İngilizce de Machu Picchu’ya Maçu Piçu deniyor ama yerel dilde telaffuzu Maçu Pikçuymuş. Bu dünya harikası İnka şehrinin üstünde kuşlar gibi uçtum geçen gün. Keşke gerçekten böyle bir uçuş yapabilseydim ama sadece sanal bir uçuştu. Üç boyutlu görüntüleme tekniği ile 15 dakikalık bir film izledim demek istiyorum. Ancak bu filmsel gezinti sırasında oturttukları koltuklara verilen ivme ve derinlik algılatan gözlükler sayesinde öylesine gerçekti ki uçulan yükseklik ve uçma hızından dengem altüst oldu, başım döndü, midem bulandı. Çağdaş teknolojinin yaşattığı bu kuşlaşma hazzını dile getirecek kelime bulamıyorum. İki bin yüz metrelik o yalçın dağ tepesindeki şehre tırmanmış olsaydım bile böyle bir görüntü şöleni yaşayamazdım. Gene de ilk fırsatta gerçeğini yaşamak istiyorum.
İnka’lar bugün Peru denilen Amerika parçasında başka yerler gibi bu mistik şehri de kurmuşlar. İşgalci İspanyollar bütün bölgeyi topyekûn soyup soğana çevirirken bu şehri keşfedip yağmalayamamışlar çünkü koyak bir dağın zirvesindeki bu yer aşağıdan bakıldığında görülemiyormuş. Ancak zorbalıkla madenlerde açbilaç çalıştırdıkları yetmezmiş gibi Avrupa’dan taşıyıp oralara getirdikleri çiçek hastalığı yüzünden bütün İnka halkının ölümüne neden olmuşlar ve bu gizli şehir kimsesiz kalakalmış.
Sonrası karışık. Sonradan kim keşfetmiş de yağmalamış bu altın dolu şehri çok belli değilse de bütün işaretler Amerika Birleşik Devletlerini gösteriyor. Bir arkeoloğun adı kaşif olarak geçiyor ama o resmi kayda geçirdiğinde şehir çoktan soyulmuş. Günahı boynuna diyelim, ne diyeceğiz başka. Şimdiki yağma da turizm üzerinden oluyor. Bu ne idüğü belirsiz şehri benim gibi o kadar çok kişi gidip görmek istiyor ki, günlük ziyaretçi sayısını bin kişiyle kısıtlamışlar. Daha fazlası dağda kopmalara, çökmelere neden oluyormuş.
Peru, Amerika kıtasının en yoksul ülkelerinden biri. Geçim kaynaklarının başında turizm, turizm gelirinin başında da Machu Picchu kalıntıları geliyor. Bir yandan ziyaret sınırlaması koysa da reklama devam ediyor Peru. Florida’nın bir müzesinde tam da Corona turizmi baltalamışken, devlet destekli bu serginin açılmasının başka ne anlamı olabilirki. Sergide o şehrin buluntularından 192 adedi sergileniyor ki Anadolu kültürlerinden şımarmış biri olarak bana kalırsa zengin bir sunum sayılmaz. Ancak bu gezici serginin düzenlemesi çok başarılı ve İnka kültürü hakkında epey kapsamlı bilgi aktarıyor. Yanına bir de bu film olunca yeme de yanında yat tadına erişti müzedeki gezim.
Bu şehrin ne idüğü belirsiz olmasının en önemli nedeni Maya’ların tersine İnka’ların yazılı dilinin olmaması. Bu şehrin hiçbir yerinde yazılı bir şey olmadığı için, bu şehri niye kurduklarını bilmek de mümkün olmamış. Hakkında söylenen her şey tahmini, tıpkı bizim Göbeklitepe gibi. En iyi bilenen şeyler bulunan cesetlerin ve de muhteşem bir ustalıkla süslenmiş kap kacak ve takıların incelemesinden elde edilenlere dayanıyor. Başkentleri Cusco’ya sadece 75 kilometre uzaklıkta olan bu yemyeşil dağ zirvesinin şehrin zenginlerinin yaylası olduğu, imparatorun özel sarayı olduğu, gizli tapınak olduğu vb. pek çok varsayım var. Ancak dağın zirvesini taraça taraca kaplayan mimarisi ve bu taraçaların kademeli su olukları ile bezenmiş olması orada tarım yapıldığının açık kanıtı. Buluntu objelere işlenmiş gelişkin şekiller de inançlarının dışa vurumu.
İnka dininin evreni algılayışı üç aşamalı. “Yukarısı, burası ve içerisi” şeklinde bir üçleme bu. Gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı diye isimlendirsek pek de bir farkı kalmayacak diğer bütün dinlerden. Ancak bu üçlemede en belirgin fark okyanus temsilinde. Ana dinlerin anası olan bizim coğrafyalarda hemen hiç yer almayan suyun derinliklerindeki yaşam da “içerisi” katmanında önemli bir yer tutuyor, hatta karaların derinliklerinden bile çok.
Dünyanın harikaları listesinde olan bu şehir bırakın Göbeklitepe’yi Efes kadar bile eski değil. Radyoaktif karbon incelemesiyle 1500’lerde yapıldığı anlaşılmış ki bu kadar genç bir antik şehir olduğu bilgisi çok şaşırtıcı oldu benim için, inanamadım hâlâ da inanmıyorum yaşına. Efes de ne, Bursa bile ninesi sayılır bu antik şehrin demek ki. Anadolu’nun ne kadar köklü bir uygarlığın üzerinde oturduğunu böyle zamanlarda çok daha iyi anlıyorum.
Bering boğazından geçen insanların Amerika kıtasına ayaklarının değişi bundan on bin yıl önce dense de sonradan anlaşılan o ki kırk bin yıl önceye dayanıyor. Buz devri süresince Alaska’da kalakalan göçebe kavimlerden, daha aşağılara doğru inebilenlerin tarıma geçip yerleştikleri zamanlar ancak milattan bin, bin beş yüz sene öncesine uzanıyor. Kuzey Amerika kıtasında yerleşip kalanları bir yana bırakırsak, Güney Amerika’ya yönelenlerden milattan öncenin kayda geçen uygarlıkları ise önce Olmek’ler, sonra da Maya’lar . Milat civarında ise Aztek’ler sahne alıyor. Bu ardışık üç uygarlık, farklı yerleşimlerde boy gösterse de aslen Meksika civarının yani Orta Amerika’nın yerleşikleri. Milat’tan sonra binli yıllardan sonra var olan İnka uygarlığı ise Güney Amerika’nın Doğu kısmındaki And sıradağlarına konumlanıyor. 2 milyon kilometre kare genişlikte zengin bir imparatorluk kuruyorlar. Hâlâ varlığını sürdüren Cuzco şehri İnka’ların o zaman da başkenti. Quechua dili konuşuyorlar ve bu dil hâlâ Ant dağlarında yaşıyor. Quipo dedikleri bir teknikle kayıt tutuyorlar. Bir ipin üzerine düğümler atmaya dayanan bu teknik ile sadece sayıları değil harfleri de kaydedebiliyorlar. Asıl geçimleri taraça şeklindeki tarıma dayalı. İnka’ların bu topraklarda 1200’lerden itibaren var oldukları, 1500’lerin başında da bu yerlerde İspanyol işgalinin başladığı düşünülürse, yoksa bu Maçu şehrini çapulculardan kaçıp saklanmak için inşa ettikleri varsayımı doğru mu?
Sergide sözü geçmese de yeni öğrendiğim ilginç bir bilgi de, bölgede İnka’lardan önce yaşayan Chimu uygarlığının asıl altın krallığı olduğu. Güçlü politik düzenlemeleri, gelişkin sulama sistemleri, yol mühendislikleri ve yetkin şehir düzenleri olan bu uygarlığı bitiren de istilacı İnkalar olmuş. Barbar İnkalar yerleşip uygarlaştığında da barbar İspanyollar gelip onları yağmalamış. İspanyollar yerleşip uygarlaşınca da Amerikalılar gelip onları yağmalamış. Altın uygarlığını yağmalayan yağmalayana. Devletin altınlarını seçimi kazanacak olanlara bırakmamak için hepsini harcayalım diyen bizim çağdaş(!) politikacıdan çağrışımla, kaynağını hatırlayamadığım şu söz aklıma düştü:
“Tarih, barbarlarla uygarların savaşlarından ibarettir ve hep barbarlar kazanır.”
Florida’nın Boca Raton Kasabasının Sanat Müzesindeki bu sergi dünya turunun promiyeri imiş. 4. Şubatta buradan ayrılacak olan serginin sonrasında hangi ülkelere gideceğini öğrenemedim ama umarım bu listede Türkiye de vardır da siz de izleme şansına erişirsiniz. Oraya kadar gelemezse de ne gam, bizim ülkenin her bir müzesinde görülecek öyle çok şey var ki ben 50 sene müze gezdim de bitiremedimdi. Müzeleşemeden yok edilenlere yanmak yakınmakla da baş edemedimdi. Siz siz olun, elinizi ayağınızı çabuk tutun, yağmacılar talanı bitirmeden müzelerimizdeki uygarlık kalıntılarının ne kadarını görseniz kardır çünkü. Doğma büyüme Perulu olan 2 arkadaşım var, ikisi de Machu Picchu’ya çıkmamış, şimdi Florida’da yaşıyorlar, ayaklarına kadar gelen bu sergiyi de görmediler. Hani o sebepten diyorum.
Notlar:
Sanal Müze'nin bağlantısı için
tıklayın.
Yazının Facebook'taki
bağlantısı. |