GERİ

Apsua ve Gullah

23 Nisan günü iki konu birden aklımı bulandırdı. İlki, 45 yıl önce bebeğini kapıp Amerika’ya göçmüş olan bir arkadaşımla yaptığım konuşmadan kaynaklandı. O bebe Amerika’da büyüyüp okumuş, bir Latin Amerikalı ile evlenmiş, iki oğlu olan çok başarılı bir genç kadın şimdi. Arkadaşıma 23 Nisan kutlamalarına torunlarını da götürmeli, bunun çocuklar için özel bir bayram olduğunu öğretmelisin, dedim. Onların dünyaları bambaşka, dedi. Amerika’da büyüdüğü için kızının doğru dürüst Türkçe bilmediğini, dolayısıyla torunlarının da İngilizce ve İspanyolca ile büyüdükleri için sadece bu kültürleri öğrendiklerini anlattı. Bir tek kuşakta yaşanan bu hızlı asimilasyona akıl yürütürken, kendi geçmişimle yüzleştim.

Ömer Büyüka, Türkiye’de yaşayan çok çalışkan ve başarılı bir Abhaz dili uzmanıydı. Ben küçücük bir kız, o yaşını başını almış bir otoriteyken komşu evlerde yaşardık. Ne zaman onlara gitsem, benimle sohbet ederek sevgisini belli ederdi. Çalışmasını bölmemek için kolay kolay misafire çıkmaz, bir tek sana dayanamıyor, senin sesini duyunca hemen yanına geliyor, diyerek eşi de bu dede-torun türü sevgiye tanıklık ederdi. Ömer amca bir gün bana yeni basılan kitabını imzalayıp hediye etti. Baktım imzanın üstüne de uzunca bir şeyler yazmış. Ne yazdığını sordum. Sen Abazaca okuyamıyor musun, dedi? Yok, hiç bilmiyorum deyince suratıma şaşkın bir donuklukla baktı ve hiçbir şey söylemeden kalktı gitti. Bir daha da odasından çıkmadı, ne o gün ne de başka bir gün.

Sonraları onun bu davranışından Abaza yakınlarıma çokça yakındım. Amma tutucuymuş kapsamındaki yakınmalarıma çoğunlukla da destek buldum. Birkaç kuşak önce Türkiye’ye göçmüş Abaza bir soyun devamı olmam, ırkıma yönelik bir aidiyet bilinci oluşturmamıştı bende. Ne dili ne de kültürü biliyordum. Doğup büyüdüğüm ülkenin vatandaşıydım ben. Türkçe konuşuyor, Türkçe düşünüyor dahası Türk gibi düşünüyordum:

Madem Türkiye’de Çocuk Bayramı var, madem Florida’da da çocuk bayramı kutlanıyor, öyleyse Florida’da yaşayan senin torunların da bu bayramın parçası olmalı. Sen Türk olduğuna göre torunların da mutlaka Türkçe biliyor olmalı, diye düşündüm. Arkadaşıma bu kadar doğrudan söylemedim ama tam olarak böyle düşündüm. Ömer amca da açıkça bir şey söylememişti ama öyle düşünmüştü. Dedesi ninesi bile Türkiye’de doğup büyüyen bana, ana/ata dilini bilmediğim için Ömer amca nasıl yaklaşmışsa, Amerika’da doğup büyüyen o tanımadığım çocuklara ana/ata dilini bilmedikleri için aynı biçimde yaklaşmıştım. Tam da ben Ömer Amcanın yaşında ve çocuklar da benim o zamanki yaşımdayken. Demek artık benim de tutuculuk yaşım gelmiş.

Amin Malouf der ki; göçmen bir halkın izini sürmek istiyorsanız, yemeklerin ayak izlerini takip edin. Birinci kuşakta bile dil ve dille bağlantılı pek çok şey değişime uğruyor. Gidenler gittikleri yere ayak uydurdukça, özellikle de ikinci kuşaktan itibaren aidiyet izleri yok oluyor. Geriye en çok yemekler kalıyor.

Abazalar kendilerine kendi dillerinde “Apsua” der. Apsua dilini bilmem, Apsua adetlerini sadece kulaktan dolma bilirim. Ancak Apsua yemeklerini bilirim. Arkadaşımın torunları da onun yaptığı Türk yemeklerine bayılıyormuş. Hatta büyük oğlan tarifleri öğrenip denemeye bile başlamış. Malouf’un lafı tam da yerini buluyor; demek ki yemek gerçekten de kuşaktan kuşağa izini devam ettiriyor.

Zaten 23 Nisan günü kafamı kurcalayan ikinci konu da kırmızı kuru fasulye ile ilgiliydi. Kırmızı kuru fasulyeyi ezerek yapılan bir Apsua yemeğinin adı “Agudırşış”tır. Benzeri bir kuru fasulye ezmesini Meksikalıların yaptığını görünce nerden nereye diye çok şaşırmıştım. Üstelik Abazalar gibi Meksikalılar da bu peltenin üstüne bolca taze kişniş koyuyor. Sadece onların fasulyesi kapkara. Bugünse bambaşka bir şey öğrendim.

Amerika’nın Kuzey Caroline eyaletinde Gullah kavmine ait bir halk yaşıyor. Afrika’dan Amerika’ya köle olarak getirilen ırklardan biri Gullahlar. Afrika’nın Batı kıyısında bir yerlerden çalınarak getirildikleri söyleniyorsa da tam neresinden olduğu bilinmiyor. Bu AfroAmerikalıların kültürlerine, geçmişin telafisi anlamında saygı gösteriliyor ve tanıtımı yapılıyor. İşte bu Gullahlar hakkında okurken ata yadigarı pilav ve kırmızı fasulye yemeklerinin temel besin maddeleri oluşu ilgimi çekti. Kuru fasulyenin hiçbir türünü Amerikalılar bilmezken, Gullahlar yüzyıllar önce kıta değiştirirken yanlarında taşıdıkları kırmızı fasulyenin tohumunu kuşaktan kuşağa aktarmış, ekimini de yemeğini de hala sürdürüyorlarmış. Onlar dışında koyu kırmızı renkteki kuru fasulyeyi bilip yiyen pek yok benim bildiğim.

Rastlantıya bakın ki yine aynı gün on-line bir sitede Abhazya’da yaşayan zencilerin hangi Afrika bölgesinden geldiklerinin bilinmediğini okudum. Abhaz beylerinin yanında çalışan zenci kölelerin bugünkü torunlarının kendilerini bizzat Abaza saydıkları da anlatılıyordu aynı yazıda. Kafkasya’dan ve de zencilerden söz ediyoruz, dikkatinizi çekerim. Gene nerden nereye hikayesi…

Yıllar önce Düzce’de bir Abaza düğününde çok güzel Abaza oyunu oynayan zenci bir genç kız görünce çok şaşırmıştım. Şaşkınlığım, bırak bizzat kendilerini, Abaza ve zenci kelimelerini bile aklımda yan yana getiremediğim içindi. Sorduklarım köyde zenci bir ailenin yaşadığını, onların Abazacayı da adetlerini de kendileri kadar bildiğini, artık onlardan biri kabul edildiklerini anlattı. Abazaların Slavlar gibi aslen sarışın ve mavi gözlü oldukları da ekleyeyim de şaşkınlığım anlaşılır olsun. Ondan çok daha önce, Ege’de zenci köyleri olduğunu öğrendiğimde de çok şaşırmıştım. Bırak bizzat kendilerini, Türk ve zenci kelimelerini bile yan yana görmeye alışık olmadığım için. Gerçi son yıllarda kendiliğinden gelenler sayesinde bu birliktelik kanıksanır oldu.

Afrika ve Amerika kelimeleri zenciler nedeniyle nasıl yan yana gelmişse, Kafkasya ve Afrika kelimeleri de öyle yan yana gelmiş işte. Böylece bu 23 Nisan’da ben de kafamdaki Abaza ve Agudırşış kelimelerinin yanına zenci kelimesini ekledim.

Türkiye’nin ırk çorbasında herkesten bir kepçe var. Amerika’nın ırk çorbası daha da karışık. Dünya böyle karışmışken Kafkasya da farklı olacak değildi herhalde. Bakındı şimdi siz şu kırmızı kuru fasulyenin ayak izlerine. Ne yani Apsualara Agudırşisi Gullahların ataları mı getirmiş Afrika’dan, tıpkı Amerika’ya da getirdikleri gibi? Olabilir mi?

Afrika’nın darısı (mısır) gelip Kafkasya’nın “abısta” sı olduğuna göre, fasulyesi de gelip neden “agudırşiş”i olmasın ki?

İnsanlar taa nereden taaa nerelere taşınmış, yedikleri de beraberlerinde…

Ahh keşke şimdi ben bir genetikçi olsaydım. Abhazya’daki zencilerden ve Kuzey Karolina’daki Gullahlardan gen analizi yapıp akrabalar mı diye baksaydım. O zaman böyle boş boş konuşmazdım.

Afrika’nın her neresindenseler de, Kafkasya’ya göç etmiş/ettirilmiş zenciler şimdi içinde yaşadıkları halkın dilini ve kültürünü gerçekten özümsemişler. Çünkü söz ettiğim yazının bitişi söyle: Kafkas zencisine “zenciler buraya ne zaman ve nasıl gelmiş” diye soruyorlar. Cevap ise “zenci kim?” oluyor. “Biz buralıyız, Abazayız” diyorlar. Yazı, zencilerin bu asimilasyonundan gururlanarak sonlanıyor.

Hep öyle değil midir egonun zorlaması: Onları bize benzetmişsek aferini basarız, biz kendimizi başkasına benzetmeye çalışırsak da zılgıtı yeriz.

Osmanlıya göç etmiş/ettirilmiş Abaza ve diğer Kafkas halkları çok mükemmel uyum sağlamışlar. O kadar ki bazıları “biz ayrı bir halk değiliz, bir çeşit Türk boyuyuz” diyecek hatta sanacak kadar durumu özümsemiş. “Ben Türküm” diyen ben de bu uyumun başka türden bir örneğiyim.

Gidilen yere diliyle ve kültürüyle uyum sağlamak, hem gidenler hem de gidilen ülke açısından kolaylık. Ama bir de benim yaptığım türden ırkçılık var: “Madem o bir Türk torunudur, Türklüğü öğrenmelidir” baskısı var. Oysa hayat öyle bir şey değil. İkinci kuşaktan itibaren hikaye bambaşkalaşıyor.

Ezel ahir fark etmez, dünya göçmenlik yüzünden hallaç pamuğu gibi atılıyor. Şimdilerde insanların genetik haritasına bakılıyor. Kendini kim zannedenlerden neler neler çıkıyor. Hepimizin ırk çorbasına neler neler karışmış. İnsanlığın gelişimde ise uyum yeteneği başı çekiyor. Değişime kim daha iyi uyum sağlarsa gelecek onun oluyor. Ötekilerin cebine de boş övünçlerle yok olup gitmek kalıyor.

Bu arada, belki merak eden olur diye ekleyeyim. Abazalar sapsarıyken benim kara olmam Afrika’dan dolayı değil. Genlerimin dörtte üçü Kafkastanken, Türkiye’den olan dörtte birin baskınlığından. Ancak bunlar dede-nine hesabına dayalı kaba oranlar. Moda oldu ya, yakında ben de ırk çorbamı tahlil ettireceğim, bakalım ortaya karışık neler çıkacak.

Ayrıca bu gen analizi işi o kadar hızlı ilerliyor ki, çok yakında hangi kuru fasulyenin ilk nereden çıkıp sonra nerelere, nasıl yayıldığının haritası da yapılacaktır. Agudırşışın Apsualığının da ömrü kısaldı anlayacağınız.

Irkçıların, genetik biliminden hak ettikleri tekmeyi yemelerine de az kaldı. Hepimizin haddini yani özünü bilmesine gerçekten az kaldı.


29 Nisan 2022

NOT: (*) Video için   tıklayınız...

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ