GERİ

Taşıdığımız veya Taşıttığımız Yük?

İngiltere’de renkler ve semboller kolay değiştirilmez, yolcu taşımacılığının da öyle. Sokaklardaki telefon kulübeleri ve de otobüsler nasıl kırmızı olmak zorundaysa, taksiler de siyah olmak zorunda. İngiliz tutuculuğu ne derse dersin, değişmeyen bir şey yok yaşadığımız çağda. Artık kimse sokak kulübesinden jeton atarak konuşmuyor ve artık kişisel telefondan özel taksi çağırmak çocuk oyuncağı. Hem daha çabuk kapına geliyor bu taksiler, hem de daha ucuza. Üstelik de arabanın plakasından sürücünün kimliğine kadar bütün bilgiler beraberinde telefonuna geliyor. Siyah taksi şoförlerinin biz Londra’yı avcumuzun içi gibi biliriz, trafik sıkışınca hangi yan yoldan kaçacağını GPS kullananlar nereden bilecek, diye savunmaları da bir şeyi değiştirmiyor. GPS onu da söylüyor çünkü. Bu savunma bana “her şeyi kâğıda yazmak beyni tembelleştirir, hafızayı bozar” diyen ve deftere kitaba direnen vakti zamanın dehâlarını hatırlattı. Şimdilerde kâğıdın bile devri bitti…

Geçenlerde bu çağın dehâlarından biri olan Elon Musk’ı dinledim; yatırım yaptığı yeni ulaşım projesini anlatıyordu. Bilindiği üzere Tesla, onun elektrikle giden otomobili. Şimdilik 2 farklı modeli var piyasada ve ikisi de elektrikle şarj olan pillerle çalışıyor. Bu pilleri üreten devasa iki fabrika kurmuş Musk. Hepsinden büyük kocaman yeni bir pil fabrikasını da şimdilerde inşa ettirmekle meşgulmüş. (Tesla’nın 3. modeli de kamyon olarak tasarlanmış, az kalmış yollara çıkmasına) Ancak elektrikli arabalar bir yana, sürücüsüz arabaların da denemeleri çoktan yapıldı. ABD’nin doğusu ile batısını bağlayacak özel bir yol planlanıyor bu arabalar için. BMW, Volvo, General Motors ve Google bu konuda harıl harıl çalışıyor. Sürücüsüz arabalar güneş enerjisi ile gideceği için ne benzine ihtiyaçları var ne de karbon kirliliği yaratıyorlar. Gene de pil gerekiyor olmalı ki Elon Musk o devasa yeni fabrikayı inşa ediyor.

Bu fırlama adamın, ulaşım konusunda diğer yatırımı da uzay mekiği. Marsa gitme konusunda koskoca NASA ile yarışıyor. Geçen sene devasa bir mekik yolladı uzaya, içine de Tesla arabasını koydu, artık hangi akla hizmetse? Florida’dan havalandığı için ben de izledim kuyruklu bir ateş topunun hızla yükselişini. Geleceğe bakmanın tanımlanamaz heyecanıyla…

İlk kez Sydney’de görmüştüm havada giden metrobüsleri ama onlar biraz şehrin süsü gibiydi ulaşımı kolaylaştırmaktan öte. Şehrin tepesinde dolanan raylarda giden kabinlerde dolaşmanın o kadar da sıra dışı bir şey olmadığını Miami’de de görünce ve binince anladım ki o da aynı biçimde süs; Miami trafiğine katsısı varsa da anlamlı boyutta değil. Oysa Yeni Zelenda trafik saatinde oluşan kalabalıkla baş etmenin yolunu böyle bulmuş. Yeni Zelanda’nın trafiğini görmedim ama İstanbul trafiğinin yanında esamisinin okunmayacağından eminim. İstanbul deyince, bir ara Kadıköy için tek bir hat düşünülmüştü, meşhur minibüs caddesinin üzerinden tepeden geçecek bir ray hattı. Bu havadan giden metro hayal olarak kaldı. Üstelik kimin hayaliydi bile hatırlayamadım…

Ancak hayallerini gerçeğe dönüştürme gücüne sahip kişiler ve ülkeler var yeryüzünde. Bu tepeden dolanan rayların yepyeni ve inanılmaz modelinin adı Hiperloop. Havada asılı bir kabin düşünün. Bu kabine tek başına biniyorsunuz, sanki büyücek bir tabuta girer gibi. Bu kabinde hava çok azaltılmış ve gürültü geçirgenliği neredeyse yok. Bununla fırlatılıyorsunuz bir sonraki durağa. Saatte 1200 kilometre hızla. Rakamı anlamak için birkaç kere dönüp dönüp okumam gerekti. Yani Türkiye’nin en doğusundan en batısına bir saatte uçuyorsunuz bu tüpün içinde. Şimdilik bu Hiperloop daha kimsede yok ama ilk uygulama Los Angeles ile San Fransisco arasında yapılacakmış. 600 kilometre olan bu mesafe, yarım saatte alınacakmış. Google 1 milyon dolar yatırım yapmış bu projeye…

Bunlar bitti bitecek projeler ama Elon Musk “bunların çok ötesi lazım” dedi izlediğim bir konuşmasında. San Fransisco trafiği için bir yeraltı projesi hazırlamış kendisi. Şimdi var olan yolların sağ bandında arabanla birlikte yeraltına batabileceğin özel zeminler/asansör kabinleri olacakmış. Trafik sıkıştığında sen sağa çekip o özel banda girerek yer altındaki tek arabalık özel yola inecek ve fırtına gibi yolun öbür ucundan çıkacakmışsın… Sen roket peşinde adamsın, niye tepede uçmak yerine yerin dibine inmeye çalışıyorsun, diye sorulduğu kendisine. Yukarısı iklim vb. etkilerine açık, aşağısı daha güvenli, dedi. Yerin dibine yol kazmak çok pahalı değil mi, denince de evet zor ama imkânsız değil diye cevapladı, paradan hiç bahsetmeyerek...

Hindistan’daki çekçeklerle ilgili bir yazı okudum. Bengal’in başkenti Kalküta’da 2.000 kişi çek çek ile insan ve yük taşıyormuş. Rickshaw denilen bu geleneksel araç turistlerin gözdesiymiş ama aslında daha çok pazara alışverişe giden ev kadınları kullanırmış. Taksilere göre ucuz olduğu için ve istedikleri kadar yükü yükleyip kendileri de oturduktan sonra kapılarına kadar götürüldükleri için...

Asya’yı bilmiyorum. Avrupa’nın pek çok başkentinde bisikletli ya da motorlu çekçekler gördüm. Süslü püslü ve turistlerin binmeden duramadıkları. Avrupa başkentlerinde, Amerika ve Avustralya’da atların çektiği arabalara kurulan turistleri de çok gördüm. Ancak, Asya’nın birçok kentinde Kalküta’daki gibi özel çekçekleri insanlar çekiyor. Evet, sadece Katküta’da 2 bin yük hayvanı pardon insanı var. Evet, kabalık benim dilime ait ama atlar, öküzler, mandalar, eşekler gibi yük arabaları çeken insanlar var bu dünyada hem de hâlâ bu çağda…

Eskiden İstanbul meyhanelerinde küfeci köşeleri olurmuş, sarhoşları evine taşımak için beklermiş küfeciler çünkü. Benim çocukluğumda da küfeciler vardı; kamyonetle kapıya kadar gelen odun ve kömürü evlerin kömürlüğüne onlar taşırdı hep. Benim gençliğimde pazarlarda da küfeciler dolanırdı. Hanım efendiler aldıklarını küfelere yükler, üç kuruş karşılığında evlerine kadar taşıtırlardı. Babıali, şehrin dışındaki gökdelenlere terfi etmeden önce ne çok insan gördüm iki büklüm kâğıt balyaları altında. Antropologlar antik bir insan kemiği bulduklarında, ilk söyleyebildikleri bunun bir amele olup olmadığı. Ömrü yük taşımakla geçenlerin yamalı kırıklı aşırı yükten yıpranmış omur kemikleri sayesinde. Ben de ne kadar çok bel fıtığı teşhisi koydum nakliye şirketlerinin Topkapı depolarında çalışan işçilerde. Sahi, küfecilik diye bir meslek var mıdır hâlâ?

Annemin gençliğinde Adapazarı’nda faytonlar varmış, onlara binip şehir turu atmak bayağı havalı bir şeymiş. Ben faytonu İzmir’de görmüştüm bir de İstanbul adalarında. Adalardaki at ahırlarını da görmüştüm, atların hallerini de… Yaşım yetiyor, şimdilerde çok azalmış da olsa, Trakya’da manda arabalarını da, Anadolu da öküz arabaları da gördüm, adım atamayacak kadar yüklenmiş eşekleri de. Eksik kalmışım; arabaya sürülmüş insanlar görmemişim…

Günümüzde kimilerimiz arabaya sürülmüş durumda, kimilerimiz sürücüsüz arabalarda. Kimilerimiz geçmiş yüzyıllarda, kimilerimiz gelecek yüzyıllarda yaşıyoruz. Aynı takvim yaprağında yaşadığımızı sanmak ne hayal ama…

13 Nisan 2021

Yazının facebook bağlantısı.

GERİ