GERİ

Dans Vebası Salgını

Strasburg bugünün Fransa’sının Alsace bölgesindeyse de geçmişte Almanya’da bir yerleşim. Strasburg’da 1518 yılının Temmuz ayında bir gün Frau Trouffea (Bayan Trufeya) diye bir kadın sokakta dans etmeye başlamış.

Bu kadın kimseyle ilgilenmeden durmadan dinlenmeden dans ediyor, tükenip yere yığılıyor ama azıcık gücünü topladığında yeniden dans etmeye başlıyormuş. Bu dans günlerce sürerken ona başkaları da katılmış. Bir hafta sonra yanında yöresinde otuz kadar kişi onun gibi dans etmekteymiş.

Şehrin yöneticileri bakmış bu iş yayılıyor alarma geçmiş. Siviller ve dini liderler kafa kafaya vermiş çözüm düşünmüşler. “Demir demiri keser” diye mi düşündüler yoksa bunların yarattığı olumsuz görüntüyü maskelemeği mi hedeflediler bilmem, daha da çok dans edilmesi için ortamı düzenlemişler: Bir dans sahnesi kurulmuş. Profesyonel dansçılar da getirilmiş. Bir de orkestra tutulmuş. Durum festival gibi bir şeye dönüştürülmüş.

Bu düzenlemeler işi bitireceğine daha da büyütmüş. Bir ay sonra Ağustos sıcağında dans etmekte olanların sayısı 400’e erişmiş. Kimse bunların niye dans ettiğini bilmiyormuş. Kanlarının tutuştuğu, akıllarını kaybettikleri falan düşünülüyormuş. Salgın gibi yayılan ve “dans vebası” adıyla anılan bu durumundan etkilenen kişi sayısı çok kesin değil. Kimi der ki 50 kimi der ki 400 yerde birden yüzlerce insan durmadan dinlenmeden dans etmekteymiş.

Bu salgın sırasında birileri dans ederken birileri de ha bire yerlere seriliyormuş. Kimi yorgunluktan bitip tükeniyor, düştüğü yerden bir daha kalkamıyor, kimiyse kalp krizi ya da inme geçirip öte dünyaya gidiyormuş. Her gün ortalıktan ölüler toplanıp tepedeki görkemli ibadethaneye taşınıyor ama bu durum dans edenleri etkilemiyormuş. Taa ki dansçılar öle öle bitince, 2 ay sonra Eylül ayında sonlanmış bu salgın.

Aslında bu doğru düzgün ilk kayıtmış ama Avrupa’da 10. Yüzyıl ile 16. Yüzyıl arasında böyle birçok dans salgını daha olduğuna ilişkin bölük pörçük de olsa kayıtlar varmış. En iyi bileneni ise 1347 yılında Rhine nehri civarındaki birçok kasabayı etkileyeniymiş ki o başlı başına bir konu çünkü nehrin bir yakasında başka diğer yakasında başka türden bir salgın çıkmış…

Bu dans salgınının kanın aşırı ısınması yüzünden olduğu düşünülmüşse de o günlerdeki açlığın ve stresin tetiklediği bir çeşit histeri olduğu da varsayılmış. Bazı dincilerse, onların dans ederek ölmek üzere lanetlendiklerini ileri sürmüş. O dönem Salzburg, Roma Katoliklerinin etki alanındaymış. Hristiyanlığın bu güçlü cemaati, toplumun ve bireyin yaşamında ciddi kısıtlamalar getirdiğinden, milletin dini baskılardan fıttırdığı da düşünülmüş. Öte yandan şehirde öyle bir yoksulluk varmış ki delirmeyene şaşmak lazımmış. Bu iki önemli faktörün hangisi asıl nedenmiş yoksa ikisi birlikte mi insanları ölümüne delirtmiş, belli olmamış…

Hatırlarsanız bizim de Padişahlık dönemine atfen anlatılan benzer bir hikâyemiz vardır. Konulan abartılı vergilere başlangıçta hiç sesi çıkmayan ama giderek daha da yoksullaşan halkın sonunda kafayı yiyip meydanlarda göbek atmaya başladığından dem vurulur, fıkralaştırılarak…

Ancak Avrupadaki bu toplu çıldırmanın nedeninin aslında ne dini baskının ne de ekonomik yıkımın stresiyle olduğu sonradan anlaşılmış. Dans edenlerin çıldırdıkları doğruymuş ama nedeni toplu zehirlenmeymiş. Dans vebası salgının nedeninin “Ergotamin zehirlenmesi” olduğu çok sonra anlaşılmış.

Ergo (ergotamin) zehri beyni etkileyerek aklı devre dışı bırakır. Deliryum, halüsinasyonlar yaratır. Vücutta da eğilip bükülmeler şeklinde görülebilen kasılmalar, kas spazmları yaratır. Aslında sorun vücutta ya da kaslarda değildir. Beyindeki kendini bilme merkezleri etkilendiği gibi bedenin hareketlerini düzenleyen beyin merkezleri de seçici bir harabiyete uğradığından bu garip ardışık hareketler, kıvranıp bükülmeler oluşur. Özetle dans sanılan o hareketliliğin istemsiz kasılmaların görüntüsü olduğu çok sonradan ortaya çıkmış.

Bu salgın şeklindeki ölümcül dans zehirlenmesinin nedeni de çavdarda üreyen bir çeşit küfmüş. Bu küflenmiş çavdar tohumlarından yapılan ekmekler zehirlenmelerin nedeniymiş. Özetle onca kişi yemek zorunda kaldıkları “yoksulluk ekmeğinden” zehirlenmiş.

Bu dans vebasının çıktığı dönemde Strasburg açlık krizindeymiş. Normalde insanlar ekmeklerini buğdaydan, buğday yetişmeyen yerlerde de mısırdan yapar. Çok daha ucuz olan çavdarı da genellikle hayvanlarını beslemekte kullanır. Bakmayın siz şimdiki beslenme reçetelerinde bolca yer almasına. Çavdarın insan beslenmesine geçişi hep kıtlık/yoksulluk dönemlerinde. Çünkü çavdar buğday kadar besleyici değildir insanlar da bunu bilir.

Ergot zehirlenmesi sadece bilinci, aklı ve kasları etkilemiyor. Sara krizlerine de neden olan bu tür zehirlenmeden başka özellikle sinirleri ve damarları bozan bir türü daha var. Bu ikinci türünde el ayaklarda yanma hissi çok fazla ve sonunda kangrenlere kadar varabilecek sonuçları oluyor. Daha önce değindiğim Rhine nehrinin bir yakasında bir tür diğer yakasında diğer türü görülmüş. Bunun nedeninin de nehrin ayırdığı iki bölgenin topraklarının farklı özelikleri yüzünden yetiştirilen çavdarlarda küf mantarının farklı türlerinin bulunması olduğu sonradan anlaşılmış.

Hep sonradan diyorum ama milattan önceki çağlarda kadınlarda düşük gelişmesine neden olan tuhaf renkli başaklar kitaplara bile yazılmış. İnsanlık tarihinin “git gel”lerinden biri daha işte…

Bir de dindarlıktan söz etmişken bir başka ayrıntıyı da eklemeliyim. San Antoin diye bilinen bir Saint yani kutsal kişi var ki bu hastalığı yok ediyor. Bu Saint diğer Saint’lerin de patronu unvanına sahip. Bir çok hastalığı iyi ettiği için patronluğu kapmış. İlginçtir ki birbiriyle alâkasız üç farklı hastalık onun adını taşıyor hâlâ.

El ve ayaklarda yanma başladığında buna da Saint Antoin ateşi deniyor. Bu ateşe tutulanlar Saint Antoin kilisesine taşınıyor ve orada iyileşiyorlar. Sonradan bu mucizenin nedeni de anlaşılıyor. Kilise temiz undan yapılan ekmek yiyor. Kiliseye kabul edilen hastalar da halkın yediği küflü ekmekten yemediği için zamanla zehirden arınıp iyileşebiliyor.

Ergo zehirlenmesi dans salgını, el ayak ateşlenmesi salgını gibi gangren salgınlarına da neden oluyor ve her salgında binlerce insan da gangrenden ölüyor. Sadece Avrupa’da değil Rusya’da da salgınlar oluyor hem de sadece uzak tarihlerde değil yakın zamanlarda da. Anlaşılan o ki bu tarihi belâ her yerde hortlamaya hazır bekliyor…

Bu mahmuz gibi küf mantarı sadece belâ değil aynı zamanda da ilâç. Kadınlarının bebelerini düşürmesine neden olan aynı madde, düşük ve doğumlar sonrasındaki durmayan kanamaları durdurmakta da bire bir. O yüzden uzun yıllar kadın doğum kliniklerinin baştacı oluyor. Beynin ve bilincin canına okuyan bu aynı madde Nöroloji kliniklerinin de baştacı çünkü Migren tedavisinde yıllar boyu kullanılıyor. Tıpta başka kullanım alanları da var. Burada unutulmaması gereken nokta şu:

Bir maddenin besin mi zehir mi yoksa ilâç mı olduğunu belirleyen sadece miktarı…

“Doğaldır, öyleyse iyidir” sananlar lütfen yukardaki cümleyi tekrar tekrar okusunlar ki unutulmasın.

Unutmamamız gereken çok şey var. Bunların ilki çavdar başağının üzerinde farklı bicimde ve renkte (morumsu siyah) bir boynuz gibi üreyen küf mantarının zehirlenmeye neden olduğu. Çavdar mahmuzu hastalığı diye anılan bu tür bir zehirlenmeden korunmak için kolayca görünen küf sporlarını unu öğütmeden önce ayırt etmeği asla unutmamak lazım. Bu ayrım yapılmadan una çevrilen sonra da ekmek vb. ürüne dönüşen çavdarın zehrinden korunmak ne yazık ki mümkün değil.

Unutulmaması gereken diğer şey, başımıza gelen şeylerin yemememiz gerekirken yediğimiz içtiğimiz ya da yememiz gerekirken yemediğimiz içmediğimiz şeylerle alâkalası. Bir de yapmak gerekirken yapmadıklarımız ve yapmamak gerekirken yaptıklarımızla alâkası elbette. Konu hastalık ve hastalıklardan korunma olunca, sigara ve alkol, sebze ve meyve, kutu ve paket gıda, fiziksel egzersiz ve stres kelimelerini art arda sıralayayım da unutulmasın.. Radyasyon ve de bilerek bizleri zehirleyenler gibi unuttuklarımı da siz siz olun da unutmayın…

İnsanlık tarihi boyunca dindarlığın en koyu dönemlerinin yoksulluğun en derin dönemlerine denk gelişinin hiç de tesadüf olmadığını, bu ikisinin tavuk-yumurta gibi birbirini doğuran bir sarmal olduğunu da unutmamak lazım...

Cavdar başagındaki Ergodan olduğu gibi topraktaki, sudaki ve havadaki bil-cümle zehirlerden korunmayı unutmamak lazım. Çıldırmamak tümüyle korunmaya bağlı çünkü. Ötesi meydanlara dökülüp göbek atmaya kalıyor…


13 Ocak 2024

NOT: Bu konuyu işleyen hoş bir kurgu kitabı yayınlandı. Bağlantısı burada...

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ

 

 

  Son olarak 13.01.2024 tarihinde düzenlenmiştir.