GERİ

Hindi ve Potlaç

Biz yeni yılı tam da olması gerektiği gibi 31 Aralık gecesi kutlarız. Hediye vereceksek de o gece veririz, süslenip püslenip yemek yiyeceksek de o gece yeriz, sofraya hindi koyacaksak da o gece koyarız. Sahi yeni yıl gecesi hindi yemek niye adettendir?

Bu soruyu Kadıköy Belediyesi Kadın Kollarına sormak isterdim. Kadıköylü kadınlara yarattıkları ürünleri satacak tezgâh sağlayıp bu etkinliğe de Potlaç adını verdikleri için. Aslında soruyu başka biçimde sormuştum, ne demek bu Potlaç diye. Kızılderili dayanışmasına ait bir kelimedir kapsamında bir cevap almıştım. Demek ne oluğunu biliyorlar. Dünyanın öbür ucundan bir isim seçtiklerine göre niyetleri de bu işi evrenselleşmek herhalde…

Amerika kıtasını işgal edenlerin benzetmesiyle bizim de Kızılderili dediğimiz bu ırak kıtanın yerli halkının Potlatch adında bir etkinliği olduğunu sayelerinde duyunca merak edip öğrendim. Kuzey Amerika kıtasının kuzey batısında yerleşik olan bazı yerli kabilelerin yaptığı bir şenliğin adıymış bu. Şarkılar söylenip, danslar edilip, nutuklar atılıp, yemekler yenen bu şenliğin asıl etkinliği ise kabile şefinin yani zengin olanın eksiği gediği olanların ihtiyaçlarını karşılamasıymış. Herkesin gözü önünde kabile üyelerine hediyeler dağıtarak bir anlamda iktidarını sağlamlaştırmasıymış. Bilmem Kadıköy kadınlarının ürettiklerini sattıkları tezgâhlara bu ad ne kadar yakışmış…

Biz dönelim adı kâşif diye anılan işgalcilere. Kolomb sonrasındaki 150 sene boyunca Avrupa’dan ipini koparan yeni kıtaya doluşmuş, kıta kocamansa da gelenlerin iştahı daha da kocamanmış... Sadece yerlilerle savaşmamış birbirleriyle de kapışmışlar. İspanyolu burası benim oldu artık demiş Portekizlisi şurası benimdir diye direnmiş. En çok da İngilizler ve Fransızlar tutuşmuş yağma kavgasına. Öyle çok can kaybetmiş, öyle çok para harcamışlar ki yeni kıtanın paylaşımı uğruna, neredeyse kendi ülkeleri elden gidiyormuş ...

Amerika toprakları hala kapanın elindeyken kuzey kıyılarına bir gemi yanaşmış; Adı Mayflower. Tarih 21 Kasım 1620. Bundan 400 sene öncesini niye anlatıyorsun demeyin de bence Mayflower gemisini belleğinize kazıyın, dünyanın dönüm taşlarından biri bu olay çünkü…

Katolik rahiplerin, evlenme boşanma işleri başta olmak üzere, her şeye burunlarını sokmasından bıkan İngiliz kralı, bizim dinimiz artık ayrı bir din olacak deyip, Anglikan kilisesini kurunca mezhepleşmede yeni bir dönüm başlamış ve de peşi sıra din savaşları. Katolik ve Protestanlar zaten birbirine girmiş durumdaymış ama yeni türedi İngiliz Anglikan kilisesi de bölünmüş sonunda. Puritanlar, İncilin yazdığı kadar saf bir din istedikleri için en saf anlamındaki bu adı almış, Separatistler ise kendi istedikleri şekliyle bir dine kavuşmak için Ayrılıkçı adıyla 1609’da Hollanda’ya geçmiş ya da kaçmışlar. Orada bir şirket kurarak güçlerini birleştirmiş ve yeni keşfedilen o uzak topraklarda dinlerini özgürce yaşamak üzere topluca yola çıkmışlar. Dinlerinin öncüsü saydıkları için de kendi kendilerine Pilgrim adını vermişler. 1620 Kasımında Kuzey Amerika topraklarına ayak basan asi kaçaklar işte bu Mayflower gemisinin yolcuları.

Bu İngiliz kökenli dindarların başında William Bradford varmış. Yeni yerleşimin yeni kurallarını koyan da oymuş. İngiltere’deki gibi “alt tabaka-soylu tabaka falan yok artık burada” demiş. “Herkes eşittir” diye yazan bir manifesto imzalamış. Buna da Mayflower Bildirgesi denmiş. Böylece ilk Amerikan yasası yazılmış olmuş. Ancak sanıldığı kadar özgürlükçü bir şey değil bu yasa. İmzası Allah’ın zaferi ve İngiliz kralının onuru adına atılmış. Herkes eşit derken kastedilen de beyaz erkekler. Kadınların ve kölelerin eşitliğini bırakın yazmak, aklından geçiren bile yok o günlerde…

Sonradan çok ünlenecek olan bu gemiden indikleri yer bugünkü Massachusetts’deki Plymouth bölgesi ki onlar New England (Yeni İngiltere) demişler oraya. Ancak göçmek için seçtikleri zaman ve karaya çıkmak için seçtikleri yer açısından yaptıkları hatayı canlarıyla ödemişler. Hemen bastıran kışın ayazı sandıklarından beter çıkmış. Sonuçta o ilk kış boyunca yarısından fazlasını hastalık ve kıtlık götürmüş.

Kalanların kurtulması ise mucize ile olmamış. Yakın bölgede yaşayan Wampanoag yerlilerinin lideri Massasoit bunlara acımış. Doğanın kıyımı sayesinde kış boyunca burunları sürtmüş olan işgalciler ile baharda ateşkes yapınca onlara tarım ve avcılık öğretmiş bu yerliler. İlk kez gördükleri mısırı ekip biçmek, patatesi ekip sökmek gibi bu diyara özgü bitkilerin tarımını da yine buraya özgü bir koca kuşu avlamayı da Pilgrimlere onlar öğretmiş. Hindi denilen bu kuş, bizim bildiğimiz gibi evcil olan değil elbette uçan kaçan cinsten olanı.

Bu bilgilendirme sayesinde ilk yazın sonunda bereketli bir hasat yapan Pilgrimler teşekkür etmek amacıyla Massasoit’in kabilesini davet edip bir kutlama yemeği düzenlemişler. Onlarca Kızılderili ve Pilgrimin birlikte sofraya oturduğu bu şenlik o gün bugündür kutlanıyor. Adına da Thanksgiving; Şükran günü deniyor. “Tanrım, verdiklerine şükürler olsun” anlamında. Bu şenliğin aslen bir Potlaç olduğu ve konuk ağırlayanların da anlatıldığı gibi Pilgrimler değil tersine Wampanoag’lar olduğu, zamanla hikâyenin kasten değiştirildiği de düşünülebilir elbette. En azından ben öyle düşündüm.

Pilgrim kökenli olsun olmasın bütün Amerikalılar ki buna Orta ve Güney Amerika’nın İspanyol ve Portekiz kökenli olanları da dâhil, her yıl Kasım’ın dördüncü perşembesinde hep beraber akşam yemeği yiyor. (Kanadalılar başka bir gün kutluyor bunu nedense) Amerika kıtasının en önemli akşamı ve birlikte yemek yenilen zamanı olan Thanksgiving’in hikâyesi bu. Bizim dini bayramlarımız gibi bu bahaneyle yaşlıların ziyaret edildiği, bütün ailenin bir gece için bile olsa bir araya geldiği ya da tatil bahanesiyle gezmeye gidildiği ve de trafiğin zıvanadan çıktığı bir gün Thanksgiving günü.

Neden bilmem Japonların bile kutladığı bu yemeğin zamanla neden yendiği unutulmuş olsa da hindi hiç unutulmamış. Bazıları domuz koysa da o sofra ortasında bir hindi olmaması düşünülemez. Ancak biliyorsunuz ABD bir satış ülkesi. Bu dostluk ve dayanışma hikâyesi de iyi satıyor elbette ama asıl satış “Thanksgiving” sonrasındaki Cuma günü oluyor. Tıpkı Potlaç şenliklerinin, patron olanın avanesine hediye dağıttığı gün olmaktan çıkıp, herkesin bir araya gelip bir yandan eğlenirken bir yandan da alışveriş yaptığı bir çeşit panayıra dönüşmesi gibi. Sanırım bu dönüşüm sayesinde Potlaç şenliğinin esası olan hediye verme işi ertesi günü alışveriş yapmaya dönüşmüş. Kadıköy’lü Potlaç’ın satış yapma günü olması da aynı kapsamda olmalı. Dünyanın en çılgın alışveriş günü olan Kara Cuma’da her şey sözüm ona indirime giriyor. Sabahın köründe mağazalara hücum başlıyor. O alışveriş deliliğine erkenden katılabilmek için, önceki günün yemek seromonisini erkenden bitirip yatmak gerektiğinden, Thanksgiving yemeği de erkene çekilmiş durumda; ikindi gibi sofraya oturuluyor çoğunlukla…

Hediye ve satış deyince, bugün 25 Aralık yani Noel ya, bugün de çam ağacının altına hediye koyma günü Amerika’da. Hani Santa (Noel Baba) bacadan inip evin çocuklarının dilediği hediyeyi bırakıp göze görünmeden kaçıyor ya. İşte o nedenle, bu gün herkes herkese bir hediye veriyor. Sadece en yakınlarına değil bütün tanıdıklara hediye veriliyor. Yani Noel’in adı değiştirip hediye verme günü dense yeridir. Hediye deyince bizimki gibi gönlü bol hediyeler de düşünmeyin, kimi bir paket çayı ya da kahveyi paketleyip hediye diye sunabiliyor ama olsun, herkes herkese hediye paketi uzatıyor ya önemli olan o. Gidemeyen de hediye yoluyor o da olmasa bir kart yazıp gönderiyor mutlaka akrabalarına ve dostlarına. Postacılar çifte mesai yapıyor da normal zamanda 3 günde giden paketleri bir ayda yerine ulaştıramıyor, anlayın artık hediyeleşmenin boyutunu.

Kasımda ailece yenilen şükür yemeğinin kurbanı olan kuşun bilinen dünya turunu da bu arada yinelemesem olmaz. Aslen bu kuş Amerikalı. Biraz hantalca ve aptalca olduğundan kolay evcilleştiriliyor. “Meleagris Gallopavo” adlı bu hayvanı Amerika’ya ayak basan İspanyollar, Meksika’dan alıp Avrupa’ya götürüyor. Hindi’nin İspanya’ya girişi 1520’ler, İngiltere’ye geçişi ise 1540’lar. O günlerde Osmanlı pek revaçta. Kendilerinde olmayan, ülkelerine yeni gelen her şeye Türk bilmem nesi demek adet olmuş durumda. İngilizler yeni tanıştıkları mısıra Türk buğdayı, bal kabağına Türk hıyarı diyorlar vb. Bu kuşa da Turkey-Cock diyorlar ki zamanla adı kısalıp Turkey kalıyor. Bir diğer söylenti ise aslında Amerika’dan Avrupa’ya taşınmadığı, Portekizli tüccarlarca Afrika’dan İber yarımadasına getirildiği ve sonrasında İngiltere’ye geçtiği ve Türkiye’den getirildiği sanılarak böyle adlandırıldığı yolunda. Üstelik bu söylentideki kuş gerçek hindi de değil bir çeşit sülünmüş. İkisi çok benzediği için sonrasında Amerika’da tutunmaya çalışan Pligrimler, aaa bu bizim Turkey demişler. Çok konuşulmayan başka hikâyeler de var. Mesela Haçlıların başlarına bela kesilen Türklere hınçları bilendiği için, her sene Türkleri pişirip yediklerini hayal etmelerinin bu geleneği yarattığını söylüyor Amin Malouf bir romanında, araya sıkıştıraraktan…

Öyle ya da böyle, artık hemen her yerde Turkey diye bilinen bu hayvanın Türkiye’deki adı ise Hindi. Çünkü ipek yolu sayesinde o sıralar bizde de her egzotik şeyin ya Çin’den ya da Hindistan’dan geldiği kanısı var. Çini lafımız gibi Hindi diyoruz. Bizden mi esinlenmişler bilen yok ama Fransızlar da D’indi diyor aynı anlamda. Hintliler de bu kuşla tanışık, onlar da Peru kuşu gibi bir adla anıyor. Tıpkı Portekizliler gibi. Başka hiçbir hayvanın olmadığı kadar vatanı var bu kuşun aslı asterı olmasa da.

Sonuçta her sene şükran gününde Amerikan sofralarının tam ortasına bizim adımızı taşıyan koca bir kuş konduruluyor. Peygamber oğlunu kesmekten vazgeçip onun yerine bir koç kesmişti diyerek 1500 senedir her sene bir gün seçtikleri bir hayvanın boğazını kesen Müslüman dindarlar gibi Hıristiyan dindarlar da “İyi ki Allah bize bunu verdi de kıtlıkta ölmekten kurtulduk” diyerek 400 senedir her sene bir gün bir hindiyi afiyetle yiyorlar. “Massasoit, atalarımıza acıyıp hindi avlama tekniklerini öğretmeseydi biz bugün yoktuk” diyen yok elbette.

El alemin Kasım hasadı için yediği hindiyi biz niye yeni yıla başlama sofrasına koyuyoruz diye soran da yok elbette. Kadıköylü kadınlara bu pazarın adı niye Potlaç diye soran olmadığı gibi. Oğlunun boğazını kesmeye kalkana ne denir diye soran olmadığı gibi. Bir şey adet olduysa tamamdır. Kim nedenini niçinini didikleyecek, anlatılan hikâye gerçek mi diye sorgulayacak ki. Zaten ne gereği var kurcalamanın. Yeter ki satış olsun.

Deliye her gün bayram denmiştir ya, bana da kutlama yapmaya bahane olsun. Bütün bayramlar top yekûn kutlu olsun. Kutlu kavramı yok olmayacağına göre, maksat bugünümüz mutlu olsun.


26 Aralık 2020

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ