GERİ

Su

1996 senesinde katıldığım bir kongrenin ardından fırsat bu fırsat deyip 10 gün süreyle bütün İsrail’i dip köşe gezmiştim. O gezi beni çok etkiledi. Bunca yıl geçti üstünden, erkeklerin askerlik anıları gibi anlat anlat bitiremedim o minicik tatili. Anılarımda en önemli yeri tutansa bana hemen herkesin suların kraliçesi muamelesi yapmasıydı. Kafama göre takılmayı daha çok sevdiğim halde İsrail’i turla gezdim çünkü o tarihte ne araba kiralanıyordu ne de kiralansa tabelaları okuyup yol bulmak mümkündü, şimdi nasıldır bilmem. Devlet politikası gereği bağımsız dolaşma olanağı yaratmadıklarını ve özel gibi görünen devletin tek tur şirketinin rehberlerinin de eğitimli devlet ajanı oldukları kanısına erişmiştim. Niye bu kadın tek başına buralara gelmiş şüphesi ve gözetimi altında gezdikçe anladım bunu. Ancak çaktırmadan beni sorguya aldıklarında bile kibarlıklarında en küçük bir kayma olmadı. Türkiye’den geldiğimi öğrenen herkes ağız birliği etmişçesine “siz bize su veriyorsunuz” diyor ve deyim yerindeyse karşımda saygı duruşuna geçiyordu. Meğerse Dicle ve Fırat nehirlerinin bizim topraklarımızdan çıkıp aşağı doğru inmesi bizi suyun patronu yapıyormuş. Barajlarımız falan bu devasa suyun musluklarıymış. Biz bu nehirlerimizi aşağıya doğru göndermek istemeyip yolunu kessek Mezopotamya başta olmak üzere bütün Orta Doğu’yu kurutabilirmişiz. İsrail’de herkesin bildiği bu gerçekten benim haberim yoktu. O zamanlar Türkiye’den İsrail’e turist olarak kimse gitmezken benim orada oluşuma akıl erdiremeyen rehberler, muslukları kapatabilecek gücümün olabileceğini düşünmüş olmalılar, yoksa bana yönelik aşırı saygılı davranışlarının başka bir anlamını bulabilmiş değilim.

Rastlantının güzelliğine bakın ki o geziden dönüşte havada tek bir bulut yoktu. Cam kenarını kapmış olmanın da avantajıyla, Türkiye’yi güneydoğudan kuzeybatıya çaprazlama geçerken dağlardan ovalardan çok gölleri nehirleri izledim o gün. Pırıl pırıl bir görüş ile ilk ve son kez bütün ülkeyi böyle panoramik görüyordum. Kuşbakışı görmek aşağıdan görmeye de haritada görmeye de hiç benzemiyordu: Meğerse ne kadar sulak bir ülkeymişiz, her baktığım tepede bir göl her yamaçta bir akarsu gördükçe şaştım kaldım. Evet yaaa, ben suların kraliçesiydim…

Bundan sadece birkaç sene sonra İspanya’da bir kongrede meslektaşlarım bana acıyarak “sizin kuraklık da pek fena oldu” dediklerinde ne diyor bunlar diye dudak kıvırdım. Ben anlamadıkça daha da uzattılar konuyu. Orta Anadolu’nun çoktan çölleştiğini, durumun giderek daha da kötüleşeceğini anlatıp durdular. Açıkça tartışamadımsa da yok ya dedim içimden bir su kraliçesi olarak, gelin size bir uçak yolculuğu yaptırayım da görün nehirlerimizin göllerimizin bolluğunu. Kuraklık varsa sizde vardır, bizde yok öyle bir sorun.

Daha 2 binli yıllara girmemiştik. O zamanlar biz milletçe iklim krizi diye bir şey duymamıştık ki ben duyayım. Açık radyo ve Ömer Madra olmasa daha da duyacağımız yoktu. Sonra konuyu öğrendikçe ben de görmeye başladım anlatılanların ne anlama geldiğini. Ülkemde hep dere tepe dolaştığım için, derelerin tek tek yok oluşuna tanıklık etmeye başladım. Ege’deki gepgeniş nehir yataklarından minicik derelerin akmakta olduğunu görmem de çok uzun sürmedi. Suların kraliçesi ha?

Bu haftanın Time dergisi (vol 198) Almanya’yı perişan eden seli baş konu seçmiş. “Almancada bu felaketi anlatacak kelime yok” diyen Merkel’e bölge halkı ateş püskürüyormuş, yeterince önlem almadığı için. Asıl yıkımın ve ölümlerin olduğu Westphalia (Vestfalya) bölgesinin acil kurtarma sorumlusu olan Albi Roebke, uygarlığın doğayı kontrol altına alabileceğini düşünüyorduk oysa şimdi 40 bin sene önceki atalarımız gibi su ve ateşten korkar olduk, kendi evimizde kendimizi güvende hissetmiyoruz, demiş.

Trump’ın bıraktığı izlerinden biri de 2015 yılındaki Paris İklim Krizi toplantısında tartışmalara katılmak yerine koridorda salınmayı yeğlemesi ve ABD başkanı için ayrılmış olan koltuğa kızını oturtarak bu konuya kafa yoranlarla kafa bulmasıydı. Toplantı sonunda varılan ortak kararları da saçmalık diyerek imzalamamıştı. Aydınım diye geçinen benim sıradan İsrail ve İspanyol vatandaşlarının gündelik konusu haline gelen iklim krizinden haberdar olmayışıma benziyor bu cahil başkanın davranışı. Ancak arada çok önemli bir fark var. Ben bilmesem de çok şey değişmez ama kirlettikleri hava yüzünden iklim krizinin en büyük tetikçileri olan Amerika ve Çin gibi sanayi devleri bilmiyor falan değiller, işlerine gelmediği için kulaklarının üstüne yatıyorlar. Gerçi Çin çoktan geri adım attı ve ciddi önlemler almaya başladı, oysa Amerika hâlâ burnundan kıl aldırmıyor.

Dünyanın havası ortalama olarak 1 derece yükseldiğinde bile atmosferdeki karbon dioksit tabakasının yarattığı şemsiye belirgin olarak kalınlaşıp sera gibi örterek dünyanın canına okuyor. Sel ve yangın, birbirinin tersi gibi görünse de aslında bu belanın aynı yüzü. O nedenle, ateşten ve sudan korkma konusunda 40.000 sene öncesine döndük diyen Alman bu konudaki en doğru lafı etmiş.

Yükselttiğimiz ısı yüzünden dünya bir yanıyla daha da kuraklaşırken öte yandan da buzullar eridikçe pek çok yer sellere uğrayacak, sulara gömülecek. O sular ki son baskının da gösterdiği gibi uygardır barbardır diye ayırmadan karaları işgal edecek, hem de uzak gelecekte değil çok yakında. Biz İstanbul boğazına yedek bir kanal açalım da gelen geçenden daha çok haraç alalım diye çabalayacağımıza yakın geleceğin haritasına baksak çok iyi olacak: Okyanusların su seviyesi yükseldikçe sadece Florida ya da Hollanda değil, kanallı ya da kanalsız İstanbul’un pek çok yeri de sular altında kalacak, hem de sel gibi geçici felaketlerle değil, kalıcı olarak. Sadece okyanus kıyısındaki düzlük ülkeler değil Türkiye’nin pek çok başka yeri de deniz olacak ne yazık ki. Su basmasının ikiz kardeşi olan kuraklık ve yangınların yaratacağı yıkım da başlı başına bir başka sorun ama hadi şimdi o kısmı atlayalım.

Sonuç olarak bilimin öngörülerini ve yeşil parti sözcülerini duymazdan gelen çokbilmiş büyük büyük büyük başkanlar ne derse dersin, bu kuyudan çıkmamız lazım ama pek umut varmış gibi de görünmüyor. Tek umut, ticari ve siyasi globalizmi yaratanların dünyanın fiziki olarak da global olduğunu kavramaları. Onların yönetmeni olduğu çağdaş teknolojinin karartmak kadar yeşertmek becerisi de var nihayetinde…

28 Temmuz 2021

Yazının facebook bağlantısı.

GERİ