GERİ

İçeride Değil Dışarıda Yaşamak Lazım

Oda havasının dışarıdan daha kirli olduğuna ilişkin pek çok çalışma yayınlandı. Yoksul ülkelerde bu kirlilikten en başta sorumlu olan şey ısınma ve yemek pişirme için kullanılan katı yakıtlar (odun kömür vb.nin dumanı). Zengin ülkelerde ısınma ve pişirme işleri çoğunlukla elektrikle sağlandığı için, içerideki kirliliğin asıl sorumlusu Radon gazı ile sigara dumanı. Radon evin içinde bulunan pek çok şeyden türeyerek biriken bir gaz ve gereken biçimde havalandırma sağlanamadığında içerde yaşayanları zehirleyerek pek çok hastalığa zemin hazırlıyor. Sigara ve benzerlerinin ise sadece kullananlara değil, ortamda bulunan herkese zarar verdiği çoktan öğrenildi. Yeterince öğrenilmeyense, sadece içildiği zaman değil, çok sonrasında da o ortama girenleri zehirlediği. Çünkü dumanın içerdiği ağır metaller özellikle koltuk kumaşı, perde, halı kilim gibi dokulara sinerek daha sonradan da havaya karışıp zehirlemeyi sürdürüyor. Özellikle boyları gereği yere yakın yaşayan bebekler için ağır metal zehirlenmesi çok daha büyük bir risk oluşturuyor. Bir diğer önemli ev havası kirletici ise küf. Küf dediğimiz duvar lekelerini falan oluşturan canlı türleri insan sağlığının can düşmanı, astım başta olmak üzere pek çok alerjinin ve hastalığın da etkeni.

Bu ve benzeri oda/ortam kirleticilerinden korunmak için geliştirilen sistemlerin kendileri de ayrıca kirletici. Örneğin araba ve ev klimalarının filtreleri başlı başına bir sorun. Yer vb temizliği için kullanılan deterjanlar ayrı sorun. Mis gibi temiz hava sağlar diyerek satılan oda spreyleri, fişe takılan sıvı ürünler vb. başlı başına birer hava kirleticisi. İyi yada kötü kokan her şey hava kirliliği. Soğuk havada üşüterek hastalanma korkusuyla kapı cam açmamak geliştirilen en kötü alışkanlıklardan biri. Ev eşyaları da etkin bir havalandırmanın önündeki en büyük etken. Ev ahalisinin nefesi bile diğerleri için hava kirletici bir faktör. Egzozu var, sanayi tozu var vb denerek kapı baca kapalı sürdürülen şehir hayatı ise iç mekânları daha da kirli hale getiriyor. Köylerde yarı içerde yarı dışarda yaşandığı için sanayiden uzak kırlık alanlarda ferah biçimde yaşayanlarda hastalıklar daha az görülüyor ama daracık mekânlarda çok sayıda kişinin beraber yaşadığı yoksul evlerin havası sağlıklı kalmaya elvermeyecek kadar kirli, o yüzden bütüne bakılınca dünya nüfusunun gecekonducuları kadar köylüleri de çok sağlıksız. Ev havası kirliliğine en çok maruz kalan çocuklar ve kadınlar. Ancak genelde açık havanın nimetlerinden daha çok yararlanan erkekler ülkemizdeki yerleşik kahvehane kültürü ile aradaki açığı kat be kat kapatıyorlar ne yazık ki.

Radon Gazı
Radon gazı, radyoaktif bir gaz ve uranyumdan kaynaklanır. Havadaki miktarı ülkeden ülkeye ve bölgeden bölgeye değişim gösterir. Binaların yapıldığı alanda doğal olarak bulunan uranyumdan sürekli olarak evin içeri sızabilen bir gazdır. Bu nedenle giriş ve birinci katlarda daha çok bulunur. Ev yapımında kullanılan çimento dahil birçok malzemede de doğal olarak bulunur. Soğuk havalarda ısıtma ile ısı yükseldiğinden evlerin içinde daha çok Radon birikmektedir. Yazın binanın içi ile dışı aynı ısıda olduğunda evde Radon birikmez. Ayrıca iyi bir yalıtım ve iyi bir havalandırma yapılabildiğinde de bu sorun ortadan kalkar.

Havaya karışan Radon akciğerlere ulaşarak kanseri tetiklemektedir. Sigara kullananlar, çocuklar ve yaşlılar Radona bağlı akciğer kanseri açısından da daha çok risk altındandır. Her yıl on binlerde kişi Radon zehirlenmesi yüzünden akciğer kanserine yakalanmaktadır. Bazı ülkeler evlerde bulunan Radon miktarını ölçmektedir, bazı ülkeler ise daha imar öncesinde bölgeyi başka bazı açılardan olduğu gibi uranyum açısından da değerlendirmektedir. Maden ocakları, tüneller, mağaralar vb Radon gazının çok artmış olduğu mekanlardır. Radona maruziyet süresi arttıkça kanser riski de artmaktadır.

Sonuç olarak, en temiz odanın havası, bir sanayi şehrinin havasından bile daha kirlidir. Hava kirliği de onunla bağlantılı hastalıkların sayısı ve oranı da başka birçok faktöre de bağlıdır ama her yıl bütün dünyada 4 milyon kadar insan sadece soluduğu hava kirli olduğu için ölmektedir. Bütün dünyada birkaç yüz kişiyi öldüren bir grip salgını için dünya çapında operasyon başlatılırken, milyonlarcamızın katili olan kirli hava için yapılanlar ise devede kulak.

Gün Işığı ve Kemik Sağlığı:
Işık, bütün canlıların en temel enerji kaynağı. İnsan, diğer bazı canlılar gibi ışığı doğrudan yemek olarak kullanamıyorsa da yaşaması için ışığa muhtaç ama bunun pek farkında değil. Elektrik sayesinde edinilen yapay ışık da işe yarıyor ancak güneş ışığının insan bedeninde yaptığı birçok işi yapay ışık yapamıyor. Örneğin gün ışığının içerdiği Ultraviyole-B ışını, kemik yapımı için olmazsa olmaz bir etken. Ancak UV-B, pencere camını aşamadığı için, içeride yaşamaya alışmışların bedenine ulaşamıyor. UV-B’ye maruz kalmak için açık havada olmak da yetmiyor çünkü genellikle giysileri de aşamıyor. O nedenle çarşafa sokulmuş Orta Doğunun kız çocuklarında Raşitizm (yetersiz kemikleşme) yaygın bir durumken Kuzey Avrupa’nın bilmiş kadınları kar yağarken bile ayakkabı-çorap giydirmeden dışarıda bebek gezdiriyor, bize de ne vurdumduymaz anneler var diye ahkâm kesmek düşüyor. Kemik yapımı sadece bebekliğin ve çocukluğun işi değil, bedenimizin her günkü uğraşı. O nedenle açık havadan ve gün ışığından yararlanamayanlarda osteoporoz (kemik yoğunluğunun azalması) denilen bela giderek artıyor ki hormonal nedenlerle (östrojen) kadınlar ve özellikle de minyon olanlar daha da çok risk altında.

İnsanlarda çok önemli görevleri olan Paratiroid hormonun (PTH) fazlası da zararlı. PTH’nin kışın arttığı biliniyor. Bu artış, ilave D vitamini verilerek baskılanabiliyor. Kış aylarında insanlara D vitamini uygulanarak bu hormonun neden olduğu kemik erimesi azaltılabiliyor. Aynı etkiyi ışık ile sağlamak da mümkün. Menapoz sonrası kemik yıkımı gelişen kadınlara UV-B ışını uygulandığında, 25-hydroxyvitamin D [25(OH)D] düzeyinin arttığı ve Osteokalsin düzeyindeki düşmenin engellendiği gösterildi. Yani ışık, mepopoz sonrası kemik erimesinden korunmak için D vitamini ve hormon yerine kullanılabilecek bir yöntem. Bu ve benzer çalışmalar, kışın oluşan ataletin ve kemik kaybının gün ışığı sayesinde önlenmesinin mümkün olduğunu gösteriyor.

Bu çalışmayı okuduğumda benim aklıma menapoz kadınlarından çok yaşlılar geldi. Kış gelince zorla şehre geri getirmeye çalıştığımızda köyden ya da yazlıktan geri dönmek istemeyen büyüklerimizin ne denli haklı olduğu ortada. Kanada ve ABD’nin kuzeyinde yaşayan yaşlıların kışın Florida’ya akın etmesi, göçmen kuşlardan ilham alan harika bir davranış biçimi bence. Ege ve Akdeniz kıyılarında bomboş duran yazlıkları kış boyunca yaşlılara açacak, onların oralarda sağlıklarını ve güvenliğini oluşturacak bir sistem oluştursak olamaz mı? Yanımda dursun, evin güveninde kalsın demek, onları daha mutlu ya da sağlıklı mı yapıyor yoksa sadece bizim için mi kolay? Florida, ihtiyar cenneti. Sapasağlam olduğu halde kurulduğu sedirden gün boyu kalkmayıp bana bir bardak su getir evladım diyenlerin içinden geçip gelmiş biri olarak, Walker ile ağır aksak yürürken bile marketlerde sinemalarda dolanan nineleri dedeleri gördükçe ve onca yaşlılığa ve sakatlığa rağmen yaşamlarını bağımsız sürdürmeye devam etmelerini izledikçe, şaşırmaya devam ediyorum. Alıştığımız düzen yüzünden ara sıra içimden de olsa evlatlarını eleştiriyor olsam da, onların özgür, kendi başına buyruk oluşlarına gıpta etmeyi sürdürüyorum. Biz kendi bildiğini en doğru sananlar, çocuklarımıza nasıl dur otur demeyi adet etmişsek, yaşlılarımıza da kendi isteklerimizi dayatmayı aynı oranda beceriyoruz. Ama.. diye başlayan cümlelerle kendimizi savunmamız ve güç bizde diye, bir başka insana hükmediyor olmamız, ne kadar acı değil mi? Keşke yaşlılarımıza, düşe kalka da olsa, bağda bahçede ya da plajda güneşte dolaşma isteklerini gerçekleştirebilecek olanakları sağlayabilsek. İstesek bal gibi de yapabiliriz ama ...

Gün Işığı ve Keyif:
Gün ışığına yeterince maruz kalmayan insanların kemik üretimi gibi Serotonin üretimi de azalıyor. Serotonin yetmezliği ağırlaşınca ağır depresyona bile neden oluyor. Dünyanın en kuzeyinde örneğin Skandinavya ve Sibiryada yaşayanlarda alkolizm ve intihar oranı dünyanın her yerinden daha fazla çünkü gün ışıkları az. Serotonin eksikliğinin neden olduğu depresyon için üretilmiş ilaçlar var. Dünyanın dört bir yanında şu ya da bu nedenle Serotonin artırıcı ilaç içmeyen insan kalmamış gibi. Bu ilaçların en güçlüsü ile yapılmış bir çalışmada, her gün ilaç verilenlerle, ilaç verilmeden her gün bir saat açık havada yürümesi sağlanan iki grup karşılaştırıldığında, iyileşme oranları aynı bulunmuş. İlaç firmalarının adını bile anmadığı bu çalışmadan çıkan sonuç yeterince anlamlı.

Yağmur öncesi ve fırtınalı havalarda olduğu gibi elektrikli havalarda açık havada bulunmanın da ayrıca çok yararlı olduğu anlaşılmış durumda. Fırtınanın neden olduğu oksijen reaksiyonları ile oluşan ozon bizi olumlu biçimde etkiliyor. Tıpkı ozonla tedavi makinasına girmişiz gibi beden ve aklımızı tazelememize yarıyor elektrikli hava. Anlaşılan en kötü havada bile dışarıda olmanın yararı var. (Yıldırım riskini bilerek, üzerinize yıldırım çekecek koşullara karşı gereken bütün önlemleri almak şartıyla elbette)

Elektrik ve Sağlık:
Enerjinin elektrik şekline dönüştürülmesi çok önemli bir buluş. Elektriğin üretildiği yerden çok daha uzaklara taşınabilmesi ise insanlığın dönüm noktası. Sadece ısınma/aydınlanma sorunlarını çözmüş olması bile yeter ama bunun çok daha ötesinde yararları olduğunu hepimiz biliyor ama unutuyoruz. Bu buluş olmasa, bugün ne ilaç üretilebilirdi, ne hastanemiz ne de ameliyathanelerimiz olurdu. Doktorlar, eczacılar bile eğitilemezdi. Araştırma yapılamaz, dergi kitap basılamaz, yeni bilgi üretilemez üretilse de paylaşılamazdı. Bugünkü yaşamımızda elektrik olmasa biz de olamazdık.

Sağ ve salim kalmamızın en temel gerekenlerinden olan canımız ciğerimiz olan elektrik aynı zamanda da canımızın can düşmanı. Kullandığımız elektrikli ev ve iş yeri gereçlerinin hemen hepsi ortama zararlı ışınlar yayıyor. Fişe takılı ne kadar çok makine varsa ortamdaki zararlı ışın miktarı da o kadar artıyor. Bu tahripkâr ışınlar, kaynakları olan prizden yatay olarak 1 metre uzağa kadar erişebiliyor. Duvar ya da aradaki eşyalar bu yayımını engelleyemiyor. Örneğin sizin yatağınızın dayalı olduğu duvarın arkasındaki mutfakta bulunan buzdolabı ya da banyodaki çamaşır makinası ya da komşu dairenin salonundaki televizyon yastığınıza 1 metreden yakınsa ve çalışmasa bile fişe takılıysa, siz gece boyunca sakin sakin uyurken beyninize ışın bombardımanı gönderiyor. Yatak odanıza kendi elinizle yerleştirdiğiniz televizyon ya da nasılsa fişte değil diye güvenip yastığınızın dibine koyduğunuz telefonunun asıl tehlikeli ışınım kaynağı olduğundan hiç bahsetmeyelim bile. Evinize 75 metreden yakın olan elektrik direklerinin ve aktarım kablolarının yarattığı zarardan herhalde haberimiz vardır ama yanı başımızdaki otoyolun yarattığı etkilenimi çoğu zaman hesaba bile katmıyoruz.

Henüz bizde yeterince yaygınlaşmadı ama bir de şimdi Siri ve türevleri var. Telefon ya da diğer tür bilgisayarlara ya da kendine özel minik bir alete yerleştirilmiş olan bu uygulama sizi dinliyor ve sorduklarınıza cevap veriyor. Ben bir tek Siri’yi ansam da bir değil birkaç tane farklı uygulama var aslında. (Siri Apple'ınkinin adı, Amazon'unki Alexa ve Microsoft'unki Cortana, Google’unki şimdilik isimsiz sadece asistan…) Konuşması bir kadın sesi taklidi ile olduğu için adı da genellikle bir kadın adı olan bu uygulamaların amacı sizin sesli sorularınıza yanıt vermek. Adını seslendiğinizde 7/24 hemencecik yanıt veren bir uygulama. Sorununuzun cevabı için araştırma yapıp cevapları önünüze seren, şaka yaptığınızı bile anlayıp standart cevabı yaratıcı yanıtmış gibi sunan bu uygulamalar hızla ucuzluyor hatta bazıları tümüyle ücretsiz. Şimdilik bizim evde Siri sülalesinden kimse barınmıyor deseniz bile ummadığınız kadar kısa bir sürede sizin eve de bunlardan birinin ya da birkaçının sızacağını garanti ederim. Artık akıllı evler de bunlarla yönetiliyor. Kapıyı kilitlemesi, ışığı açıp kapamasının çok ötesinde işler de beceriyor. Hiç uyumadan, hiç yorulmadan size hizmet veren bu kadınlar, yorulmayan evde işte arabada gezmede her yerde yaşam alanınızda devamlı olarak sinyalleşme demek. Siz ona bir şey sormasanız da, ondan bir şey istemeseniz de o sizi devamlı olarak dinlemekte ve bu nedenle de devamlı olarak merkezle sinyalleşmeyi sürdürmekte oluyor. Bu uygulama yüklü olmasa da siz hiç kullanmasanız da cep telefonunuzun merkezle sinyalleşmeyi devamlı olarak sürdürmesi gibi. Bu nedenle evlerimiz artık birer Faraday kafesi gibi. Çalıştığımız bürolar ise, çalışan sayısına ve kullanılan alet sayısına bağlı olarak elektriksel ışınım tehlikesi artan birer katliam bürosu halindeler. İşkoliklerin en çok hastalananlar ve en ağır hastalıklara yakalananlar olmasında stres faktörü kadar bu elektriksel faktörün de etkisi var çünkü daha uzun saatler büroda kalıyorlar.

Gerek elektrikli aletlerin yarattığı gerekse de başka kaynaklardan oluşan radyasyonik ışınım, kendi evimizde de, arabamızda da, işimizde de, mağazalarda da hatta misafirlikte de canımıza kast etmeyi sürdürüyor.

İçeride yaşamak:
Bu konuda yukarıda anlatılanlar dışında söyleyecek çok söz, anlatılacak çok çalışma var ama sonuç olarak söylenebilecek laf şu: İnsan soyu, hem akıl hem duygu hem de beden sağlığı için, açık havaya geri dönmek zorunda. Soyumuz denilen 8 milyarlık nüfus için yapılması gereken çok şey var ve hemen başlansa bile ki başlanmıyor, bu iş oldukça zaman alacak gibi görünüyor. O nedenle öncelikle kendi düzenimizi kurmamız gerektiğini kavramamız ve buna göre davranmaya başlamamız şart. Yoksa şu bilmeceyi çözersen Alzheimer olmazsın, bu otu kaynatıp içersen kanserden korunursun, falanca yağı yastığına sürersen rahat uyursun, başkalarının dertlerine ortak olmayı bırakıp bencil olmayı becerirsen mutsuz da olmazsın vb.lerle idare etmeye çalışsak da açık havada yaşamayı öğrenmedikçe çeke çeke yaşadığımız ve sürüne sürüne öleceğimiz ortada.

Sonuç olarak içeride yaşamak büyük tehlikelerle dolu. İçerinin havasını becerebildiğimizce daha temiz hale getirmek, sürekli havalandırmak ve olabildiğince elektrikli aletleri azaltmak, kullanılmadıklarında fişten çekmek, otururken ve yatarken en az bir metre mesafesini korumak çok önemli önlemler.

Dışarıda hava nasıl olursa olsun, daha az zamanı içeride daha çok zamanı açık havada geçirmekse gerekli falan değil şart.

27 Şubat 2020

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ