GERİ

Güzellik Çekiştirmesi

Muazzez İlmiye Çığ ile doksanlı yaşlarındayken bir röportaj yapmıştık Dr. Nilüfer Ülgener ile birlikte. Akıl sağlığı bir yana, o zaman da şaşırmıştım görüntüsünün dinçliğine. Şimdilerde 108 yaşına basmış. Evet, cildi sarkmış, kırışmış ve yer yer lekelenmiş ama göze görünenler koca bir asrı çoktan devirmiş birinin yıpranmışlığında asla değil. Muazzez hanımın görüntüsüne bunca takılmam 100 yaşını aşma mitiyle ilgili. Ancak beni asıl etkileyen onun yaş günü kutlamasının videosunu yayınlayan gazeteci kadının görüntüsü oldu. Bu kadın, taş çatlasa İlmiye hanımın yarı yaşındadır ki o kadar bile değildir ama estetik müdahaleler yüzünden onun suratında Muazzez İlmiye hanımdaki doğal görünümün esamisi kalmamış.

Bu iki kadının suratlarının farkını yaratan temel özellik yaşları değil doğum tarihleri. Muazzez hanım istese de estetik yaptıramazdı, onun zamanında yoktu öyle şeyler çünkü. Gazeteci hanım ise istemese de yaptırmıştır çünkü şu sıralar estetiksiz bir suratla ekrana çıkmak bayağı cesaret ister. Bırakın ekran karşısında olmayı gündelik hayatta bile nerdeyse şart oldu artık. Parası yetmediği için hiçbir şey yaptıramayanlar bile hiç değilse kaşlarını dövme yaptırıyor. Parası olanlarsa ayırabildiklerinin maksimumunu harcıyorlar estetiğe.

Benim anam ve kaynanam aynı yıl doğmuş ve ikisi de seksenli yaşlarında öldü. Biri hafiften esmer diğeri süt beyazı bu iki kadının hiç bir benzerliği yoktu ağız dolusu kahkahaları hariç. Ancak her ikisi de bırak estetik müdahaleyi ömründe makyaj yapmamış kadınlardı. Suratlarına nemlendirici bile sürmezlerdi. Çünkü onlar da estetik çağından önce doğanlardandı. Gerçi o zamanlarda da görüntüsünü istediği şekle sokabilen bazı kadınlar vardı, Raguel Welch gibi. Ancak onlar ya ünlü artistlerdi ya da çok zengin kadınlardı ve parmakla gösterilirlerdi. Estetik çağı bizim kuşakla başladı, bizden sonrakilerde aldı başını gitti. Anamın ve kaynanamın ihtiyarlamış yüzlerinde ne bir leke ne de derin çizgiler vardı. Şimdi onların fotoğraflarıyla aynı yaştaki kendi suratımın haritalaşmış halini kıyaslıyorum da cildim çok kuru diye sürdüğüm yüz kremlerinden kuşkulanıyorum. Yaşlılıktandır denilen cilt lekelerimin o kremlerin taşıdığı bir şeylerle(!) alakalı olabileceğini bile sanıyorum. Hani önce bozmalısın ki sonra düzeltebilesin…

Buradaki kasta yönelik imalarım elbette kanıtsız sallama. Ancak mide barsak sistemi gibi cildin emiciliği de çok yüksek. Cilde sürülenler sadece cildin derinliklerine değil bedenin her yerine erişebiliyor. O yüzden ağzına sokmayacağınız hiçbir şeyi cildinize de sürmemelisiniz, deniyor. Deniyor da sanıyor musunuz ki güzellik ürünlerinin hepsi kısa ve uzun vadede sağlık üzerine olan etkileri ve yan etkileri açısından test ediliyor. Kozmetik, dünyanın en kazançlı endüstrilerinden biri ve aynı zamanda da en denetimsizi. Bin bir incelemeden geçen ilaçların yan etkilerine yönelik korkumuzun binde birini kozmetik ürünleri için taşımıyoruz. Kozmetiğe inancımız iman düzeyinde ya, neyse işte.

Kadınlardan lâfa girdimse de sanıldığın tersine erkeklerde de sanıldığından çok daha fazla estetik müdahale var günümüzde. Saç ekimi en başta olmak üzere ne ameliyatlar ne estetikler yaptırıyor erkek milleti de. Ancak onlarınki kadınlarınkinden daha gizli yapılıyor niyeyse. Estetik sektörü öyle yaygınlaştı ve gelişti ki artık müdahale edilmemiş bir yüz ya da beden bulmak pek mümkün değil. Üstelik her iki cinsin cinsel organları bile buna dâhil. Doğrudan bıçak değmemişse bile lazer teknikleri başta olmak üzere öyle kozmetik numaralar var ki sıradan insanlar bile birer “siborg” olmuş durumda.

“Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş.”

Estetik müdahalelere karşı oluşum yüzünden eğer bana bu kadarını denecekse çoktan razıyım. Ancak daha genç ve daha güzel görünmek uğruna onca acılar çeken, onca emek ve para harcayan çağdaşlarım eminim bu kadarıyla yetinmeyeceklerdir. İyi de, düşündüğümü söylemeden duramıyorum ki. O yüzden, linç edileceğimi bile bile devam ediyorum:

Güzel olmak için genç görünmek şart mıdır?

Anamın da kaynanamım da ikişer kızı var. İkisi de kendi kızlarından çok daha güzeldiler. Demek ki yaş faktörü o kadar da belirleyici değil güzellikte. Ayrıca gençlik güzelliktir tamam, olduğundan daha genç görünmek de güzel, ona da tamam diyelim, ancak olduğundan ne kadar daha genç görünmelisin acaba? Gençliğin kararını belirleyecek bir sınır mı var? Ayrıca tam yaşın kadar görünmenin ne gibi bir sakıncası var? Yaşla oluşan defolara kafayı takmak kadar yaşını kabullenememek de defo değil mi?

Güzel olmak için yüzün çizgisiz olması şart mı? Tamam yılan zehiri (Botox) başta olmak üzere pek çok başka numara ile yüzde gelişen çizgiler silinebiliyor artık. Ancak çizgisiz surat daha mı güzel gerçekten? Emin misiniz? Daha gençmiş gibi, daha çizgisizmiş gibi, daha dolgunmuş gibi, daha “gibi” olmak güzel mi gerçekten?

Güzel ne sahiden? Herkes güzel olanı seviyor elbette ama güzellik ölçütleri de modaya tabii ve sürekli değişiyor. Gerçek güzellik ölçütü ne olabilir ki bu değişkenlikte?

Güzellik denince estetisyenler başka telden çalıyor bilim başka telden. Güzellik, sosyolojik açıdan olduğu kadar biyolojik açıdan da çok önemli bir unsur. Cinsellik için. Yani üremek için. Genler karşı cinsin güzel olanını seçiyor ki yeni kuşaklar sağlıklı olsun. Güzel olsun diye değil, sağlıklı olsun diye çalışıyor genler. Güzelliğin görevi ise garantörlüğünde. Genç olanın beğenilmesi de ondan, dinç olanın beğenilmesi de. Üreme yeteneğinin zirvesi gençlikte olduğundan. Hani üçgen omuzlu, kemikli yüzlü erkekleri daha güzel buluyor ya kadınlar, onlar daha sağlıklı ve üreme kapasiteleri daha yüksek olan erkekler çünkü. Hani geniş kalçalı, minik çeneli kadınları daha güzel buluyor ya erkekler, onlar daha sağlıklı ve üreme kapasitesi daha yüksek olan kadınlar çünkü. Bunlar bilimin söyledikleri. Bu konuda laf çok da özetle sosyolojik açıdan güzellik zamansal bir kavramsa da biyolojik açıdan kesinlikle evrimsel, bilimsel yani cinsel bir konu…

Güzel görünmek için şişirmek, doldurmak, kaldırmak, çektirmek meselesi ise yapay bir konu. Görüntüyü kurtarmanın üremekle de sağlıklı olmakla da hiçbir alakası yok. Bu türden işlemlerin sağlığa etkisinden, vücuda sokuşturulan maddelerin sonradan yarattığı sorunlardan, operasyon sırasında alınan anestezinin beyin hücrelerine neler yaptığından falan söz edecek de değilim…

“Ben görüntümle sadece kendi keyfim için ilgileniyorum” diyorsak da meselenin aslı elbette bu değil. “Ben modalara uymam, sadece kendi beğendiğimi kendi istediğim kadarıyla yapıyor yaptırıyorum” diyorsak da o da doğru değil. Neyi, ne kadar ve nasıl isteyeceğimizi bize ustalıkla dikte ediyorlar. Bizse bu yönlendirmelerin farkına bile varamıyoruz.

Birçok başka mesele gibi güzellik meselesi de dönüp dolaşıp sektöre(!) yani kapitalizmin beynimizi nasıl yıkadığına dayanıyor. Çünkü neyin güzel olduğuna karar verenler neyi satmak istediklerini bilenler oluyor. Ötesi çaktırmadan ikna etmeye kalıyor ki bu konuda başarıları kutlanmaya değer. Güzellik sektörün müşterisi ve de kölesi olanlar, kendi özgür seçimleriyle hareket ettiklerini düşünüyor. “Elbette özgür seçimim, istemesem yaptırmazdım, istedim de yaptırdım” diyenler, niye istedikleri konusunda hiçbir kuşku taşımıyorlar…

Güzellik sektörünün gelirinin büyüklüğünü merak edip rakamları azıcık eşelesek, gördüğümüze inanamayacağımızdan eminim. Kazancı boş verin, bu sektörün sadece reklama ayırdığı miktarı öğrenmek bile aklı zıvanadan çıkarabilir. Üstelik bu sayılara, bizi bu müdahalelere hazırlayan Barbie bebek satışları falan dâhil değil.

Barbie bebek gibi görünmek için ha bire bıçak altına yatanları duymuşsunuzdur. Barbie’nin erkek arkadaşı Ken’i de bilir misiniz? Bir haber okumuştum. Genç bir adam pek çok ameliyat geçirmiş Ken’e benzemek için ama en son ameliyatı en ilginci. Testislerini aldırmış. Ken’in testisleri yokmuş çünkü…

Sonradan olmuşların değil de, doğuştan Barbie bebek kadar güzel olan kadınların ve de bir bebek kadar güzel erkeklerin üreyemediğini bilim çoktan biliyordu (Genetik bir anomali nedeniyle). Şimdi Ken kadar yakışıklı ve de üreyemez olma tercihi de yaratılmış durumda. Zaten cinsellik de üremeyle alakasını kesmiş, haz bağımlılığına dönüşerek almış başını gidiyor. Güzellik meselesinin gelip dayandığı duvar tam da burası.

Geceleri Beyoğlu sokaklarının büründüğü hâli yıllar önce biri şöyle tasvir etmişti: “Gösterip gösterip vermeyenlerle, sulanıp sulanıp yapamayanların meydan muharebe yeri”

Günümüzde güzellik, gerçekten öyle olmakla, öyleymiş gibi görünmek arasında bir yerlere sıkışıp kalmış durumda. Hem de ne sıkışma. Bakalım bu şişirilmiş sektöre gelecek daha neler getirecek. Üstelik getirirmiş gibi yaparaktan daha neler götürecek.

Paradan da geçtim de, bir haz amacı olan güzellik için çekilen onca acılara, daha doğrusu gönüllü işkencelere ne demeli bilemedim. Yaratılmış mazoşizm dense olur mu acaba?


07 Ağustos 2022

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ