GERİ

Hayal bu ya…

Bana hep hayal dünyan hiç gelişmemiş senin derler ki kesinlikle doğru bu. Öyle olağan üstü bir dönemden geçiyoruz ki ben de kendimi aşayım ve azıcık hayal kurayım istedim. Yeni bir dünya kurulurken söz sahibi olsaydım, neler yapardım diye hayallendim. Korona sayesinde dünyanın değişeceği apaçık. Nasılı da ortada: Artık sandığımızdan da çok şey online olacak. Bu demek ki çocuğu ihtiyarı ile herkes daha çok ekrana yapışık yaşayacak, daha çok kapalı ortamlarda kalacak. Bu sayede hayatımız kolaylaşacak ama hastalıklarımız ve de mutsuzluğumuz artacak. Oysa tersi olsun isterdim. Söz sahibi ben olsaydım, önceliğim doğayı insanla yeniden ortak yaşatmak olurdu.

1-Pazar yerleri kurardım mesela. Hala birçok Anadolu kasabasında olduğu gibi üstü kapalı ama yanları açık Pazar yerleri. Ama hemen dibinde lavabosu, tuvaleti, hatta banyosu olan bir birim de eşlik ederdi pazarlara. Bu birimde elektrik prizi, şarj makinaları, buzdolabı da bulunurdu, hem satıcıların hem de müşterilerin ihtiyacı için. Şimdilerde Amerika’nın yol molası olan tuvaletlerindeki gibi. Bu pazar yerlerinde kendi ürününü satmak isteyenlere halden alıp getirenlere göre daha ucuza tezgah yeri verirdim, hemen herkesin üretmesi ve fazla geleni satmasını teşvik için. Bu pazarları evlerden ırak yerlere değil satının da alıcının da kolayca ulaşabileceği sıklıkta her mahalleye kurardım, büyüklüğünü de o yerleşimin nüfusuna göre ayarlardım.

2-Mimari kanunları değiştirirdim. Evlerin her bir hacminin bir duvarının yeni moda balkonlarda olduğu gibi sliding denilen kayarak tümüyle açılan tavandan yere kadar camlarla kaplanmasını zorunlu tutardım. Hava müsait olduğunda açılarak içerisi derhal ve tümüyle dışarısı olabilsin diye.

3-Yatak teknolojine ciddi bilimsel yatırım yaptırırdım. Yatakların sadece insanın altına konan düz bir şey değil bedeninin her tarafını uygun biçimde sarmalayacak üç boyutlu ve yumuşacık bir şey olmasını sağlardım. Koza gibi saracak bu yatağın içinde ne baş-boyun askıda kalırdı, ne kol-bacak bedene yük olurdu böylece. Yataklar yatanın ağırlığına ve şekline göre otomatik düzenlenir, uyku sırasındaki dönmelerde falan da yeniden şekil alabilirdi oluşturulduğu o özel malzeme sayesinde. Yatak, insanı çepeçevre ve rahatça sardığında, belki de uykuda dönüp durmalar da biterdi, kim bilir. Uyku düzenini sağlarken sadece yatağın değil uyunan ortamın bütünün düzenlenebildiği , dış ortam koşullarının uykunun kalitesini etkilemeyeceği bir düzenekle insanların sahiden rahat ve dinlendirici bir uyku çekmelerini sağlardım. Hem kendi evlerinde hem de gezdikleri gittikleri her bir yerde.

3-Hastaneleri Kızılderili kulübeleri gibi yapardım. Üstü kapalı yanları yarı bellerinden yukarıda tümden açık şekilde. Böylece hastane enfeksiyonu diye bir dert olmazdı. Klima mikrobu kavramı da yok olurdu, tepeden efil efil girip çıkan hava sayesinde . Hastane yataklarını da uzay kapsülü gibi yapardım. Hastanenin bütünü ısıtmak ya da soğutmak yerine o kapsülün ısını ayarlardım iklimin ve hastanın durumuna göre. Hastane çalışanları da mikrofiber, nanoteknolojiler vb. sayesinde çok hafif ve incecik giyinirlerdi ama ne üşür ne de terlerlerdi teknoloji nimetleriyle.

4-Okulları tümden kapatırdım. Çocuklar belirlenmiş bir yerde sabit oturup kıpırdamasın diye kurallar koyacağıma, karda- buzda, çölde-güneşte bile olsa araziye salar, ne öğreteceksem de onlar koşar- zıplar, tırmanır-düşerlerken öğretirdim. Finlilerin pek güzel yapıp becerdikleri gibi.

5-Araba yollarından çok yaya yolları yapardım yerleşim yerlerine. Koşana ayrı, yavaş yürüyene ayrı, bisiklete binene ayrı şeritler ayrılmış olan yollar. Sık aralarla duraklar olurdu bu yollarda. Duraklarda içme suyu, tuvalet, banyo, dinlenmek için banklar olurdu. Elektrik prizleri ve şarjlar da. Avustralya’lıların tatil kasabalarında yaptıkları gibi.

6-Bakımevleri yapardım, personeli bol ama hiç bir binası olmayan. Yaşlısını da özürlüsünü de mutlaka her sabah evinden alıp giden, akşama geri getiren ekipler kurardım, Kübalıların yaptıkları gibi. Bakıma ihtiyacı olanın ne gibi bakımı gerekiyorsa onu yapan timler olurdu bunlar. Kuaföre mi gidecek bugün hamama mı, tırnakları mı kesilecek masaj mı yapılacak onlar planlar ve sağlardı. Yürüyemeyeni arabayla, gezebileni tabana kuvvet dolaştırırdım gün boyu eşlikçileri ile birlikte, kimse evinde ya da yurtta pineklemezdi böylece. Sinemaya da götürtürdüm konsere de. Kim neyi seviyor istiyorlarsa, oraya. Florida’da yaşayan cebi dolu İhtiyarlar gibi özgür olurdu, özgürlüğü fiziksel olarak kısıtlanmış olan herkes, hem de her yerde.

7-Öğretmen ordusu kadar çok turist rehberi ordusu yetiştirirdim. Rehberlik okullarında, bebeklik çocukluk, yaşlılık ve özürlülük derslerini mecbur tutardım. Bu bölümlerde üst ihtisas da açardım. Böylece bunamışları gezdirmeyi bilen, tekerlekli arabalılara seyahatler düzenleyen, körlere özel turlar ayarlayan, sağırlarla işaretle konuşabilen, hiperaktif çocuklar kadar hızlı koşabilen rehberler ve her bir alt grup için özel turlar olurdu dünyanın he yerinde, hem de bolca. Küçük büyük, sağlam sakat, kimse evinde oturmasın, herkes hep gezsin, dünyanın keyfini sürsün isterdim çünkü.

8-Yazılı kitaplardan çok sözlü kitaplar olurdu benim yarattığım dünyada. İsteyen müzik dinlerdi, isteyen kitap okurdu kulağıyla, gezerken dolaşırken, çalışırken bile.

9-Sahne sanatlarını ücretsiz yapardım. Tiyatroya, sinemaya gitmek para sorunu olmaktan çıksın diye. Yazara, oyuncuya, yönetmene ve de diğer sanat emekçilerine ürettiklerinin bedelini devlet öderdi, öğretmenine, savcısına, doktoruna ödediği gibi. Ürettiği kadar kazanırdı sanatçılar sattığı kadar değil.

10-Cezaevi binalarını yıkardım. Cezalandırmayı üretme zorunluluğuna çevirirdim. Suçlunun kapasitesine göre yol yaptırır, ekin ektirir, fabrikada ya da ofislerde çalıştırırdım, zindanlarda çürüteceğime. Ürettiğini sayar, cezasından düşerdim. Kabahati saldırmak olanları ise tedaviye alırdım, işkenceye alacağıma. Bilimsel araştırmalar yapardım cinsel sapıklıklar, adam dövmeler, kafa kesmeler falan neden oluyor diye. Kendine acı çektirmek ve kendi kendini öldürmek gibi, başkasına acı çektirmenin, başkasını öldürmenin bahanesini değil gerçek nedenini bulmaya yönelik bilimsel çalışmalar yaptırırdım bu kişiler üzerinde. Bazılarının şimdi istediği gibi onlara eziyet olsun falan diye değil onların neden öyle olduklarını gerçekten anlamak için çalışmalar. O yüzden de saldırganlar zindanlarda değil laboratuvarlarda olurdu, durumlarının nedeni öğrenilsin ve çözülsün diye.

11-Evcil hayvan sahibi olmayı yasaklardım. Onları süte ekmeğe hazır mamaya alıştırmayı da. Önce adaptasyon çiftlikleri kurar, orada baktırırdım şimdiki düzende ev kölesi olmuş zavallıcıklar tekrar doğalarına dönebilsin diye. Onlar aslına döndükçe de yavaş yavaş salardım hepsini kendi özgürlüklerine. Hayvanat bahçeleri, sirkler hayvan gösterileri asla var olamazdı. Avcılık da olmazdı, ahırlar ağıllar kümesler de olmazdı. Marketlerde et süt de satılmazdı, kasaplık diye bir meslek de kalmazdı. Doğal ortamlarında görürdü insanlar göreceklerini. Hayvanlar insanlardan uzak durmayı yeğliyor, kendilerini göstermiyorlarsa da görmemiş olurdu çocuklar o hayvanların bebeklerini ve de aile ya da sürü yaşantılarını. Kendi bebeğimizi ya da ailemizi nasıl teşhir etmiyorsak onları da teşhir edemezdik kafeslerde, gösterilerde.

11-Çocukluktan başlayarak her sene ilk yardım ve sağlık öğrettirirdim. Bunu zorunlu tutar, katılımcılara da belge verir, ödül verir, ne yapar eder bir şekilde mutlaka onurlandırırdım. Her yaşa ayrı düzeyde olmak üzere yani çocuk olgunlaştıkça kapasitesi artacak biçimde temel sağlık eğitimini öğretir ve böylece herkese yaygınlaştırırdım. Sağlık konusundaki boş inançlar ve gereksiz müdahaleler için eğitim yapmayı da baş görevim bilirdim. Erişkinlere de her yıl, güncellenen sağlık bilgilerinin aktarılmasını sağlardım. Ayrıca doğada oluşabilecek felaket durumlarıyla baş edebilecek, temiz su sağlama, beslenme, korunma gibi temel bilgilerin her bir bireye mutlaka ulaşmasını sağlardım.

12-Herkesin fikrinin, sözünün dinleneceği ortak bir platform kurardım. Bilişimcilere programlar ısmarlardım bunun için. Herkesin her aklına gelen fikrini kaydedebilecek, aynı konudaki fikirleri bir araya getirip analizini sonra da sentezini yapabilecek programlar. Var olan ve olabilecek sorunların çözümü için önerilenleri ayıklayıp sınıflandırıp depolatırdım. Böylece bu ortak insan aklını kullanırdım komisyonlar kuracağıma. Benim bu aklıma geliverenlerin çok daha ötesinde fikirler gelişirdi o zaman elbette.

İşte o zaman onca teknolojik gelişmeye rağmen, binlerce, yüz binlerce yıldır yerinde sayan insanlık gerçekten ilerlemeye başlardı. Hem de birey olarak tek tek birkaç kişi değil, insan soyu tümüyle ilerleyebilirdi. Doğayla iç içe ve mutlu biçimde.

Gelecek böyle kurgulanmalı bence: Doğaya rağmen değil onunla iç içe.

29 Mayıs 2020

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ