve Alex Karp gibi bilgisayar dehaları ve akademisyenler. Şirketin asıl amacı ise bu verileri kullanarak, suç işleme potansiyeli olanları daha suçu işlemeden saptayıp, etkisiz kılmak. “Suç daha oluşmadan önce, failini bulup etkisiz kılmak” Nasıl ama kavramı beğendiniz mi?

İşte böyle. Feysti, instagramdı, vatandaşlık şifremizdi, parmak izimizdi, kornea resmimizdi, telefon dinlemeleriydi, bilgisayar izlemeleriydi, sokak kameralarıydı falan filan derken DNA’mız da artık kayıt altında ve şirketlerin kullanımda. Hadi bakalım, hepimiz büyük biraderli geleceğe hoş geldik.


5 Nisan 2019

NOT: Palantir’i merak edenler için.

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ