GERİ

Çerkez Kadınlar-13
Efsane Çerkes Kızları-12

Arzu Tekin "Efsane Çerkes kızları" yazı dizimizin 12. bölümünde konuğumuz kimliğinin açıklanmamasını rica ettiği için isteğine saygı gösteriyoruz...

Kendinizi tanıtır mısınız? Mesela nerede doğdunuz, nerede büyüdünüz, eğitiminiz nerede nasıl şekillendi?
-İstanbul’da doğdum, büyüdüm, İstanbul Üniversitesinde de yükseköğrenimimi tamamladım. Biz 7 kardeşiz. Çok güzel 2 ablam var. Güzel oldukları için başlarına bir iş gelir diye babam onları okutmadı. Medeniyetten uzak bir köyde değil İstanbul’da yaşadığımız halde. Ablalarım sonradan kendi kendilerine okuma yazma öğrendiler, ilerleyen yaşlarında açıktan diplomalarını da aldılar ama okula gitmemiş olmayı kendi ayıplarıymış gibi herkesten gizlediler. Bir gün küçük ablam sizi çok kıskanıyorum çünkü benim hiçbir zaman bir tane bile bir okul arkadaşım olmadı, demişti…
Ben okuyabildim çünkü hem pek güzel değildim hem de ablalarım gibi süslü püslü değildim. Sanırım o nedenle babam beni oğulları ile karıştırdı ya da erkeklerin hedefi olmayacağımı düşündü. Belki de yaşı ilerledikçe biraz aklı başına gelmiştir, nedenini tam bilemiyorum.
Bu arada tarih öncesi dönemlerden falan söz etmiyorum; büyük ablam 1974 doğumludur. Babam ablalarımı okula yollamazken annem de babama karşı çıkamadı, tamam ama yakın akrabalarımız, uzak akrabalarımız, her işe karışan sülalelerimiz özetle Çerkes kültürü de bu durumu engellemedi. Herkesin Abaza olduğu bir köyde birlikte büyüdükleri halde babamın okula gitmiş ama annemin gitmemiş olmasının nedenini de gözden kaçırmamak lazım. Efsane Çerkes kızları yazı dizinizi okudukça demek efsaneler böyle yaratılıyor diye düşünüyorum. Bu yazılardaki okumuş kariyer yapmış kızları gördükçe, bu şansı engellenmiş pek çok Çerkes kızı olduğu gerçeğinin yok sayılması beni öfkelendiriyor. Çerkes kültüründe kadın erkek eşitliği var, kızlar özellikle okutulur diye herkes ağız birliği yapınca dayanamadım, yazdım işte.

Şimdi neredesiniz? Ne gerekçeyle oradasınız?
-Bir Avrupa ülkesinde küçük bir kasabada sessiz sakin yaşıyorum. Bu ülkeyi seçmemin özel bir nedeni yok, öyle denk geldi. Türkiye’deki tanıdık çevre içinde çok bunaldığım ve tartışmaya açık olmayan kurallar yüzünden kendimi boğazlanır gibi hissettiğim için yurt dışına çıktım.

Bulunduğunuz yerden memnun musunuz? Hangi açılardan?
-Çok memnunum. Burada olmanın en güzel yanı mahalle baskısı denilen şeyin olmaması. Ne istersen ve nasıl istersen öyle yapıyorsun. Karışan görüşen yok. Burada kendimi kendim gibi hissediyorum. Özellikle sormazlarsa Türk'üm ya da Çerkes'im demiyorum, sormuyorlar da zaten. Saçım sarı, cildim beyaz olduğu için, dillerini de aksansız konuştuğum için beni kendilerinden biri sanıyorlar. O sayede kafam rahat, keyfim yerinde yaşıyorum. Çok genç yaşta bu kararı alıp uyguladığım için düşündükçe yeniden seviniyorum.

Kafkas halklarının hangisindensiniz ve kendinizi bu kültürünün neresinde konumlandırıyorsunuz?
-Benim annem de babam da katışıksız Abaza'dır. Zaten görseniz uzaktan bile anlarsınız Abaza olduklarını, o kadar tipik fizikleri ve davranışları var. Ancak ben onlara çekmemişim, zaten kendimi Abaza gibi hissetmiyorum. Türkiye’de doğup büyüdüğüm halde Türk gibi de hissetmiyorum. Yıllardır içinde yaşadığım bu ülkeyi, içinde yetiştiğim her iki kültürden çok daha ileri buluyorum ama kendimi hiçbir yere ve kültüre ait hissetmiyorum, yaşadığım yer de buna dâhil.

Çerkes kültürünün sevdiğiniz, benimsediğiniz bir özelliği yok mudur?
-Türkiye’de yaşayan başka halkların durumu ile kıyaslanınca Çerkes kültürü oldukça moderndir. İnsan ilişkileri görece olarak iyidir. Ancak gene de erkek hâkimiyetinin belirleyici olduğu feodal bir kültürdür. Çerkeslerde gündelik hayatı düzenleyen kurallar çok ağırdır. Neyi nasıl yapacağınız belirlidir ve bunun dışında davranmanıza izin vermezler. Bir Abaza onu böyle yapmaz, bunu böyle yapmaz diyerek hayatınızın her anına karışırlar. Hem de sadece sizin kendi aileniz değil, herkes karışır. “Başkaları ne der” bakış açısı Çerkes kültürünün de belirleyenidir. Bence bu insanın kişiliğini yok eden, birey olmasını engelleyen, özgün kişilik gelişimini kısıtlayan bir durumdur. Kuralların dışına çıkmayı deneyeni de derhal öteler ve hatta yok sayarlar. Üstelik farklı olana karşı geliştirdikleri küçümseyici tavır ve sözlerde öyle bir incelikli ısrar vardır ki siz o yüzden sıkıştığınız kafesten çıkmayı aklınıza bile getiremezsiniz.

Çerkes kültürünün baskıcı olmasından söz ettiniz, bu kültürün söz etmek istediğiniz başka özelliği yok mu?
-Hayır yok. Ancak sizin baskıcı diye geçiştirdiğiniz konu hafifsenebilecek bir şey değildir, bütün hayatınızı belirler. Örneğin kızlar ve erkekler özgürce birlikte eğlenir deniyor. Doğru; bekâr kızlar pek kısıtlama olmadan, onların da Çerkes olmaları koşuluyla, akranlarıyla rahatça görüşür. Sonra ne olur biliyor musunuz? Evlenip köleleşirler. Evlendikten sonra kızlar için eğlenceler de biter, özgürce gezmeler de. Evli bir kadının görevi eşinin isteklerine boyun eğmek ve onun ailesine, bütün sülalesine hatta habersiz geliveren bütün misafirlere kayıtsız şartsız hizmet etmektir.
Kadınların beyni doğdukları andan itibaren öylesine yıkanır ki bu ağır yükümlülükten en küçük şikâyetleri bile olmaz. Görevleri olarak kabul edip ömürlerini başkalarına hizmet ederek geçirirler. Hele annemlerin çağında durum daha da berbatmış. Evli kadınlar içerde büyüklerin olduğu odanın kapısının önünde el bağlamış olarak dikilirmiş. Eşinin ailesi ile konuşamaz, aynı sofraya bile oturamazmış. Yemeklerini ayrı yerde ve yalnız yerlermiş, suç işliyormuş gibi. Eşler birlikte aynı odada bulunamaz, biri mecburen girecekse diğerine kapı aralığından işaret edermiş ki odadan çıksın da o girebilsin…
Düğünlerde herkes çalıp oynayıp eğlenirken gelinler hiçbir biçimde eğlenemez, ne dans eder ne de başka bir şey. Evin dip kösesinde ayakta dikilip bekler. Düğüne gelen misafir kadınlar gelinin bulunduğu odaya girip gelini görürler. Misafir erkekler ise gelini törenle getirilip eve sokulurken görebilir. Karı koca yan yana büyüklerin yanına çıkamadığı için, günlerce süren düğüne damat katılamaz. Yanında damat olmadan damat evinin bir odasında suçlu gibi ayakta hiçbir şey yapmadan bekleyen bir gelinle düğün yapıldığını düşünün. Böyle bir düğün şeklinin dünyanın hiçbir yerinde var olduğunu sanmıyorum. İmam nikâhı zaten gelin ve damat katılmadan onları temsil eden birileri tarafından kıyılıyor. Neyse ki medeni nikâh zorunluluğu bu garipliği kısmen de olsa alt etmiş durumda. Şimdi gelinle damat hiç değilse nikâh bahanesiyle bir araya geliyor. Bu zaman zarfında da büyükler mekanı terk ederek eski geleneği korumaya çalışıyor. Adetler zamanla mecburen esniyor ama aslı ne yazık ki böyle.
Çerkeslerde kadın dövülmez deniyor, gerçi babamın annemi dövdüğünü görmedim ama biz çocuklarını her bahaneyle döverdi. Ayrıca amcalarımın yengelerimi dövdüğünü biliyorum. Hele bir amcam öldüresiye döven bir psikopattı ancak ölünce kurtuldu yengemiz. Sadece kendi ailemde değil, başka Abaza adamların kadın dövdüklerini de biliyorum. O yüzden Çerkeslerde çocuklar ve kadınlar asla dövülmez lâfı da bir efsane bence. Öyle olsun isteniyor ama olmayınca da sanki öyleymiş gibi yapılıyor…
Yeni gelinin el öpme adeti anlatılırken evlendikten sonra ilk kez baba evine gelen kız eğer evliliğinden şikâyetçi ise el öpme sonrasında koca evine geri dönmeyebilir diye anlatıldı. Oysa kocasından şikâyet eden gelin “dayan kızım, bizi rezil etme” diye terbiye edilip (!) geri gönderilir. Dayanamayıp kaçıp baba evine dönerse de Çerkez büyükleri (tahmadalar) devreye girer. Kız istemediği halde çoğunlukla büyükler tarafından alınan kararla kocasının evine götürüp teslim edilir. Olsa olsa kocaya biraz nasihatte bulunulur. Ben böyle örnekler duydum ama aksini hiç duymadım. Herkes inandığı şeyi gerçekmiş gibi anlatıyor…
Bizde hiç taciz, tecavüz olmaz deniyor. Oysa öyle şeyler olduğunu da duydum. Ancak hep gizli kalır böyle şeyler, açıklanmasına izin verilmez. Çerkes kültüründe istenmeyen şeyler yaşanmışsa hemen üstü örtülür, gizlenir. Örneğin eşcinsellik transseksüellik falan yoktur, deniyor. Bal gibi de var. Pek çok aile çocuklarının bu yanını gizli tutuyor. Abazalar övünmeyi çok sever. Bir Abaza ünlü olmuşsa her fırsatta gururlanırlar. Ancak çok ünlü bir modacı var, eşcinsel olduğu için onun Abazalığının lâfı bile edilmiyor. Ünlü Çerkeslerin listesini yayınlayanlar beğenmediklerinin adını yazmıyor, onların Çerkes olduğu bilinsin istemiyorlar. İstenmeyen şeylerin üstünde konuşulması da ayıp çünkü. Zaten her şey ayıp. Şunları bunları yapmak ayıptır diye kurallar var, iyi güzel ama işlenen suçlar da ayıp diyerek gizleniyor. Sonra da kadın erkek eşitliğinden, kızların özgürlüğünden, insan haklarından falan bahsediyorlar…
Bunları anlattığım için de bana erkeklerden çok kadınların kızacağını biliyorum çünkü o kadar benimsemiş durumdalar ki konumlarını. Örneğin benim annemin bütün derdi babamın eve geleceği saate kadar işleri bitirebilmekti. Çünkü o evdeyken ev işi yapılmasına babam çok kızardı ama annemin babam hakkında tek bir olumsuz söz söylediğini duymadım…
Çerkeslikte çocukların babalarıyla aynı sofrada yemek yemesi de ayıptır. Annem babamın yemeğini tepsiyle odasına götürürdü, çünkü en güzel yemekleri ona ayırdığını görmemizi istemezdi. Şikâyet edecek olsak, o koca adam, üstelik bütün gün çalışıyor, iyi beslenmesi lazım, derdi. Oysa babamın işi masa başındaydı, bedeniyle çalışan biri değildi. Babamın evde bir tek çivi çaktığını bile görmedim, her şeyi annem yapardı…
Sadece benim ailemin böyle olduğunu düşünmeyin. Çerkes erkekleri başkalarının yanındayken kadınlara çok iltifat ederler ama evde hiçbir işin ucundan tutmazlar. Ev işi yapan Abaza erkeği varsa da ben hiç görmedim. Dışarda yaptıkları işlerde de çok çalışkan olduklarını düşünmüyorum. Abaza kadınları ise gece gündüz çalışırlar, gerçekten çok çalışkandırlar. Abazalar iyi lâf yaparlar. Memleketi lâflarıyla kurtarmakla olan Abaza erkeklerinin bir diğer meşguliyetleri de kadınlara hangi adete uymadıklarını hatırlatmak ve böylece kurulu düzenin bozulmadan sürmesi için lâf üretmektir. Bence Çerkeslik çarkı hala dönüyorsa kadınların üstünden dönüyor. Bu aşırı yükü çeken kadınların sistemin en şiddetli savunucuları olmaları da çok ironik.

Bu durumda Çerkes kültürünün sizin kişiliğinizde etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
-Elbette olmuştur. Bu kültürün tam da göbeğinde doğdum, büyüdüm, yaşadım. Ancak benim genlerim sapkın çıktı sanırım, kızlara yüklenen o halleri ben hiç sahiplenemedim. Annem lâflarıyla, olmazsa kaşıyla gözüyle, abime ve erkek kardeşlerime hizmet etmemi isterdi. Ben niye onların işini yapıyorum, der reddederdim. Elbise giyip misafir ağırlamam istendiğinde de inatla pantolonumu çıkarmazdım. Sonunda zaten anam babam da beni olduğum gibi kabullendi, okumama da o yüzden izin verildi sanırım; ablalarım gibi erkeklere kusursuz hizmet veremeyeceğim anlaşıldığı için. Herhalde ben Çerkes kültüründen tersine beslenmişim. Boyun eğmek yerine karşı çıkan oldum hep.

Peki, Çerkes mutfağını sever misiniz ve Çerkes yemeklerini yapar mısınız?
-Severim elbette çocukluğumun damak tadıdır. Bulursam derhal yumulurum ama bulamazsam da aramam. Çerkes mutfağının da abartıldığı kadar muhteşem olduğunu düşünmüyorum. Yemekleri saysanız bir elin parmaklarını geçmez. Yemek çeşidi az olunca çocukluğunuzdan beri hep aynı şeyleri yediğiniz için alışıp çok seviyorsunuz, ben de seviyorum. Ayrıca kadınlar hep aynı şeyleri pişirince uzmanlaşıyor ve lezzetli yapıyorlar. O nedenle Çerkes mutfağı lezzetliyse de yemek çeşidi çok kısıtlıdır. Dünyada ne zengin mutfaklar var…
Ben hiçbir Çerkes yemeğini yapmayı denemedim. Zaten mutfak benim kendimi var ettiğim yerlerden biri değil. Mecbur kalırsam basit şeyler pişirebilirim ama Avrupa’da yemek pişirmesini bilmeseniz de aç kalmıyorsunuz, dışarda istediğiniz her yemek var. Evde yemek yapılıyorsa da çoğunlukla erkekler yapıyor, özellikle genç kuşakta durum böyle.

Dans sever misiniz? Çerkes danslarıyla aranız nasıldır?
-Ben çocukken çok utangaçtım. Öyle ortaya fırlayıp kendini gösterenlerden değildim. Düğünlere eğlencelere de gitmezdim, dans da etmezdim. Gençliğimde bazı kurslara giderek utangaçlığımı yendim, dans etmeye de başladım hatta bir gösteriye bile çıktım ama hiç Çerkes dansı yapmadım. Zaten spor yapmak dans etmekten daha çok ilgimi çekiyor.

Dili biliyor musunuz?
-Annem babam evde Abazaca konuştuğu için duyduğumu anlıyordum ama artık unutmuş olabilirim. Konuşmayı zaten hiç denemedim. Okuma yazma onlarda da yoktu bende de yok. Ancak dile yatkınlığım vardır. İngilizceyi ve bu ülkenin dilini kolayca öğrendim, şimdi de İtalyanca öğrenmeye başladım.

Çerkes kültürü bir sonraki kuşağa da aktarılmalı diye düşünür müsünüz?
-Her kültürün yaşamasından yanayım ama dediğim gibi ben dünya vatandaşıyım. Zaten ben ne dersem diyeyim çağa uyan kültürler kalıyor, uyamayan yok olup gidiyor. Çerkesler bütün dünyaya yayılmış durumda ama büyük çoğunluğu hala Türkiye’de yaşıyor. Kültür ne kadar kendini korumaya çalışsa da yaşanan yerden etkileniyor. Özünde dinle pek alakası olmayan Çerkesler Türkiye’de Müslümandır ve bazıları da eskiden beri aşırı dindardır. Son yıllarda ise eskiden alakası olmayanlar bile dindarlaştı. Özgür (!) Çerkes kadınlarının bazılarının da artık kapandıklarını görüyorum.
Benim çocuğum da yok, kendime böyle bir misyon da biçmiyorum. Ancak başka ülkelere, özellikle de kendisinden farklı olana da saygı gösteren ülkelere göçmüş olan kadınlar Çerkes kültürün güzel yanlarını yaşatıp geleceğe aktarmayı becerirler umarım.

Seçme şansınız olsaydı nerede yaşlanmak isterdiniz? Neden öyle düşünüyorsunuz?
-Yaşlılığımda da her şeyime burnunu sokanların olmadığı bir çevrede özgürce yaşamak isterim. Ayrıca mümkünse çok yaşlanmadan yani elden ayaktan düşmeden öleyim. Çerkesler genelde uzun ömürlü ama neredeyse hepsi bunayarak ölüyor, o yüzden seçme şansım olsa erken de olsa bunamadan ölmek isterdim. Öleceğin ülkeyi seçmeye gelince, öldükten sonra orası burası ne fark eder. Mezarımın nerede olacağının hiçbir önemi yok benim için. Zaten organlarımı bağışladım, mezarım bile olmasa olur.

Belirtmek istediğiniz başka şey varsa lütfen ekleyin.
-Ben aslında hala biraz utangacımdır. Ben öyleyim böyleyim diye anlatmayı hiç sevmem. Ancak yaptığınız söyleşilerde çizilen güllük gülistanlık tabloyu görünce dayanamadım, anlatılmayanları anlatmak istedim.
Ben bu yazıyı kendim için değil, ablalarım gibi hakkı yenmiş Çerkes kadınları için yazdım. Sizin bu dizinizde konuşan kadınlar tıpkı benim gibi şanslı azınlık. Çerkes kültürünün kadına yüklediği asıl misyon ise annemin yaptığı gibi erkeklerine en güzel biçimde hizmet vermeleridir.
Çerkes kızlarını efsane yapan 2 şey var. Birincisi güzellikleridir, Osmanlı cariyelerinin olduğu gibi modern Türkiye’nin sayılı güzellerinin de çoğu Çerkes'tir ama hepsinin de dünya güzeli olmadığını kabullenmek lazım, benim gibiler de var çünkü. İkincisi ve bence daha önemlisi ise saray haremlerinden bey konaklarına, Kafkas Dağlarından Türkiye köylerine varana kadar her yerde, her zaman ağzını bile açmadan, kusursuz biçimde hizmet etmeleridir. Ağzını açmadan lâfının anlamı çok. Ben her anlamda ama özelikle olumsuz anlamda söylüyorum bunu. Çerkes kadınlarını efsaneleştiren asıl şey, yüklendikleri o büyük yüklerin altında ahh demeyişleridir. Çünkü öncelikle susmayı öğretiyor bu kültür. Ayıp diyor ve konuşturmuyor.
Ben rahatça konuşabilen Çerkes kadınlarını da Kemalist Türk kadınlarına benzetiyorum. Kadın haklarını Avrupa’dan önce biz kazandık, Atamız sayesinde biz çok özgürüz, falan filan diyorlar ya, tıpkı onlar gibi. Serbest yetişmiş, eğitim alabilmiş, sahiden özü sözü özgür olan kadınlar böyle konuşmakta haklılar ama dönüp bir de geride kalanlara bakmak lazım. Bu rahatça konuşabilen kadınlar kaç kişi ve kadınların çoğunluğu hala ne durumda, iyi bakmak lazım… Bu iş Türklük Çerkeslik meselesi değildir bana göre. O nedenle umarım feodal erkek kültürünün cefasını çekmekte olan bütün annelerin ve ablaların sesi de duyulabilir bir gün. Gerçek efsane onlardır çünkü.

Görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.
-Ben her türden feodalitenin baskısından kaçarak kendime huzurlu bir hayat inşa ettim. Başka bir ülkede yeni bir hayat oluşturmak söylendiği kadar kolay bir şey değil, o yüzden bunu kaybetmek istemem. Yazdıklarıma kızacaklarını bildiğim tutucu Abazaların oklara hedef olmamak için, adımı ve sülalemi söylemek istemedim. O yüzden bu söyleşiyi isimsiz yayınlamayı kabul ettiğiniz için asıl ben teşekkür ederim.

2 Mayıs 2021

Yazının Medya Günlüğü sitesindeki bağlantısı.

GERİ