GERİ

Sekiz Yüz Dolara Mal Olan Mantar

Bu sabah yataktan telaşla fırladım çünkü akşamdan çöpü çıkarmayı unutmuşum. Çöp kamyonu da çok erken geçiyor. Konteynırı sokağa bırakırken, havanın ne kadar kapalı olduğunu görüp hatırladım bugün öğleden sonra şiddetli fırtına beklediğimizi. Bahçedeki aksesuarları, mobilyaları filan toplamak lazım yoksa fırtına hepsini kaldırıp kaldırıp vuracak sağa sola. Onları yerleştirirken gözüm minicik bir mantara erişti. Eve koşup makinamı aldım hemen. Mantar tutkunu olan arkadaşım Neşe Dursunoğlu için onu fotoğraflarken fark ettim semizotlarımı saran yabani otları. Ot yolarken çiselemeye başladı yağmur.

İçeri kaçtım ama cama yerleştim yağmur seyrine. Fakat mıy mıy yağıyor bu sefer, seyredecek bir güzelliği yok. Bir postam vardı, bari yağmur ağırlaşmadan postaneye gideyim, dedim. Hazırlandım tam çıkacağım, bugünün Cumartesi olduğunu hatırladım; Postane daha geç açılacak. Öyleyse bari kahvaltımı yapayım, dedim. Azıcık da boğazım ağrıyor diye kuru soğan omleti yapmaya niyetlendim. Doğradım tavaya attım soğanları, başında duracak değilim ya dereotu maydanoz ayıklamaya giriştim; azıcık fazla kızardı soğanlar. Kıyıp atamadığım soğanlara yeşilbiber ekledim. Gene beklemek lazım yumuşasınlar diye ama ben başında bekleyemem ki hiçbir yemeğin, çöp diye yataktan fırlayınca toplayamadığım yatakları yaptım o arada. Döndüm kahvaltıya oturacağım, postanenin açılma saatinin geldiğini fark ettim. Ortalık kalabalıklaşmadan gidip geleyim de sonra rahatça kahvaltımı ederim, diye bir koşu fırladım. Ancak gene de hızlı olamadım. Çünkü hala sabah ama gene de araba hamam gibi. Eskiden araba ısıtırdık ya şimdi de araba soğutuyoruz biz, yoksa binilmiyor. Arabayı çalıştırdım, o soğurken biraz daha ot yoldum. Neyse, sonunda postaneye gittim ki paketi yanıma almamışım. Geri döndüm. Bir tur daha attım, ohh be sonunda paketi attım.

Ohh be tabii, hala saat erken, şöyle güzel bir kahvaltı edeyim derken, telefonum çaldı. Telefonu almak için çalışma masama doğru geçerken gözüm dışarıda kalmış fotoğraf makinama erişti. Güzelim makinam yağmurun altında kalmış. Ruhuna el fatiha.

Artık keyfim de kalmadı ama gene de kahvaltı etmek lazım. Ne göreyim; ocağın altını kısmış ama söndürmemişim, yanmış benim omlet.

Niye oldu bütün bunlar biliyor musunuz? Benim “Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite sendromu”m (DEHS) var. Hiçbir yerde durup bekleyemem, daldan dala konarım böyle. Bir şey yaparken ötekine atlarım. Bunu yarım bırakır, diğerine geçerim. Hep böyleyim. Bu hiperaktiflik huyumu da çok severim. O sayede çok şey üretirim, bir anım bile boş geçmez. Ancak aynı sendromun diğer yüzü dikkat yetersizliğidir. O nedenle maddi manevi çok kayıplar yaşarım. Postaneye çift tur ve yanan omleti hadi saymayalım ama 800 dolar gitti fotoğraf makinamla birlikte bu sabah. Üstelik daha bir sene olmamıştı bir önceki makinamı gene bahçede unutup yağmura hediye edeli.

Gene de tek suç benim dikkatsizliğimde değil. Asıl suçlu kim biliyor musunuz? Uyku.

Eğer bu sabah çöp kaçtı diye her zamankinden erken fırlamasaydım yataktan, bu kadar dikkat kaybı yaşamayacaktım. Emin misin demeyin, çok eminim, 60 senedir yaşıyorum ben bu DEHS ile. Ne zaman uykusuz kalsam böyle coşuyor, ne zaman güzelce uyusam ve de endişesiz olsam o da sakinleşip uykuya geçiyor.

Ben onu iyi tanıyorum. Sizinle de tanıştırayım istedim. İster DEHS’li olun ister olmayın, uykunuza ihtimam gösterin. Uyku, ondan çaldığınızı, maddi ya da manevi olarak mutlaka ödetir, bilin isterim.

1 Ağustos 2020

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ