GERİ

B O K

Bu kelimeyi ağzıma hiç yakıştıramamam, kullanmak zorunda kaldığımda çoğu zaman m harfi ile başlatarak geçiştirmeye çalışırım. Ancak…

Yeni elime geçti, Nihat Genç’in “İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı” isimli romanını bu hafta okudum. Roman denmiş ama özyaşam öyküsü tadında denemeler dense daha iyi olurmuş. Ülkemin tanığı olmadığım bir yüzünü kaleme aldığı için büyük bir ilgiyle bir gecede okuyup bitirdim. İyi ki okumuşum, bilmediğim çok şey öğrendim, sayesinde insana dair bilgim biraz daha zenginleşti, yazarına da kitabı bana ulaştırana da teşekkür ederim. (Dile ilişkin çok kusuru var, iyi bir editörden geçmemiş olması yazık ama gene de okumaya değer.)

Nihat Genç’in ağzı bozukluğu ve bunu bir marifet olarak anlatması gibi pek çok ayrıntı aklımda takılı kaldı. Bunlardan biri de “tuvalet kapısına çizilen şaheserler” başlıklı bölüm. Tuvaletlerin iç kapısına yazılan “Bunu yazan Tosun…” içerikli küfürlü laflardan eskiden beri haberim var. Bizzat mı gördüm yoksa anlatılanlardan mı biliyorum pek emin değilim ama kapalı kapılar ardında soyunuk pozisyondayken bazı insanların aklının da soyunuyor olduğunu kanıtlayan yazı ve çizilerden haberdarım. Ancak Nihat Genç bazılarının kendi bokuyla böyle şeyler yazıp çizdiğini söylüyor ki eğer bu onun hayal ürünü değilse, inanılır gibi değil. Bokuyla oynamak, bebekler ve akıl hastaları dışında yapılabilir bir şey gibi gelmiyor bana çünkü.

Ben adını anmaktan imtina ederken birileri gerçekten bokla oynuyor olabilir mi?

Bu soruyu sorunca aklıma önce tezek geldi. Elbette o bir oyun değil mecburiyet ama bence hayvanın bokunu yoğurmak zorunda kalmak hiç insanca değil. Kimsenin buna mecbur kalmaması ne güzel olurdu…

Bu sorunun ikinci aklıma getirdiği ise sevgili halam oldu. Halam çok temiz ve titizdi. Bütün aile ve dostları onun aşırıya kaçan temizliğini ve titizliğini bilir hatta onun evine gitmekten bile çekinirdi. Aslında hekim ağzıyla söylersem temizlik hastası bir obsesif kompulsifti. Bu takıntısı dışında gayet sağlıklı bir ömür sürmüş olan halam seksenini geçtiğinde bir dizi yaşlılık hastalığına yakalandı. Bu hastalıklarının birinin seyri sırasında hastanede yatarken de deliryuma girdi. Deliryum, aklın bir çeşit kısa devre yapmasıdır. Deliryum, bunama gibi sürekli değil belli bir süreliğine, kendini ve neler olup bittiğini bilmemek, geçici olarak delirmek demektir. Hastanedeyken yanında nöbete kalan bir yakınım, gecenin bir vakti uyanmış ki halam yatakta değil, tuvalette. Çıkmayınca endişelenip içeri girdiğinde gördüğü manzarayla şok olmuş. Halam elleri kolları klozetin içinde bir şeyler yapıyormuş. Bir türlü oradan uzaklaştıramamış. O gece aniden deliryuma girmiş olmalı ki çamaşırlar çok kirli, yıkamam lazım, diye direniyormuş ellerinin klozetin içinden çekip çıkarılmasına. Birkaç gün sonra da öldü zaten. İşe bakar mısınız, bütün ömrün boyunca tertemiz kadın sıfatını cildinmiş gibi üstüne yapışmış olarak yaşa ama bokunla oynayarak hayatını noktala...

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet yürüyüşünü de aynı soru kapsamında hatırladım. Toplumun birikmiş gazına subap olmaktan başka bir faydası olmadığını düşündüğüm o eylem için yollara dökülenler on binleri geçince birileri fena korkmuştu. Hedefine erişemediyse de gerçekten de muhalefetin tam bir boy gösterisiydi o yürüyüş. Ankara’dan İstanbul’a doğru insanlar akın akın yürüyordu. Bunca uzun yolda da elbette konaklamaları gerekiyordu. Düzce civarında konaklayacakları meydana at arabalarıyla ve kamyonla bok taşınıp dökülmüştü. Bu bok döktürme kararını veren(ler)in kim olduğuyla hiç ilgilenmedim. Böyle bir şeyi yapacak kadar hastalanmış bir akılla ilgilenmek gerekir oysa….

Bugünkü gazete haberi bütün bu boklukları hatırlattı. İstanbul metrosunun maskotu olan bir köpeğe karşı propaganda çalışması yapılmış. Adamın biri cebinde bok getirip metronun koltuğuna koymuş. Bir trol hesap da İstanbul Belediyesi metroya köpek sokuyor, o köpek de bizim oturacağımız koltuğa sıçıyor, diye o bok konmuş koltuğun fotoğrafıyla haberi patlatmış…

Boklu bir de kişisel anım var. İstanbul Üniversitesinde okuduğum sırada askeri Cunta yönetiminde yaşıyorduk. Bir akşam durup dururken gözaltına alındık. Askerler Beyazıt civarından sadece birkaç saat içinde beş bin kadar genci tutuklamışlardı. Beş değil beş yüz değil beş bin genç. O bir kaç saat içinde sokaklarda yürüyen, kahvede ya da evlerinde oturan kız erkek genç kimi buldularsa dipçikleyerek belediye ve polis otobüslerine tıkmış, Davutpaşa kışlasına götürmüşlerdi ki biri de bendim. Niye götürüldüğümüzü de bilmiyorduk, bize ne yapacaklarını da. Korkmamak ne mümkün, dehşet içindeydik. Meğerse Eminönü’nde birileri bir bankayı soymaya kalkmış, bankanın kapısında nöbet bekleyen jandarmaya da ateş açmış ve bankayı da soyamadan kaçmışlar. Onları arıyorlarmış. O gece askeri kışlada binlerce genci beş kişi beş kişi odalara alıp sorguladılar. Daha gün doğmadan da tıpkı aldıkları gibi en küçük bir açıklama bile yapmadan gene tüfek namlusu eşliğinde bıraktılar. Sabahın üçünde Vatan caddesinin ortasında, askeri kamyondan iteklenerek indirilmiş, ne yapacağını bilemeyen 5 üniversiteli kızdık. Nasıl biteceğini bilmediğimiz bir belâdan kurtulduğumuza bile sevinemiyorduk. İn cinin top oynadığı o yerde o saatte ne yapacağımızı, evlerimize nasıl gidebileceğimizi bilmiyorduk. Birbirimizi hiç tanımıyorduk. Önce tanışalım bari dedik, sonra da bir plan yaparız. Tanışma faslının hemen sonrasında Hukuk öğrencisi olduğunu öğrendiğimiz dünya güzeli bir kız utana sıkıla itiraf etti. “Korkudan altıma kakamı yaptım. Böyle bir adım bile atamam. Yürümeye başlamadan önce bunu halletmem lazım” dedi. Korkudan altına etmek diye bir deyim olduğunu biliyordum ama gerçekliğine o gün orada, henüz 20 yaşındayken tanık oldum.

Şimdi çok iyi biliyorum ki korkudan altına etmek çok normal bir şey. Çünkü beynin korku reaksiyonları otomatik ve çok korkunca sfinkterler gevşiyor ve kaçıyor o bok. Aklınla bunu durdurman mümkün değil. Beynin her bir işi akılla ilgili değil ki. Birçok işlevi otomatik, birçok işlevi de akıl dışı gerçekleşiyor. Akılla ilgisiz olan işlerden biri de bokla ilgili. Bebekler altına yapıyor, korkan altına yapıyor, bunayan altına yapıyor. Aklını kaybeden de bokla oyun oynuyor.

Tuvalet kapısına bokla resim çizerek cinsel tatmini gerçekleştir, yürümekten tabanları patlayanların dinlenmesini engellemek için meydana bok döktür, metro koltuğuna bok yerleştirerek bir köpeciğe bok at, bunlar akılla yapılacak işler mi?

Ben ömrüm boyunca bok kelimesini kullanmaktan kaçındım. Bu yazıda geçen bokları saysam herhalde ömrüm boyunca sarf ettiğimden fazla çıkar. Hepsi Nihat Genç’in kabahati, bu kitabında o kadar çok küfretmiş o kadar çok boku konu etmiş ki benim de ağzımı bozdu. Barbaros Şanşal’dan çalıntılıyorum:

“Bokunuzda boğulun bok kafalılar”


22 Kasım 2021

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ