GERİ

Amerika'da Vekâlet

Neredeyse on sene olmuştur San Diago şehrinde bir oteldeydim. Lüks otel odalarının demirbaşı olan şehrin reklam dergisini karıştırıyorum. Hani şuraları gezilir, buralarda yenir içilir eğlenilir, alışverişinizi falanca dükkândan yaparsanız bu kuponlar ile indirim alabilirsiniz, diye aklınızı çelmeye çalışan, albenili fotoğrafların parlak kâğıda basılı olduğu, kendinizi yolunacak kaz gibi hissetmenize neden olan dergiler.

Bu şehrin dergisinde iki şey ilgimi çekmişti birincisi “çağır, hemen geleyim” diyen kızların fotoğraflı telefon numaralı ilanları. Bu işin bu denli uluorta olduğunu sanırım bilmiyordum. Merak eden hemcinslerime söyleyeyim; çağır geleyim diyen erkek fotoğraflı ilan görmedim. San Diago, Amerika’nın ılıman batı kıyısında yerleşmiş küçük ve sevimli bir kent. Ulusal Deniz Kuvvetlerinin savaş gemileri buranın limanında demirli duruyor. Dolayısıyla ortalık denizci ve denizci emeklisi gençlerle dolu. Diğer özelliği de Meksika’ya geçiş şehri olması. Hem iklimi hem de sınır yüzünden bir turizm kenti. Bence kıyaslanamaz ama bizim Antalya gibi turistik bir yer. Bu nedenle de şehrin dergisinin bu içeriğini anlamak oldukça kolay.

İkinci şaşırdığımsa avukat reklamları idi. Kendini ve uzmanlık alanını tanıtan ilanlar bunlar. Birkaç satır olanı da var, avukatın boy fotoğrafı ile bütün sayfayı kapladığı ilanlar da. Bu ilanlar üç beş tane değil, tuğla gibi derginin yarısını kaplıyor. Küçük şehirde binlerce avukat çalışmasının üstelik de hepsinin ilan vererek kendi reklamını yapmasının nedenini anlayamamıştım. Sokaklardaki billboardların da avukat reklamlarıyla donatıldığını gördüğüm için bu küçük ve çok sevimli şehrin tam bir suç cenneti olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Sonra Amerika’ya yerleştim. Bu kez güney batısındayım. Aynı avukat cenneti düzen burada da var. Sonunda nedenini anladım. Amerika’da sen kendi kendini temsil edemiyorsun. Etmenin önünde bir engel yok ama yolun bir biçimde tıkanıveriyor vekille temsil edilmiyorsan. Bizde avukat işi mahkeme işi demektir ama ABD’de de çok daha ötesi. Örneğin trafik cezası yedin diyelim. Gidip paşa paşa ödemiyorsun. Bu konuda uzmanlaşmış bir şirkete o faturayı ödemesi için vekâlet veriyorsun. Vekilin de topladığı faturaların destesi ile trafik şirketinin kapısına dayanıyor. Bak elimde bu kadarlık ceza makbuzu var, bana yüzde şu kadar indirim yap, hemen hepsini ödeyeyim, yoksa tahsil etmek için uğraşır durursun, diye şantaj yapıyor. Aslında iş o kadar oturmuş ki bu sözleri bile etmiyor. İndirim teklifi kabul ediliyor ve böylece sen kesilen cezanın sadece bir bölümü ödüyorsun, şirket de açıktan epeyce kazanıyor. Bu sistem yasal. Buna uymayana, gidip cezasını tam olarak ödeyene gülüyorlar.

Bu vekâlet örneği özel bir durum değil. Yaşamın her anında yaptığınız her işte vekiliniz varsa tekerininiz aksamadan dönüyor. Örneğin diyelim ki vize alacaksınız. Vize işlemleri, bu işi yapan resmi kurumun sayfasında açık seçik belli. Vize formlarını oradan indirip kendiniz doldurarak yol alabilirsiniz. Bu basit ve işler bir yol. Ancak bunu bir avukatlık şirketi üstünden yaparsanız, yol kesinlikle daha kısa ve başarılı, diğer türlü evrağınız gidiyor geliyor bir türlü iş sonlanmıyor, sonlansa da epeyce sündükten sonra. Hani bizde evrakların arasına çorba parası sıkıştırılır ya, onun yasal modeli bu avukatlık şirketleri. Hangi şirketi kiraladığın yani aslında ne kadar pahalı temsil edildiğin, işinin yürümesinin de ana belirleyeni. Avukatlık şirketleri de çok uzmanlaşmış durumda. Ne var bunda, bizde de ceza avukatı medeni hukuk davasına girmez, demeyin. Burada uzmanlaşma çok daha ayrıntı düzeyinde. Örneğin sadece Türklerin vize işleri ile uğraşan şirketler olduğu gibi onların da öğrenci vizesi alanı ile iş ku

rma vizesi alanı bile ayrışmış durumda.

Avukatlığı sadece mahkemeye girip hakkınızı savunmak olarak algılamayın. Çoğu avukatın mahkemede savunma yapma yetkisi bile yok. Zaten işlerin çoğu mahkeme salonunda çözülmüyor. Çoğu taraflar arası pazarlıkla çözülüyor. Avukatların büyük kısmı ise sizin yerinize bütün kırtasiye işleri ile ilgileniyorlar. O yüzden işiniz yürüsün istiyorsanız kendinize bir vekil bulacaksınız. Üstelik o vekil de tam sizin işinizin uzmanı olacak.

O nedenle ülkede avukattan geçilmiyor ve hepsi çok iyi kazanıyor. Avukatların havası bin beş yüz, hiçbiri burnundan kıl aldırmıyor. Ancak rekabet de kıyasıya. Örneğin yıllardır televizyon kanallarının her reklam kuşağında dakikalarca reklam veren bir şirket var. Sadece Bayer’in sattığı bir tarım ilacının yarattığı kanser vakalarını kabul ediyor. “Eğer kanser olan bir tanıdığınızın, eskiden bir gün bu tarım ilacını kullandığını sanıyorsanız, hemen bize başvurun, size milyonlarca dolar tazminat koparalım” diyorlar reklamlarında. Milyon dolarları kazandıkları ortada yoksa bunca reklamın parası hangi değirmenden gelecek.

Bu örneklerin sonu yok. Avukatlık ve vekâlet sisteminin girmediği hiçbir alan yok. Her konuda vekalet var ama hepsinin avukat olma zorunluluğu da yok. O konuda işin uzmanı olmaları ve bunu kanıtlamaları yetiyor. İşin tek güzel yanı, siz bu uzmanlara başvurduğunuzda hiçbir şey ödemiyorsunuz. İster fatura ödemeniz olsun, ister tazminat ya da başka bir şey, avukatlık şirketi parayı karşı taraftan alıyor. O yüzden kazanmayacakları davaları da almıyorlar ve asıl güçlük sizin bulduğunuz vekilin davanıza almasında kilitleniyor. O yüzden yolda yürürken düştüm burnum kanadı, belediye kaldırımı düzgün yapsaydı düşmeyecektim diye davalar açıldığı da gerçek. Şikayetçiden para çıkmadığı için tazminat davaları ve konuları efsane gerçekten. Ancak vize almak gibi işlerde, avukatın para alacağı bir karşı taraf olmadığı için para sizden çıkıyor doğal olarak.

Herhangi bir konudaki vekilinizin illa da avukat olması da gerekmiyor. Trafik cezası ödeme işinde olduğu gibi, konusunda uzmanlaşmış ve kabul görmüş bir şirket olması yeterli. Bu vekâlet sistemini niye anlattın, bize ne diyorsanız haklısınız ama beni ilgilendiren bir yanı var. Bugünlerdeki gündemim olan kitap basım işlerinin de aynı biçimde yürüdüğünü öğrendim çünkü.

Amerika’da (muhtemelen Avrupa’da da öyledir) benim kitabımı bas diye bir yayınevine doğrudan başvurmuyorsun. Başvursan da ilgilenmiyorlar. Bizim ülkemizdeki gibi, kitabını (üstelik bütününü) şu rafa bırakıver, aylar sonra sana belki bir cevap veririz, diyen patronarşik bir düzen yok. Senin elinde ürününle dolaşmana gerek de yok. Bir şey bastırmak istiyorsan önce kendine bir vekil buluyorsun. BU “edebi vekalet şirketleri”nin sayısı belli değil, o kadar da çok. Üstelik tıpkı hukuk şirketleri gibi uzmanlık üstü uzmanlıkları var. Sen sadece senin ürününe uygun bir temsilcilik şirketi arıyorsun ki bu hiç kolay bir iş değil. Bu şirketi bulduğunda onlar senin ürünü incelemeye alıyor. Bunun için de katiyen kitabın bütünü istemiyorlar. Minicik bir özet ve minicik bir tanıtım yazmanı istiyorlar. Bu iki minik sunumdan yazarlığının satış kapasitesi olduğuna ikna olurlarsa, seninle bir anlaşma imzalıyorlar. Sahne sanatçıları gibi senin de bir menajerin oluyor. O menajer şirket senin kitabına yayınevi arıyor ki gene kit

abın bütünü ortada gezmiyor, sadece içeriği, kapsamı ve hacmi belirlenmiş durumda. Yayınevleri de bastıkları konuda uzman. Yemek kitabı basan, çocuk kitabı da basmıyor bizde olduğu gibi. Kimse ötekinin alanında at koşturamıyor, bu konuda denetim çok sıkı.

Denetim meselesi de bizdeki gibi değil. Geçenlerde bir arkadaşım Adalet Ağaoğlu ile ilgili anısını paylaşmıştı. Beni yayınevleri hep dolandırdı demiş ünlü yazar. Son zamanlarda Yapı Kredi yayınlarından aldığım dışında doğru dürüst para ödenmedi bana, oysa hep sattı yazdıklarım, diye yakınmış. Birkaç çok satan ünlü dışında, benzer yakınmalar bütün yazarların yıllardır ağzındadır. Türkiye’de ünlü değilseniz kitabınız zaten pazarlanmıyor da, olur da çok satsa bile yazara düşen payın minikliğinden yakınmalar hiç bitmiyor. Telif halkları yasası geçti geçmesine ama denetim meselesi hala sıcak konu. Oysa Amerika’da edebi menajerlik yapan şirket de satıştan pay aldığı için hem satışı destekliyor, hem de denetliyor. Bu sisteme de “kazan-kazan” sistemi yani kapitalist sistem diyorlar. Bu sistemin kurallarına uygun oynarsan, sen de kazanıyorsun, sisteme yandan gireyim dedin mi de önün tıkanıveriyor.

Bizde ise tersi işliyor. Kurallara uyana ekmek yok, gelen çarpıyor giden çarpıyor. Yolda ilerlemek istiyorsan, yan yollardan gelip aniden fırlayarak öne geçmen lazım, yoksa tıkanıklıkta sürünüyorsun. Tevekkeli küçük Amerika olan ülkemizdeki kapitalizme “Vahşi Kapitalizm” diyorlar…


26 Temmuz 2020

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ