GERİ

Kâğıttan Çiçek

Bahçeyi biraz toparlamak için kiraladığım işçi meğerse yeni bel fıtığı ameliyatı olmuş. Geçinmek için gündeliğe ihtiyacı olmalı ki daha tam iyileşmeden bahçecilik gibi zor bir işi yapmayı sürdürüyor. Ameliyat olmasına güvenmemesi gerektiğini, çünkü bir disk ameliyat edilse de çok sayıda başka diskimiz olduğu için aynı biçimde davranmayı sürdürürse diğerlerinin de tek tek sorun yaratacağını anlatıp, ayaküstü biraz eğitim yaptım. Fizik tedavicilerden rol çalarak, nasıl çömelip kalkacağını, nasıl yük kaldırması gerektiğini, bel kaslarını nasıl güçlendirebileceğini falan anlattım. Sonrasında ısrarla adımı bir kağıda yazıp vermemi istemesini anlayamadım. Bir gün elinde bir kartla gelince anladım. Adımın harfleri çiçeklerden oluşan bir teşekkür kartı yapmış. Hediyesine çok teşekkür ettiğimi söyledim ama doğrusu hiç memnun olmadım. O kadar çok uğraşılmış ki bu kartla bence emeğe yazık. İçimi gizlemeyi zaten beceremem, ne gereği vardı, kim bilir ne kadar çok uğraşmışsındır, dedim. Çok değil birkaç akşamda bitti, dedi. Demek ki çok uğraşmış gerçekten. Hangimiz hediye için günlerce emek veriyoruz ki? Emek vererek hediye üretmek ne kadar demode oldu değil mi?

Şükranlarımı ısrarla iletince, önemli değil, ben hep yapıyorum, geçen hafta beni ameliyat eden doktoruma yapmıştım, bu hafta sana yaptım, gelecek hafta da komşumun kızının yaş günü var, ona yapacağım dedi. Amerika’da kart verme meselesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamamı sağladı. Bu konuyu ilk kez öğrenmemi sağlayansa Doktor Nilüfer’dir. Kendisi Amerika’da üst ihtisas yaptıktan sonra bizim klinikte çalışmaya başlamıştı. Bir gün bana bir kart hediye etti. Mimar maketi gibi incecik bir malzemeden üç boyutlu yapılandırılmış olan bir şey(!) kapatınca katlanıp kartın içinde kalıyordu. Bu karttan bir şey anlamamıştım. Ne anlama geliyor acaba bu diye kartı evirip çevirmemden cahilliğimi anlayan Nilüfer, ablacım Amerika’da insanlar sevgilerini göstermek için birbirlerine kart veriyor. Çok önemsiyorlar kart vermeyi, ben de onlardan öğrendim o yüzden size bu kartı veriyorum demişti. Soyut anlamını kavramadımsa da gerçekten güzel bir karttı, Nilüfer’in sevgi sözleri de eklenince saklamıştım ama kart vermenin önemini yeterince anlamamıştım, Amerika’ya göçünce anladım. Çocukluğumuzda sim yapıştırılarak kar manzarası oluşturulmuş, masal kitabından çıkma gibi görünen kartpostallar vardı hatırlarsınız. Bazıları da iki kat olur içine mektup gibi uzun uzadıya bir şeyler yazılırdı. Sonra mektup yazmak gibi kart göndermek de unutuldu. İlginçtir, teknoloji dünyası Amerika’da unutulmamış. Özellikle yeni yıl kutlamalarında herkes herkese kart postalıyor. İş arkadaşlarının kutlanacak bir şeyi olduğunda yüz yüze kutlamak yeterli sayılmıyor, bir de kart yazıp elden veriyorlar. Yaş günü hediyesinin içine kart koymasan olmuyor ama hediye vermeden kart versen oluyor. Kartsız hiçbir kutlama olmuyor. Bir bahane bulup bir birlerine kart yazıyorlar. O nedenle çarşılarda çeşit çeşit tebrik kartı var. Çoğunda kutlanacak şeyle alakalı güzel sözler yazsa da siz gene de kendi sözlerinizi ekliyorsunuz. Bir de kendisi kart üretenler var. O da bayağı bir iş. Bizde tahta boyama ne kadar yaygınsa burada da el işi deyince öncelikle kart üretmek anlaşılıyor, o kadar yaygın.

Bizim cezaevlerinde nereden çıktığını ve neden o kadar yayıldığını bilmediğim bir boncuk işi vardır. Bir arabanın dikiz aynasının tepesinde minicik boncuklardan yapılmış rengarenk bir kuş sallanıyorsa veya vites kolunda aynı türden bir tesbih şıkırdıyorsa bilirsiniz ki ya şoför ceza evinde uzun zaman yatmıştır ya da bir akrabası. Cezaevinin mecburiyet sabrı olmasa yapılacak iş değildir o boncuk işleri çünkü. Benim bahçe işçisi de 16 sene kalmış ceza evinde. Orada öğrenmiş kâğıt katlayıp kart yapmayı. Bunun bir Japon sanatı olduğunu bilmiyormuş. Yürürken aksamasının cezaevi yemekleri yüzünden olduğunu biliyormuş: Taze sebze meyve çok nadir verirler ceza evinde. O kadar sene boyunca sadece karnımı doyurdum ben doğru dürüst beslenemedim ki dedi. Ayaklarımın sızından gece uykusunu unutmuştum diye anlattı. Ceza evinden çıkınca ilk işim doktora gitmek oldu, vitamin eksikliği yüzünden Polinoropati olmuşsun artık yapılacak bir şey yok dedi doktor. Ağrılarımı azaltmak ve uyku için haplar verdi. Sonra o hapları da uyuşturucu sayılıyor diye yasakladılar. Ayaklarım giderek kötüledi. Gençliğimde yaptığım bir hatayı çok ağır ödedim ben. 16 sene cezaevi yetmedi bir de üstüne sağlığımı kaybettim, dedi. Demek ki Türkiye Amerika fark etmiyor. Cezaevi koşullarının kötülüğüne besinlerin yetersizliği de eklenince cezalar her yerde hep eziyete dönüşüyor.

Çiçeklere bayılırım. El emeğine saygım da var. Ancak bu karttan kurtulmak istiyorum. Bu kart bana saltanatımızı yıkacaklar korkusuyla yüz binlerce aydının yıllardır ceza evinde tutulduğunu hatırlatıyor. Bu kart bana taşları bağlayıp itleri salanları hatırlatıyor. Bu kart bana Amerikan hapishanelerinin de farklı olmadığını hatırlatıyor. Atsam ya da dip köşeye saklasam ne fayda. Mesajı iletti bir kere. Ölüm orucunda can çekişenleri, bir elma dişlemeye hasret gidenleri içime kazıdı bu adam, adıma çiçek yapıştırarak. Fasulye tanesini ıslak pamuklara sarıp demir parmaklıkların arasından sızan ışıkta minicik bir fidan yetiştirerek doğa özlemini gidermeye çalışanların, aylar yıllar boyunca kağıtları çiçeklendirdiklerini getirdi gözüme soktu. Bahçemi çiçeklendirecekti güya.

İnsanları çiçeksiz bir hayata mahkûm edenlerin canlarının çiçeği solsun diye ilenmekten başka bir yol bulamadım da içimi size döktüm işte. Fotoğrafı da koydum ki sadece bana hatırlatmasın ceza evindekilerin derdini. Bir aydır evde hapis kaldık diye dövünenler, sadece vatanını sevdiği için yıllardır içeride tutulanları hatırlasın diye. Çiçeklerimiz solmasın diye. Bir de hapis günlerde taze sebze meyve yemeği ihmal etmeyin diye.


18 Nisan 2020

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ