GERİ

Yakında Hepimiz Uçacakmışız…

Rüyanda uçar mısın sorusunu sormaya bayılıyorum. Gençken ben uçardım da. Sırtüstü, yüzüstü, yatar pozisyonda, dik durumda, her koşulda hiç eforsuz uçuyordum. Sonradan böyle rüyalar görmez oldum ne yazık ki. Bu soruyu sorduğum bazı kişiler de uçuyormuş. Onlar da benim gibi hiç çaba sarf etmeden kolayca ve çok olağan bir şeymiş gibi uçuyorlarmış. Ancak bazıları “ben rüyamda düşerim” diyor ki bu durum ilişkili olsa da aslında bambaşka bir rüya deneyimi. Ben önüme gelene bu soruyu sormaya uzun yıllar önce başladım ve ısrarla sürdürdüm. Ancak artık bu soru ve cevabı anlamını yitirdi.

Çok yıllar önce, sanırım bir ajan filminde görmüştüm. Adamın biri sırtında Aygaz tüpü gibi bir şeyle birlikte havada uçuyordu. Gerçek olabilir mi diye düşünmüş ve bayağı heyecanlanmıştım. Uçmaya oldum olası bir hevesim vardır zaten. Rüyalarım da belki o yüzdendir. Bazen derin ve sakin sularda yüzerken kendimi havada uçuyormuş gibi hissetmem dışında, zamanla uçma hissi rüyalarımdan da hevesimden de uzaklaştı gitti ne yazık ki.

Bir National Geografic yazısı ile de geri döndü uçma hevesim. Sonra bir reklam filminde bir gölün üstünde kuş gibi fink atıp istediği noktada yere konan bir adamı gördüm. Bu reklamı izlerken herhalde sanal görüntüdür diye düşündüm. Ancak sanal filan değilmiş uçan adamın görüntüsü. “Jet Pack” dedikleri bir çeşit sırt çantası kılıklı aletle gerçekten uçuluyormuş artık. Bu film ve yazı sayesinde sadece uçma hevesim canlanmadı, hayal gücüm de harekete geçti.

Düşünsenize bir yelek giyiyorsunuz ve sonra bastığınız düğme sayesinde olduğunuz yerden dimdik havalanıveriyorsunuz, tıpkı bir helikopter gibi. Sonra bilgisayar oyunu oynar gibi elinizdeki düğmeleri sağa sola oynatarak istediğiniz yöne doğru uçuyorsunuz.

Ufff amma güzel olur be hepimiz uçsak. Düşünsenize araba satın alma ya da park etme derdi yok. Otobüsü kaçırdım, minibüs doldu da bana yer kalmadı cefası yok. Metroda klostrofik olma durumu yok. Trafik sıkıştı yolda kaldım belası yok. Nereye istiyorsan oraya, istediğin yerden uçarak gidiveriyorsun. İstediğin yere de kuş gibi konuyorsun. Artık kuşların özgürlüklerini kıskanmaya bile gerek kalmıyor.

Sağlıklı bir insanın hiç farkına varmadığı en büyük yeteneği ayakta durabilmek ve yürüyebilmektir. Bizi ayağa kaldıran evrimin gelişimi henüz tam tamamlanmadığı için de en kolay kaybettiğimiz bu yeteneğimizdir. Bebeyken yürüyemiyoruz, ihtiyarlayınca yürüyemiyoruz, hastalanınca, sakatlanınca yürüyemiyoruz. Ağrımız olunca bile yürüyemiyoruz. Hatta iş çığırından çıkmışsa bırak yürümeyi ayakta bile duramıyoruz. Düşünsenize bir yelek giyiyor düğmesine basıyorsun ve ayakta bile duramadığın halde hop havadasın. İllaki uzak kilometrelere gitmene de gerek yok. Çok yükselmen bile şart değil. Azıcık havalanabilmen bile pek çok şeyi çözer.

Teknoloji bu noktaya çoktan ulaştığına göre bu aletin çeşitlerini yapmak mümkün. Basit ve iyice hafif bir çeşidi ile havada uzun süre kalmadan evin içinde zıplaya zıplaya bile dolaşabilirsin. Diyelim ki tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş biri tuvalete gidebilmek için kangurular gibi zıplayabilir bu giysisi ile. Dizin ağrıyorken ya da ayağın alçıdayken sadece yeleğini ateşleyerek dolaşabilirsin, olduğun yere çakılı kalmak yerine. Daha ne çok faydası olur bu uçma aparatının, off ki offf. Yeme de yanında yat durumu yani.

Aklınıza yatmadı mı?

Azıcık hafızamızı kurcalayalım. Gençler ne dediğimi anlayamayacaktır ama “öyle bir telefon yapıyorlarmış ki konuşurken karşındakini görebilecekmişsin” dendiğinde “hadi ya sen de” demiştik biz. Eee kolay değil; 1969 yılında aya ayak basılacak ve bunu aynı anda dünyanın her yerinden izlemek mümkün olacak dendiğinde, babam eve bir televizyon alıp gelmişti. Biz çocuklar evimize ilk kez gelen ve günün sadece belli saatlerinde çalışabilen o kocaman kutuyla ilgilenirken, babam kendisinin çocukluğunda evlerine ilk kez giren bir başka kutudan, radyodan bahsetmekteydi. Nereden nereye geldik.

Benim doktor olmaya çalıştığım yıllarda, içine hava göndererek kontrast farkı yaratıp beynin düz röntgen filmi çekilirdi ya da parlatıcı eklenmiş kimyasallar damarın içinden gönderilip beynin neresi nasıl ışıldamış diye bakılarak teşhis konmaya çalışılırdı. Bırakın MR teknolojisini, Bilgisayarlı Tomografi Aleti ilk kez Türkiye’de bir hastaneye girdiğinde, ben o koridorlarda dolanan bir öğrenciydim. Gençler için şaşırtıcı olacak bu hikâyeler milattan öncesine ait değil; ben o kadar da yaşlı değilim; 61 yaşındayım. Şimdi Zoom üstünden dünyanın dört bir yanından insanlarla beraberce ders yapıyorum.

Çok genç bir hanımla sohbet ediyorduk, konu işe güce gelince ben Alexa alıp satıyorum, dediydi 4 yıl kadar önce. O da ne, demiştim. Brezilya’da çok pahalı ben Amerika’dan alıp Brezilya’ya gönderiyorum, demişti. Ben Alexa nedir bilmiyordum, o ise anlamadığım şeyin onun ticaret şekli olduğunu sanarak anlatıp duruyordu. Sayesinde öğrendim: Alexa, sizinle konuşan, sorduklarınıza cevap veren, minicik bir kutu. Asıl işi, verdiğiniz komutlar kapsamında evinizi yönetmek. Artık bu kıtada Alexa’sı olmayan ev kalmamış gibi. Kapınızı kilitleyip açmaktan tutun da, yerleri kendi kendine süpüren temizlik robotunuzu çalıştırmaya kadar, bir dolu işi yapabiliyor bu hanımefendi kutu. Temizlik robotu dedim de bilmeyenlere açıklayayım; öyle robot lafının akla getirdiği hüyela bir şeydir sanmayın. Bir karıştan azıcık fazla çapı olan, koltukların altına bile girip çıkan yer cücesi yatay bir silindirden söz ediyoruz. Şimdilerde hala bu temizlik robotuna sahip olmayan hanımlar olanlara akıl danışıyor. Kara Cuma diye anılan alışveriş manyaklığı gününde hangi markayı alsınlar diye.

Geçenlerde grup fotoğrafı çektiriyoruz. Sevgili kızım benim kameramı beğenmeyip kendi cep telefonunu kurdu. Fotoğrafta sen de olmalısın diyerek de bahanesini oluşturdu. Üstelik kendisi de kareye girdi çünkü fotoğrafı çektiği cep telefonunu kolundaki saatten kumanda etti. Saat deyince, kızım saat manyağıdır. Renk takıntısı da olduğu için her elbisesinin renginde hatta renginin tonunda saati olurdu eskiden. Şimdi bu saat çeşidi işi bitti, sadece tek bir saati var. O yüzden saat almak yerine çeşit çeşit saat kordonu alıp duruyor. Saat dediğim bir bilgisayar elbette. Bilgisayarlar öyle küçüldü ki artık, telefon denilen, temizlik robotu ya da Aleksa denilen şeylerin hepsi de birer bilgisayar. Hayatın her alanı digital oldu, kimlik ve kredi kartı çiplerini cildinin altına yerleştirenler bile var.

Teknolojinin hızı, bizim ömür süremizce öyle bir ivme kazandı ki biz artık yeniliklere şaşanlara şaşar olduk. O nedenle bir yelek giyerek uçabiliyor olmamıza ben artık şaşmıyorum. Bunun benim ömür sürem içinde gerçekleşebilecek oluşuna ise çok seviniyorum.

Biz gelecekte uçacakmışız derken, yakın geleceği kast etmekten büyük mutluluk duyuyorum. Gelecek lafı bile abartı aslında. Piyasaya pek çok modeli çıkmış durumda; Amazon’da Ebay’de bile satılıyor. En yaygın olanı jet ski gibi suyun üstünde spor ve eğlence amaçlı kullanılanı. Sanırım kaza bela olasılığına karşı henüz karada serbest uçuşa izin yok. Ancak işin su üstünde oynaşmalarla kalmayacağı çok açık. Aşağıda linkini paylaştığım üçüncü video JetPack kullanımının hayalleri çoktan aştığının en güzel , en yararlı örneği ama bence siz üşenmeyin sadece onu değil öteki videoları da mutlaka izleyin.

Adı Jet Pack, Jetpack, Jetsuit , Fly Suit ya da Flyboard diye anılsa da hepsi aslında aynı şey; çok yakında hepimizi uçabilen canlılar sınıfına sokacak olan teknolojik gelişimin adı bu. Dört duvar arasına hapsedilmeye çalışıldığımız günlerden bir an önce kurtulup özgür günlerde havalarda selamlaşmak dileğiyle.

Ne deniyordu eski bir şarkı sözünde; “rüyalarım olmasa….”

Rüyalarımızı gerçek kılan bütün kâşiflere saygılarımla…

19 Kasım 2020

NOT: Bu yazıya ilham veren videolar: 1, 2, 3, 4, 5,

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ