GERİ

Uçtu uçtu balon uçtu

Son birkaç yıldır Kadıköy’ün simgesi sarı bir balondu. Deniz otobüsü iskelesinin yanına bir müteşebbisin yerleştirdiği bu devasa balon, yerden 200 metreye kadar yükselebiliyordu. Bu yükselme sırasında balonun altındaki sepetteyseniz harika bir İstanbul seyri yapıyordunuz. Balon denilince aklımıza gelen, bir yerden öteye giden balonlar gibi değildi bu. Bu seyir için balon diklemesine yükselirken sadece biraz sağa sola salınıyordunuz çünkü havadayken de yere bağlı oluyordunuz.

Kadıköy sahiline çok yakın bir evde oturuyorum. Yerleştirildiği günden itibaren yani yıllardır her gün, sabah akşam balonun bulunduğu yerin önünden geçtim. İstanbul’a oldum olası âşık olan ben bu balon yükselişini hiç yapmadım. Yapanı da enderi nadirattan gördüm. Haluk Bilginer’in bir reklam için bu sepetle havalanması falan da ne benim ne de başkalarının iştahını kabartabildi.

Bir keresinde baktım balonun yeri boş. İpleri kopmuş, balon kaçmış, dediler. Doğrusu her bir yerinden halatlarla sımsıkı sarılı balon kaçabilir mi diye düşündüm, emin olamadım. Bir süre sonra balon geri geldi. Birkaç yıl sonra balonun yeri gene boşaldı ama sonra gene geri geldi. Bu kez göbeğinin etrafını çepeçevre saran Türk bayrakları daha doğrusu ay yıldız figürleri vardı. Aynı balon muydu yenisi mi geldi bilemedim. İstesem sorup öğrenebilirdim ama pek de ilgilenmedim. Zaten kimse ilgilenmedi bu balonla. Sanırım sonunda oraya yerleştiren de pes etti ki balon tümden kaldırıldı. Yuvasında yani bağlı olduğu yerde kalıntıları hala durmasa kimse anımsamayacak bile artık onu. Şimdilerde Kadıköy’ün sahil belirteci başka. Yapılmasın diye semt sakinlerinin çok direndiği ama başarılı olamadığı kocaman bir otel belirliyor şimdi Kadıköy sahilini.

Bu balonu neden anlattığıma gelince: Güven sorunuma değinmeye çalışıyorum. Böyle bir şeyle bir batı ülkesinde karşılaşsaydım, ilk işim binmek olurdu. Yükseklik korkuma rağmen muhakkak binerdim. Gittiğim her şehrin en yüksek yerine ödüm kopa kopa, içim hoplaya hoplaya olsa da mutlaka tırmanırım. Zaten çoğunluk öyle yaptığı için, her şehrin tırmanmaya imrendiren bir kulesi/binası/ tepesi mutlaka vardır. Yoksa bile eksiklik hissedip yapma çabası vardır. Sizin de aklınızdan geçtiği gibi buradakine, oradakinden farklı davranışın başka açıklamaları da olacaktır. O türden açıklamalar haklı ve geçerli olmadığı için değil ama benim bu balona binmeme gerekçem, tamamen güven sorunum yüzünden. Bakımına, kontrolüne, yani güvenilirliğine inanamadığım için binmedim. Benim gibi düşünenler çok olmalı ki kimseler binmedi.

Kapadokya’daki balonlarsa tamamen farklı. Ne zaman Kapadokya’da olsam, sabahın köründe gökyüzünü kaplayan bu balonlara binenlere özenirim. Bu yıl Nisan ayında Ortahisar’daydım ki gene öyle oldu. Bu kez niyeti hafiften bozdum. Fiyatının yüksekliğine de razı oldum. (Eee, kolay değil; bir saatine 150 euro alıyorlar) Binsem mi acaba diye kendi beynimde konuya ısınma turları başlattım.

Balon kazalarının çokluğunu kafamı taktım. Balon turları da sattığı için, beni ve dolayısıyla gurubumu güvenli olduğu yönünde ikna etmek isteyen kaldığım pansiyonun sahibi, bu konuda şecaat arz ederken sirkatin söyledi:

Her sabah meteorolojinin verileri ışığında, yani rüzgâr yön ve hızı hesaplamaları ile uçuş kararı veriliyormuş. Sadece sabahın şafağında yapılan bu uçuşlar için en uygun zamanı bulmak için her sabah kalkış saati yeniden belirleniyormuş. Artık kayıtlı 18 şirket varmış. Her bir şirket için sınırlı sayıda balona uçuş izni veriliyormuş. Çok istek olursa ikinci bir uçuş daha yapılıyormuş. Maliyeciler her sabah balon yolcularını yani şirketin kaç kişiyi uçurduğunu gelip yerinde denetliyorlarmış. Eskiden devlet memurları uyanana kadar uçuşlar çoktan bittiği için denetim kâğıt üzerinde yapılırmış ama şimdi prim usulü çalışma başladığı için habersiz kuş uçmuyormuş. İşler eskisi gibi değilmiş; firmalar isteseler de istemeseler de kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalmışlar. Artık balonun pilotuna da alkol kontrolü yapılıyormuş.

Zurnanın zırt dediği nokta burasıydı. Sabahın köründe alkol muayenesi de neyin nesiydi? Muhafazakâr iktidar bahaneyle içki için türlü biçimde baskı yolları mı geliştirmişti yoksa?

O da varmış elbette ama bu konu farklıymış. Kapadokya halkı oldum bittim içkiciymiş. Turizmden bir lira kazanan iki lirasını âlem yapmaya harcarmış. Pilot denilen eğitimli ve sertifikalı olması zorunlu olan balon sürücüleri de sabahın erkeninde uyanmak yerine gecenin âlemini sürdürürler, balonu uçurduktan sonra uyumaya giderlermiş. Anlayacağınız, sabahın ayazında üşümemek için falan bahaneleriyle içki içmeye sabahlara kadar devam ederlermiş.

Balon pilotları bölgeyi ve işlerini iyi bildikleri için sarhoş uçuşlar aslında sorun olmazmış. Bazen birisi ölçüyü kaçırırsa ya da olur ya beklenmedik ters bir şey olursa, ancak o zaman balon kazası olurmuş. Türkiye turizmini baltalamak isteyen dış güçler bu tür fırsatları hiç kaçırmazlarmış. Yabancı basın hemen bunu manşetlere taşır, turist sayısı anında azalırmış. Bunlar nadir olaylarmış ama Türk düşmanlığı yüzünden büyütülüyormuş. Neyse artık bu tehlike de ortadan kalkmış çünkü her gün her pilota uçuş öncesi alkol testi yapılıyormuş.

Bu anlatımla beraber benim karasızlığım da sona erdi. Güven sorunumun varlığına şükran duyarak, bu kez de balonları gene yerden seyreyledim.

Bu konuşmanın ardından daha şu kadarcık bir zaman geçmişti ki Kapadokya’da bugün, yeni bir balon kazası oluverdi.

Eğlenmek için onca para ödeyen, bir sepet dolusu insan yere çakıldı, tutuştu, yandı.

18 canın ölesiye canının yandığı bu kaza için, ufak tefek sıyrıklar var diye demeçler verildi.

Turizm baltalanmasın diye bu defter de hızla kapatıldı.

Unutma defterimize yeni bir sayfa daha açıldı.

Yoksa Türk’e Türk’ten başka dost mu vardı!


26 Haziran 2015

GERİ