GERİ

Giyinmek aslen soyunmaktır

Giyinmek aslen soyunmaktır, çünkü insanın gizlediklerini apaçık gösterir.

Eskilerin bir deyimi vardır: Zarf mı mazruf mu diye? Al sana bir münazara konusu: Önemli olan içindeki mi yoksa dışı mı? Konuşmaya bayılmama rağmen münazaralardan hep nefret etmişimdir. Tavuk mu yumurtadan çıkmıştır yumurta mı tavuktan gibisinden bir ikilemde tarafgir olmaya zorlar çünkü. Oysa hayatın gerçeği bu değildir ki. Gece de gündüzün ebesidir, gündüz de gecenin diğer yüzü. Neden seçmek zorunda kalayım biri yerine diğerini.

Giyinme konusunda da benzer düşüncelere sahibim. Giyinmek önemlidir, kimileri küçümsüyor olsa da. Giyinmek bir kültürdür, ait olduğun kültürün temel unsurlarının dışa vurumudur ve çoğunlukla da aile kültürünün yansımasıdır. Bence giyinmesini bilmemek, ne kadar rasyonalize edilirse edilsin kültürsüzlüktür. Herkesin kültürü kendine göredir, orası başka konu elbette.

Bilirsiniz, sonradan önemli mevkilere gelen politikacılar, çok öncesinde derin güçler tarafından yetiştirilir, kollanır gözetilir, zamanı gelince de ortaya çıkarılırlar, tıpkı bir koza gibi. Hangi kitapta okumuştum hatırlamıyorum bir anı kitabında geçiyordu: Demirel’in en güçlü olduğu dönemde, Turgut Özal'ı üst düzey bir görev için öneriyorlar. Olmaz diyor Demirel. Gerekçesi şaşırtıcı: Giyinmesini bilmiyor, temsiliyete uygun değil. Bu satırları okuduğumda çok şaşırmıştım. Anadolu’nun köylü çocuğu, Anadolu’nun eşraf çocuğunu kıyafeti yüzünden yargılamış ve mahkum etmiş, olacak şey mi bu? Hikayenin devamını tarih yazdı. Demirel Özal’ı istemediyse de Demirel’i istemeyen cuntacı askerler Özal’ı tepeden inme devletin başına konduruverdiler. O Özal ki, sonrasında don kılıklı bir şortla o askerlere komutanlık resmigeçidi yaptı. O askerler ki üniformayı yani giysiyi herkesten çok önemseyenlerdi, ettiklerini buldular. O Özal ki bir Kralı otel odasında robdöşambırla ağırladı yani bir devletin başı bir başka devletin

başıyla yatak odasında yatak odası kıyafetiyle görüştü. O Demirel ki kimse onu takım elbisesiz haliyle görmemişti. Hele fötr şapkası tarihe mal oldu. Beğensek de beğenmesek de o “Fötr Şapka” Cumhuriyetin simgesiydi, Cumhuriyetin dinamitini de o şortlu geçit resimleştirdi.

Ben istisnasını bilmiyorum; bir rejimden ötekine geçiş silahlardan çok kıyafetlerle yapılır zaten. Başörtüsü bile sonraki meseleydi, önce erkeklerin kafasının örtüsü değiştirildi mesela. Özal iktidarında, sesiz sedasız polis üniformaları değişti. Eski kıyafetleri içinde polisler daha saygın, daha erişilmez görünümdeydi. Kafalarında kalıplı ve görkemli bir şapka vardı. O şapka alındı yerine alelade bir kasket kondu. Devletin görüntüsünde dönüşüm böyle başlamıştı. Cumhuriyet bayramlarının kutlamalarında kız çocuklarının eteklerinin altına pantolon giydirilmesi sonraydı. Başkanlık sarayında cübbe ağırlamaya sıranın gelmesi de.

Giyinmek hep ve herkes için önemlidir. Eskiden bir Amerikan başkanı bir Güney Amerika lideri ile görüşmeye tiril tiril bir gömlekle gitmişti. Mevsim yaz, hava sıcaktı. Başkan giyinmesini iyi biliyordu. Ceketini çıkarması havadan değildi, karşısındakine seni önemsemiyorum demek içindi. Karşısındakinin gücü bu resti görmesine engel oldu takım elbisesi ile terbiyeli terbiyeli oturdu. Güney Amerika’nın kuyusunun Kuzey Amerika tarafından kazılmasının simgesi o gömlekli fotoğraf oldu. Tıpkı bir başka büyük başkanın bizim başkanla oturduğu yerden telefonla görüşürken eliyle beyzbol sopasını kaşıması gibi. Zarf her zaman önemliydi. Atatürk’ün giyinmesini biliyor oluşu her zaman övünç kaynağı oldu. Yokluktan yonga çıkarıp giyinen liderinin izinde halkı da yoktan var edip giyinmeyi öğrenmeye başlamıştı ki ömür vefa etmedi. Amerikan askerlerinin bitlenmesinler diye kulak üstü ve enseleri sıfıra traşlanırdı. Kendini en büyük asker ilan eden Kuzey Kore liderinin bu traş şeklini kendine mal etmesi ve yetinmeyip halkına

da zorunlu kılması utanç kaynağı oldu. Özenti Amerikan traşı ile Amerika’ya dayılanması da uzun sürmedi, gidip etek öpmesi kılığına pek yaraştı doğrusu. Fidel Castro bağımsızlık savaşı bitip başkanlık koltuğuna yerleştiğinde üniformasını çıkarmadı. Amerika ile savaşın sürdüğünün simgesi olsun istediği için ömür boyu asker kılığında gezdi. Askerlik yapmadan savaş kazanmak mümkün olmadığından sonunda kaybetti. Mao tek tip kıyafeti halkına zorla giydiriyordu. Tek tipleştirmek itiat etmeyi kolaylaştırsın diyeydi. Kolaylaştırmıştı. Askeri üniformalar da o nedenle giyiliyordu zaten. Emir almayı beyne kazısın diye. En belalı terör örgütü de saçı sakalı o nedenle uzattırmıyor muydu? Tarikatların her biri ayrı baş bağlamıyor muydu? İngiliz askeri kafasında onca yüksek tüylü tepeliği başkalarının başına tüy diktiğini göstermek için taşımıyor mu?

Özetle, kıyafet önemsizdir sananlar çok yanılıyor. Kıyafet hem çok önemlidir hem de çok önemli bir göstergedir. Örneğin bir Amerikalı ile bir Avrupalının kılıf kıyafeti kıyas kabul etmez, bir Asyalı ile bir Afrikalının ki de öyle. Toplumlar arasındaki farklar uçurum boyutunda, tıpkı kültürel altyapıları gibi.

Birey olarak bizim durumumuz farklı mı ki? Keyifle paylaştığımız bütün sosyal medya fotoğraflarımız aslen bir dış görünüşümüzün teşhiri değil mi? O fotoğraflar sayesinde “bakın, ben böyleyim” derken aslında böyle olmak istiyorum ya da böyle olduğum sanılsın istiyorum, demiyor muyuz? Aksi halde olağan görüntülerimizi paylaşırdık o süslü püslü hallerimizi değil.

Kim demiş ne giydiğinin önemi yok diye. Ne giydiğin, nasıl giyindiğin, bizzat senin kişiliğini yansıtır. Toplumların kişiliğini de yansıtır. Rio karnavalında kıçını teşhir eden kız ile Afganistan’da gözünü bile gösteremeyen kızın kafasının içi giysileriyle etkileşim içinde değildir diyebilir miyiz? Kudüs’te ağlama duvarının önünde saçının buklesini kıvırıp duran siyah giysili adam ile kot pantolonuyla holding toplantısına giren adamın kafasının içinin kıyafetinden bağımsız olduğunu kim iddia edebilir ki. Kendini ait hissettiğin dini tarikat ya da futbol takımı da senin kılık kıyafetini etkiler, aklını da. O nedenle, kıyafetin toplumsal, kültürel ve bireysel özeliklerini bire bir yansıtır. Münazaranın hiç lüzumu yok; tersi de doğrudur: Yansıtır, hem de dosdoğru yansıtır.

Özal örneği çok uç olabilir ama ne yazık ki doğru örnektir: Zamana ve zemine uygun giyinemeyenler, zamana ve zemine uygun davranmayı da bilmeyenlerdir. Giysileriyle günün dışında kalanlar, kültürel olarak da günün dışındadır. Başında ya da kıçında ne olduğu, kafanın içinde ne olduğunun göstergesidir. Bu işareti okuyabilen karşısındakini tanımadan da bilir. Demirel gibi. Bu işaret okunmasın isteyenler, kendini gizlemek isteyenler, her gün hep siyah bir tişört giyerek dolaşıyor, Elon Mask gibi. Böyle giyinerek asıl söyledikleri ise asla “biz” olmadıkları.

Zavallı bizler; giysinin markasını çok da çaktırmadan nasıl gösteririm de prestij koparırımın derdini çekenler ile giyinme sanatı ile hiç tanışmadıkları için pasaklı görüntülerini erdem diye satmaya çalışanların iki kutbu arasında kapana sıkışmış durumdayız. Üniformaları sayesinde boyları uzamışların ayakları altında çiğnenip, moda denilen beyin yıkamalardan sıtkımız sıyrılırken, bir şeyin temsilcisi değil sadece kendimiz olmak için debelenip duruyoruz.

Bir gün sahiden bizden bana geçebilirsek, giysilerimiz eşsiz olacak, tıpkı birer sanat eseri gibi. Biz de öyle. Umarım. En büyük isteğim ve umudum (resmi zorlama ya da moda kaynaklı) her türden üniformadan arınmış, renk ahenk bir dünyada yaşamak. Evet, özde olduğu gibi zarfta da özgürlük istiyorum. Ancak pis pasaklılığın, beceriksizliğin, zevksizliğin, pespayeliğin özetle tembelliğin özgürlüğünü değil. Aslan yatağından belli olur denmiştir ya, insan da görüntüsünden belli olur diye düşündüğümden kılık kıyafette de çeşitliliğin, özenin, yaratıcılığın, sanatın, estetiğin özetle çalışkanlığın ve üretkenliğin özgürlüğünü istiyorum. Umarım öylesi günlere erişebilir insanlık.

17 Ağustos 2019

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ