GERİ

Kuliste Beklediğimiz Yetti, Hadi Artık Sahneye

Abhazya’da Kaf dağının tepesinde, Stalin’in yazlığını gezerken rehber anlatmıştı. Ayakkabısının tabanının 17 cm tahta dolguyla yükseltildiğini. Olduğundan daha uzun görünmek istediği için. Gerçek mi yoksa asılsız bir söylenti mi bilmem ama herkesin bir biçimde olduğundan başka görünmeye çalıştığı ortada. İlave dolgulara kadar uzanmasa da kıl tüy bakımından giysi seçimine kadar her bir ayrıntı ile uğraşarak hepimiz olduğumuzdan başka görünmeye çalışıyoruz. Ben de Stalin’le aynı nedenle topuklu ayakkabı müdavimiyimdir; boyum kısa.

Olduğumuzdan başka bir şey olmaya çalışmanın olduğumuzla övünmekle de alakası var bence. Övünmek deyince akan sular durur bende. Beni tanıyan veya yazdıklarımı okuyanlar her fırsatta övündüğümü bilir; övünmede sınır tanımam.

Övünmek iyi bir şey midir? Hele hele tevazu göklere çıkarılırken…

Bence çok da iyi bir şeydir övünmek ama neyle övündüğünüze bağlıdır bu iyilik hali. Malınız mülkünüzle, dininiz ırkınızla, soyunuz sopunuzla, güzelliğiniz yakışıklılığınızla hatta aklınız zekânızla övünüyorsanız bence halt yiyorsunuz. Çünkü bunlar kişinin kendisinin elde ettiği şeyler değildir. Adaletsiz bir paylaşımın edilgen eldeleridir. Kim nerede, kimin evladı olarak, hangi özeliklere sahip olarak doğacağını belirlemiş ki. Neyiyle övünüyorsun kardeşim hazıra konduklarının?

Ben hiçbir konuda hazıra konmadım. Belki de zaten bunlara sahip olmadığım içindir bu gibi şeylerle övünemeyişim. Kral ailesinin evladı olarak doğsaymışım ya da güzellik kraliçesi olabilecek bir bedene sahip olsaymışım, hiç değilse sülaleden kalma gösteriş yapabileceğim değerli mallarım olsaymış ben de onlarla övünüyor olabilirdim belki. Öylesi bir şansa sahip olup da övünseydim, ben de halt yemiş olurdum, o kısmı da kesin.

Zaten bu nedenle övünmek ayıplanıyor olmalı ama bence hedefini şaşmış bir şeydir tevazünün alkışlanması. Ben hiç öğrenemedim alçak gönüllü olmayı. Övünüp dururum kendimle. Kendimle derken kast ettiğim şey yapıp ettiklerimdir. Övüncüm emeğimedir. Emek vererek elde ettiklerimedir, hazıra konduklarıma değil. Mesela bakımlı ve süslü olmakla övünürüm; bedenime ve görüntüme emek verdiğim için. Çalışkanlığımla övünürüm; orta karar bir zekâyı parlatıp parlatıp kullanmakta olduğum için. Sonuçta, yaptığım ettiğim ne varsa ortaya döker, sergiler gösterir, alkış beklerim. Emek vererek elde edilen ürünün kıymetini bildiğim ve de bilinsin istediğim için.

“Bana verili olanı boşuna harcamadım, aldığıma bir şeyler de ben kattım” deyişim bilinçli seçimimdir, pohpohlanma içgüdümden kaynaklanıyor olsa bile.

Hepimizin pohpohlanmaya, alkışa, aferine ihtiyacı var. Bunu birbirimizden esirgemeyelim. Tevazünün da hiç lüzumu yok bence; kendimize de aferini yapıştırmayı bilelim, iyi ve doğru şeyler yaptıkça. Üretimimize üretim kattıkça. Ancak neyi öveceğimizi ve de neyle övüneceğimizi de iyi bilelim. Hazıra konulanın değil emeğin kıymetli olduğunu bilelim. Çünkü paşa oğlum/ yakışıklı oğlum, güzel kızım/ prenses kızım, övgüleri geleceğimizi karartmaktan başka bir işe yaramıyor, denemeyle sabittir. Övgü çabaya olmalı. Övgü çalışkanlığa olmalı. Övgü üretime olmalı. Çocuğumuzu “akıllı yavrum benim” diye bile değil “çalışkan çocuğum benim” diye övmeye başladığımızda, geleceğimiz bugünümüzden bambaşka bir biçimde şekillenebilir.

Zekâmız ve güzelliğimiz gibi hazıra konduklarımızı gösteri konusu yapmaktan vaz geçip, devraldığımız mirası bir üst basamağa taşıdıktan sonra göçebilirsek bu diyardan, işte o zaman insanlık çıtasını da yükseltmiş oluyoruz. Yoksa siyah saçlarımızı sarıya boyamakla, asaletimizi vitrin yapmakla, takılarımızı ya da arabalarımızı sergilemekle bir yere varılmadığı ortada. Ahh, biz çılgın Türkler demekle arpa boyu yol alınmıyor. En güzel din bizim din tezahüratıyla da ahlaksızlık bitmiyor.

Sen yapmayıp başkasının yapmasını beklemekle olmuyor. Nerede kardeşimin senin ürettiklerin, derler eninde sonunda insana. Solucanın girip çıkarak toprağı havalandırması kadar bile katkın yoksa şu dünyaya, niye övünüp duruyorsun, demiyorlar belki yüzümüze karşı ama ben diyorum işte.

Sen ne ürettin bu ömür denilen koşturmaca da? Koy hepsini masanın üstüne, göster gösterebildiğin herkese. Ama az ama çok, kapasitemiz ölçüsünde ürettiğimiz her şeyi göstermeliyiz birbirimize, övünmeliyiz çabaladığımız emek verdiğimiz şeylerle. Pişirdiğimiz yemekle, ördüğümüz şapkayla, çaktığımız çiviyle, diktiğimiz ağaçla, yetiştirdiğimiz çocukla, komşumuzun yarasına merhem olmakla, tanımadığımız birine el uzatmakla, emek verdiğimiz her şeyle övünmeliyiz. Övünmeliyiz ki pohpohlanma duygumuz tatmin olsun, böylece daha çoğunu üretmek için motivasyonumuz olsun. Övünmeliyiz ki yaptıklarımıza bakan ilham alsın ve o da harekete geçsin…..

Övünmek iyi bir şeydir. Ölçülüsü falan da olmaz. Övünmeyi de abartmalı insan. Çalışmayı ve üretmeyi abartmak amacıyla.

Stalin de boyunu olduğundan uzun göstermeye çalışıyormuş, ben de. Ama dikkatinizi çekerim gene de aramızda önemli bir fark var. O boy eklentisini paçasının içine saklıyor, kimse bilsin istemiyormuş, benim topuklarımsa herkesin gözüne batacak kadar ortada. Ben övünüyorum topuklularımla en uzun yürüyüşleri bile yapabiliyorum diye.

Benim cinsimin topuklusu kabul görürken onun cinsindekilerin topuklu giymesinin ayıp oluşu da konunun başka bir boyutu. Bir yandan doğanızla güreşirken öte yandan toplumsal yargılarla boğuşmak da başlı başına bir başka bela. Ancak neyse ne de, her hangi bir şey saklanıyorsa demek ki ayıp bir şeydir. Yaptığınızın ayıp olmadığını düşünüyorsanız çıkıp ortaya göstereceksiniz. Boyum kısaysa, otobüsün tutamaklarına bile erişemiyorsam, topuklarımı yükseltirim. Olduğumdan daha güzel görünmek istiyorsam süslenip püslenirim. Bununla da övünürüm, hodri meydan…

“Kadın kısmı zaten süse püse düşkün oluyor” diyen şımarık erkekleri de küçümserim. Ceket giymenin bile daha yakışıklı görünmek için olduğu gerçeğini bir yana bırakın, traşınız bile olduğunuzdan daha güzel görünmek için değil mi sanki. Haaa? “Biz kadınlardan daha güçlüyüz” diye şişinmeniz bile şımarıklığınızdan. Gücünüzle o kadar övünüyorsanız bir tek ayın adet sancısına size hediye ediyorum. Doğum sancısı bir yana, sadece tek bir ay adet sancısı çekin de havanız batsın diye. Sizin gibilerin gücünü grip olduğunuzda anlıyor kadın milleti. Güçlülermiş, pohhh…

Kadını erkeği, soysuzu soylusu, dindarı dinsizi, yerlisi yabancısı, çoğunluğu azınlığı, güzeli çirkini, salağı zekisi fark etmez, yaşamını üreterek geçirenlerin önünde eğiliyorum sadece, sonsuz saygıyla. Ne üretirse üretsin bütün üretenleri, hiçbir tevazu göstermeden havalı havalı övünmek üzere sahneye davet ediyorum. Kötülük üretenleri durdurmanın başka bir yolunu bilmediğimden.

Hey üretenler, hadi artık lütfen, hepimiz dolduralım sahneleri. O sahip olduklarıyla şişinerek gezenler değil, asıl biz alkışı hak ediyoruz. Üretmeyi bilmeyip tükettikleriyle övünenler alkışlamazlarsa alkışlamasınlar bizi, ne gam. Biz kendi kendimizi alkışlarız. Yeter kulislerde pineklediğimiz, bizim artık sahne almamız lazım.

Alkışlarla, alkışlarla…

Kadın ya da erkek, isteyen de topuklularla…

1 Aralık 2020

Yazının Facebook'taki bağlantısı.

GERİ