GERİ

Çerkez Kadınlar-14
Efsane Çerkes Kızları-13 / Sine Aras Akten

Arzu Tekin "Efsane Çerkes kızları" yazı dizimizin 13. bölümünde haftanın konuğu New York’ta "Yılın En İyi Nefroloğu" ödülünü alan Dr. Sine Aras Akten.

Kendinizi tanıtır mısınız? Nerede doğdunuz, nerede büyüdünüz, eğitiminiz nerede nasıl şekillendi?
-Ben İzmir doğumluyum. Çocukluğum ve gençliğim İzmir’de geçti. Küçük yaşlardan itibaren doktor olmayı istemem bana soluğu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde aldırdı. Üniversite eğitimim sırasında sinir bilimine (nöroloji) meraklanmıştım. Bu konuda elde ettiğim bir olanak nedeniyle geldiğim ABD’de yaşama isteğim belirince 20 yıla yaklaşan Amerika serüvenim de başlamış oldu.
Üniversite eğitimi sırasında, temel bilimlerden klinik bilimlere kayan ilgim ve 1999 yılında meydana gelen 17 Ağustos Depremi’nde böbrek hasarı almış olanların tedavileri sırasında böbrek bilimine (nefroloji) ilgim arttı. Tıp, usta çırak ilişkisi ile ilerleyen bir alan. Sevgili hocalarımız, özellikle de Prof. Dr. Fehmi Akçiçek vesilesiyle tanıdığım ve sevdiğim bu dalda uzmanlık için ABD’nin New York şehrine geldim. SUNY Downstate Long Island College’da iç hastalıkları ihtisasını, daha sonra da Albert Einstein Üniversitesi’nden nefroloji üst ihtisasımı bitirdim. Halen Woodhull Medical Center’da nefrolog ve yan dal şefi olarak asistan eğitiminde çalışmaya devam ediyorum.
Her insanın yazılara ve tanılara yansımayan bir hikâyesi var. Ben hasta-doktor ilişkilerini ve tanıya uyumlu hasta hikâyelerini geliştirmeyi de iş edindim. "Hasta Hikâyesi Anlatıcılığ" ve "Anlatısal Tıp" üzerine uzmanlaşıyorum. Bu sebeple eğitim seminerleri veriyor, workshoplar yapıyorum. Tıbbı, edebi sanatın içinde işleyerek farklı bir örgü yaratmayı ve bunu standart ve akademik hale getirmeyi hedefliyorum.
Ben ailemde şaka yollu olarak Tomris Uyar olarak bilinirim. Tomris Uyar'a olan sevgimden ve yazmaya merakımdan. Böyle dediklerinde itiraz eder, "Ben tıbbın Tomris Uyar’ı olmak isterim" derdim... Benim isteğim mesleğimle bu ilgimi bağdaştırmak ve bu yoldan da hastalarıma fayda sağlamak. "Yeni ilgi alanlarını harmanlamak ve başka bir boyutta hastaya faydalı olmasına çabalamak" fikri ile dopdoluyum. Bu nedenle gençlik yıllarımdan itibaren sanatla iç içeyim.
Görsel sanatların hastalarımın kendi sağlık sorunlarını algılamasındaki etkisini fark ettikten sonra 2018 senesinde New York Film Academy’de belgesel film üzerine de okudum. Aynı şekilde “Medical Drama” üzerine de dersler almaya devam ediyorum. Hedefim "hasta hikâyeciliği” konseptini şekillendirmek ve tıbbı halkın anlayacağı yalınlıkta sunabilmek. Basın ve sağlık basını üzerine çalışırken bu konuda kendimi geliştirmek için program arayışlarım vardı. Bu çağrıma Harvard Üniversitesinden yanıt geldi; "Tıp ve Basın" programları olduğunu öğrendim. Başvurdum. Kabul edilen ilk Türk öğrencisiyim. Bu programın bitirme ödevini, tasarladığım hasta hikâyeciliğinin ilk örneği olarak "Bir Türk Doktorun Korona Güncesi" adlı kitabı yazarak tamamladım. Sağlık okur yazarlığına en çok ihtiyaç duyulan salgın döneminin ağır çalışma koşullarında bu kitabı bastım. Yayınlanınca çok yankı buldu. Kitabın geliri kız çocuklarımızın okutulmasına adandı. Başarılı bir çalışma oldu. Bu arada okuldan da mezun oldum.
Mezuniyet ve salgın üst üste geldi. Bu dönemde New York salgını epeyce badire ile atlattı. Fakat her lanetin nimeti de vardır. Ben de bu salgında hastalarımın hikâyelerini kurgulayıp anlatırken salgının sağlık çalışanlarına yansıyan yanlarını da göstermiş oldum. Bu çalışma sayesinde ilgim akademik bir ivme de kazandı. Aynı şekilde, bu konuya ait birçok başka proje ve hasta hikâyelerinin anlatıldığı bir medya platformu da gelişiyor. "Story2Heal" adlı bir proje çok yakın zamanda gündemde. Dünyanın dört bir yanından gelen ilginç, öğretici, düşündürücü, duygu yüklü hikâyelerin tıbbı bilgiler ile işlendiği çok yönlü, derinlikli bir iş. Heyecanlıyım. Ayrıca kadın hastalarımın hikayelerini de yazıyorum. Bu da kadın ve hayat üzerine bir deneme olacak. "Benim bıyığım yok, kalemim var!" söylemini bu kitap serisi için oluşturmuştum. Meslekten bağımsız olarak kadın olarak da "sesimizi yazmalıyız" diye düşünüyorum. Arzu Tekin

Amerika’da yaşamaktan memnun musunuz? Hangi açılardan?
-Kendimi geliştirmek gayesiyle ABD’ye gelmiştim. Farklı kültürlerle birlikte kendi sınırlarımı da keşfetmek oldukça eğlenceliydi. İnsanı hayatta mutlu kılan şey değişim ve değişime ayak uydurabildiğini görebilmesidir. Yeni öğrenilen ve bizi otomatik pilottan çıkaran anlar çok tatmin edici ve insanı genç tutuyor. Amerika deneyimine de bu şekilde bakıyorum. Benim bulunduğum yerden bir süreliğine memnun olma huyum var. O yüzden bu soruya şimdilik memnunum demek isterim. Ülkenizden uzakta yaşamanın yorucu zorluğu bazen elde ettiğiniz şeylerin, başarıların önüne geçebiliyor. Dengeli bir yaşam için destek alabildiğinizi hissettiğiniz bir ortam gerekli. Aile, iş ve kendi ile uyumlu yaşayabilmek gerek. Bu dengeler sosyoekonomik alt yapı gerektiriyor. Amerika’da bu alt yapı oldukça standart. Bu sayede de gerçekten yapmak istediklerinize yönelik bir hayat geçirmeniz mümkün olabiliyor.

Kafkas halklarından hangisindensiniz ve kendinizi bu kültürünün neresinde konumlandırıyorsunuz?
-Ben Çerkes’im. Adige'yim. Şapsığ'ım. Babam Murat Aras Yequash boyundandır, ben de onların kızı manasında Yequasap’ım. Annem Hülya Aras ise yarı Arnavut yarı Selaniklidir.
Çerkes kültürünü, dilini ve kabzeyi (gelenek ve göreneklerini ) benimsemiş ve çocuklarını da öyle yetiştirmiş bir aileden geliyorum. Çerkesliği kendi kültürüm olarak görüyor ve bildiklerimin ötesini de öğrenmek istiyorum. Yaşadığım bu ülkede doğup büyüyen çocuklarıma da bildiklerimi iletmek arzusundayım.

Çerkes kültürünün en sevdiğiniz, hiç kaybolmasın istediğiniz özellikleri nelerdir?
-Çerkes kültürü çok derin; doğa ile şekillenen bu kültürün içindeki medeni özellikler İngiliz seyahat tarihçilerinin yazılarına da konu olmuştur: “Dağlar arasındaki incelik." Lord Byron’ın bize atfettiği bu lakabı hak ettiğimizi düşünüyorum. Bu özellikler günümüzde de sürüyor, sürmeli de bence:
-Zarafet ve saygı; küçüğünden büyüğüne kadar herkese gösterilen incelikli nezaket.
-Cinsiyetlerden bağımsız insan ilişkisi kurmaya yarayan Zeğes geceleri.
-Çerkes düğünlerimiz...
-Dilimiz...

Çerkes kültürünün benimseyemediğiniz, keşke olmasa dediğiniz özellikleri nelerdir?
-Büyüklerinin yanlarındayken küçük çocuklarını sevmek ayıp (haynep) olarak değerlendirilirmiş. Benim babamla böyle bir hikâyem var. Ben babamın kucağındayken dedem odaya aniden girince babam beni yatağa doğru fırlatıvermiş. Yere düşmekten zor kurtularak yatağın ucuna düşmüşüm. Dedem bile kızmış oğlunun kendisinden bu kadar çekinmesine. Bazen böyle acımaz sertlikte olabiliyor "kabze". İnsani öğeleri duygulardan izole edilmeye çalışan bu türden adetler ile pek bağdaşamadım…

Çerkes kültürünün hangi öge ya da öğelerinin sizin kişiliğinizi belirlediğini düşünüyorsunuz?
-Çerkes kültürünün aile bağlarını kuvvetlendirici etkisi, büyük bir aile içinde geçirilen çocukluk olarak bana çok yaradı. Erken yaşlarda kaybettiğim babamın o kültürden gelmesi belki de onun yardımsever ve birleştirici özelliklerini bu kültüre atfetmemi sağlamıştır. Fakat genel olarak gözlemlediğim bu olumlu özellikler kültürün içinde "kabze" olarak da karşımıza çıkıyor. Bunlar karakterimi çok belirledi. Ben sadece küçük çekirdek aile daimi mutluluğunu amaç edinerek mutlu olamıyorum. Bütünlükçü barış ve sıhhatten yanayım. Bu nedenle birçok sosyal gönüllülük projesi ve vakıfta aktif olarak çalışıyorum. Arzu Tekin

Çerkes mutfağı ile aranız nasıl, yapıyor musunuz?
-Genel olarak mutfakla aram bazen iyi bazen kötüdür. Ancak Metaz, Lepsı Pasta, Haluj gibi yemekleri hep yaparım. Mısır unu sevdiğim bir un çeşidi. Meksika yemeklerine ilgim de bu nedenle gelişmiş olabilir. Klasik Çerkez yemeklerini büyük ailem ile aynı masa etrafında toplanarak hep beraber yemeği seviyorum. Fakat bu ülkede ve bu koşuşturmalı yaşamda biraz zor oluyor bu. O yüzden özellikle annemin ziyaretleri sırasında yapmaya çalışıyorum.

Dans sever misiniz? Çerkes danslarıyla aranız nasıl?
-Severim. Oynardım da. Leperuk, ayak oyunu, Kafe, kızların ağır dansı. Sanırım salgında özlenecek şeylerden biri de Çerkez Düğünleridir. Ne muhteşem bir eğlencedir, çocuk büyük ihtiyar genç demeden herkesin oynadığı ve gönlünce eğlendiği düğünlerimiz... Çerkes dansların en temel özelliği parmak üzerinde durmaktır. Aile toplantılarında, babaannem Münire Aras akordeon çalarken biz de ayak parmaklarımız üzerine kalkarak oynar ve bunu yapabilmekten büyük sevinç duyardık. Düğünlerde çalınan didoların (küçük darbuka) tınısı ile rahmetli babamın kaşenleri (*) ile ettiği danslar hala gözümün önündedir.

Dili biliyor musunuz? Biliyorsanız anlamak, konuşmak, yazmak anlamında ne kadar hâkimsiniz?
-Çerkesce ile büyütüldüm. Anlıyorum fakat konuşamıyorum. Bunun büyük bir eksiklik olduğuna inanıyorum. Yakın zamanda bir kursa başladım. Okuyup yazmak ve konuşmak istiyorum.

Bir sonraki kuşağa Çerkesliğin nesi aktarılmalı diye düşünüyorsunuz ve bu konuda bir çabanız olur mu?
-Ben kültürel özelliklerin aile içinde yaşatılarak nesilden nesle geçirilmesinin gerekli olduğunu ve diğer kültürler arasında var olmak için bunun bilinçle yapılması gerektiğini düşünüyorum. Her fırsatta kendi çocuklarıma da bana büyütülürken öğretilen "kabze"yi aşılamaya çalışıyorum. Onlar burada doğdular. Ancak Amerikalı olmalarının yanı sıra ülkeden ve kendi ailemden onlara yansıtılan alt kimlikleri de var. Bu onları seneler içinde otantik ve özgün kılacağı için çok önemli.
Kültürümüzü geleceğe aktarma çabalarının içinde yazmak da var. "Bir Çerkez Kızı Anıları" ön adıyla bir deneme kitabım da yakında çıkacak.

Seçme şansınız olsaydı yaşlılığınızı nerede/hangi ülkede yaşamak isterdiniz ve niye?
-İzmirliyim diye başladım öyle de bitireyim. İzmir de yaşlanmayı isterim. Ne kadar uzağa gidersek gidelim, neleri keşfedersek keşfedelim, eğer asıl varılan yer insanın kendi ise, kendi (self) kavramının oluştuğu ilk yer doğduğunuz ve büyüdüğünüz yerdir... Benim özlemini çektiğim şehirlerin başında İzmir geliyor. Ankara da, denizi olmasa da yaşamak istediğim ikinci seçenek olurdu. Devlet ve idareye yakın olarak sanki ülke yönetiminde daha çok söz sahibi olabilirim gibi gelirdi eskiden... Şimdilerde sadece bir istek.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mıdır?
-Ben Amerika’ya gelerek ve burada yaptıklarımla bir Çerkes kızı olarak belirli bir başarı öyküsünün oyuncusu oldum ama aslında övünmeyi seven biri değilim. Ben bulunduğum konumun gereklerini yaparken fazladan ne yapabilirim diye düşünüyorum. Kişinin bireysel kariyeri çok önemli değildir. İçinde bulunduğunuz toplum için ne yapıyorsunuz, ailenizdeki ve toplumunuzdaki duruşunuz nasıldır, önemli olan bu. Ben her şeyden önce konuşmak ve anlatmak istemiştim. Yıllarca bunu yaptıktan sonra daha profesyonelce yapmaya karar verdim. Harvard’a giden yolun açılması ile de bu amacıma eriştim.
Ben gururla söylüyorum ki “Kadın Hekimler Eğitime Destek Vakfı(KAHEV)” üyesiyim. Kurucuları kadın hekimler olan bu vakıf, ülkemizin dört bir yanındaki kadın ve çocukların eğitimine gönüllü ve koşulsuz olarak destek sağlıyor. KAHEV’in Amerikan kolu olarak "Emanetiniz emanetimizdir" diyerek bu salgında canlarını kaybeden sağlıkçıların ailelerine yardım etmeye çalışıyoruz. Sağlıkçılar yardım eder ama yardım talep etmez. O nedenle herkesin bu söyleşiden beni değil KAHEV’i hatırlamasını isterim.

9 Mayıs 2021

(*) Kaşen: Çerkes gecelerindeki kısa süreli oyun arkadaşı. Aslında şaka yollu nişanlı anlamındadır.

Yazının Medya Günlüğü sitesindeki bağlantısı.

GERİ