GERİ

        Başarıyı bilmem ama başarısızlığın formülünü buldum.

Kadim arkadaşım dert yandı. Oğlu, gecenin bir vakti haksız yere gözaltına alınmış. Nedeni meşhur bir bankanın sorumsuz davranışıymış. Oğlunu savcının elinden zor almış! O öfkeyle söz konusu bankanın gece vardiyasındaki kişiye küfretmiş. “Bütün görüşmeler kayda alınıyor” diyerek, nöbetçi bankacı tarafından tehdit edilmiş...

Arkadaşımın anlatırken vurguladığı başka şeylerdi ama ben bu hikâyede iki büyük sorunun belirleyici olduğunu gözlemledim. Para yönetimi sorunu ve iletişim becerileri sorunu. Günümüz yaşamında başarısızlığı garantileyen iki önemli sorun. Bu hikâyede yeri olmayan bir üçüncüsü de var; zaman yönetimi sorunu. Bence, bu temel üç sorunun bir teki bile başarısızlığın şaşmaz formülüdür. Konu ne olursa olsun sonuç garantidir. Hele bu sorunlar bir aradaysa, artık mesele çözümsüzdür. Oraya gelmeden, hikâyeye ait biraz ayrıntı aktarayım da siz de saptamalarım haklı mı diye bir bakın. Arkadaşımın oğlu, güncel jargonla “ge-be-te-ye” takılmış. Kredi kartı borcu varmış. Alışıldığı üzere “ o karttan çekip bunun ödemesini yapma” şeklinde çabalarla durumu kurtarmaya çalışmış ama olmamış. Minimasıydı, faiziydi, ödeme günü gecikmesiydi falan derken, battıkça batmış. Sonunda, binlerce, on binlerce kişiye olan, olağan sonuç olmuş, alacaklı banka gereken nihai işlemi yapmış; devlete “tut şunu, tık içeri, aklı başına gelsin” demiş. İşin bu kadar ciddileştiğini anlayan oğul, durumu babasına bildirmiş. (Oğul dediğimi de çocuk sanmayın, 35 yaşında, evli barklı, iş güç sahibi, kendisi de baba olan bir adamdan söz ediyoruz.) Durumun ciddiyetini kavrayan baba, kızsa söylense de, oğlunun borcunu üstlenmiş. Yine güncel jargonla söyleyeyim, “borcu yapılandırmış” ilk taksidi de ödemiş. Ancak banka, devlete yaptığı “yakala, korkut hatta hapset” uyarısını geri çekmeyi unutmuş ya da kasten geciktirmiş ki oğul, bir gece vakti arabasının direksiyonundan alınıp, uzak bir karakolun sandalyesine oturtulmuş... Haberi alan baba koşup gelmiş. Ödeme yapıldığını gösteren kâğıtlar buldurulmuş, borcunu ödemeye başladığı kanıtlanmış ve nöbetçi savcının kararı ile oğul bırakılmış. Bu gözaltı durumu, babanın kanına dokunmuş. O sinirle açmış telefonu, bankanın nöbetçisine giydirmiş !

Hadi meseleyi paçasından irdelemeye başlayalım:

Bankanın nöbetçisi dediğiniz kişi bu konuda bilgi sahibi midir? Bankanın hatası varsa, bu kişi bizzat o hatadan sorumlu mudur? Nöbetçi bankacı, her hangi bir sorun karşısında yetkili bir görevli midir yoksa “call center” denmesi şık olan ama bence aslı “telefonla meşgul etme “ merkezi olan yerdeki görevli, üç kuruşa talim, hiç yetkisiz bir toy mudur? Kime, ne hedeflenerek küfredilmiş ve ne sonuç alınmış olabilir? Bu bir iletişim sorunu olarak tanımlanabilir mi? Benim için başarısızlığı garantilemekte bir numara olan iletişim sorunu için, sizin yorumunuzu merak ediyorum.

Gelelim 2 numaralı soruna.

Bu hikâyenin yorumuna bir başkası üzerinden gidelim. İngilizce konuşulan bir ülkenin televizyonunda izlemiştim. Bir dizi programdı. Geçkince bir anne, erişkince oğlu ile bir pazarlık masasında karşılıklı oturuyordu. Yanlarında da uzman bir kişi bulunuyordu. Bu kişi, annenin kiraladığı bir görevliydi. Masa başı toplantısının amacı, kredi kartları borcu yüzünden annesinden borç para isteyen oğulun bütçesini düzenlemekti. Anne oğluna borç para vermeyi (dikkat, yardım değil borç) kabul etmiyor, oğulsa ısrarlı. “Borç yüzünden tutuklanacağım, sen de çok üzüleceksin, beni kurtarmak anne olarak senin görevin sayılır” vb. diyerek annesinin duygularına oynuyor, ama başarılı olamıyor. Masadaki uzmanın önünde, delikanlının bütün harcama ve ödemelerinin dökümü var. Elbette gelirlerinin de. Gelir ile gider arasındaki uçurumun nedenini bulması ve bir daha aynı açığı yaratmaması için, yardım etme amacıyla orada olduğunu, uzman defalarca söylüyor ama nafile. Delikanlı “ben para istiyorum, akıl değil” havasında. Oğlunun kişisel muhasebesinin incelenmesi için ve defalarca yinelenen bu türden ikna toplantıları için, gereken profesyonel danışmanlık ücretini anne ödüyor ama belki de bundan daha az bir meblağ olan çocuğunun borcunu ödemiyor. Çünkü oğluna “borcunu ödemesi için borç vermesinin” sorunun devamını sağlayacağını düşünüyor.

Dün arkadaşımın yakınmalarını dinlerken, yıllar önce izlediğim bu program belleğimden fışkırdı, iki öykü üst üste oturdu. Hadi bunları ikinci sorun kapsamında kıyaslayalım. Sonuç olarak, bu iki ebeveynin farklı davranışlarını nasıl yorumlayalım?

Duygu tarafından bakıp; biri, kızsa bile, acı çekmesine izin veremeyecek kadar çocuğunu çok seviyor, diğeri, annelik duygusunu bile yitirmiş, katılaşmış, mı desek?

İdeoloji penceresinden bakıp; biri feodal, diğeri kapitalist toplumun tipik davranış örneğidir mi desek?

Sosyo-ekonomi gözlüğünden bakıp; yoksullar bir dilim ekmeği bölüşür, zenginler işte böyle yapar, yani biri geri kalmış, diğeri gelişmiş ülkenin vatandaşı da ondan, mı desek?

Evrimsel psikoloji açısından bakıp; biri duygusal, diğeri akılcı davranıyor, mu desek?

Yorumlara ara verip hikâyelerin ana öğesine geri dönersek, ne kadar tanıdık bir sorundan bahsediyoruz değil mi?

“Herkese kart verdiler, işte böyle oldu”

“ Kartı almak kolay da, sen de kullanmayı bileceksin, akıllı kullanacaksın, kardeşim”

“Herkesin cebinde 10 kart vardı, şimdi hiç değilse sınırladılar, daha iyi oldu” falan filan.

Bazı yakınlarımıza veya uzak öykülere, buna benzer yorumları biz de yapmadık mı? Sorun kartlarda mı? Asıl sorun, psiko-sosyo-kültürel mi?

Yoksa?

Yoksa en az onlar kadar önemli olan bir başka şey de; kişisel yaşam becerileri konusunda eğitim almayışımızda mı? Yaşamın iyi düzenlenmesi için gereken temel becerilerin, eğitimle kazandırılması gerektiği bilincine erememiş olmamız yüzünden, her şeyin, hep, doğal yeteneğe bırakılmasında mı?

Beklenmedik büyük ekonomik kayıplar değil de, böylesine gündelik sorunlar yaşayanlar, yani gelirinden çok harcayanlar, sıkıştıkları zaman yakınlarına, mevcut hali “olağan üstü” bir durummuş gibi yansıttıklarında, onlara “takviyeci” olmayı kabullenmek, sürecin devamına “katkı” değil mi?

Eğer öyleyse biz yakınları/dostları olarak darda kalana yardım etmeyecek miyiz?

Çağdaşlaştıkça dostluğu-dayanışmayı öldürdük mü?

Çok büyük ve çok yaygın olan bu sorunun çözümü için üzerimize hiç mi görev düşmüyor?

Sizin bu konuda öneriniz nedir?

Ben, koruyucu hekimliğin tedavi edici hekimlikten daha önemli olduğunu bilen bir doktorum. O nedenle benim önerim, yetiştirdiğimiz bütün çocukları paranın yönetimi konusunda da eğitmektir. Bu eğitim, “aman çocuğum, paranın kıymetini bil, çar çur etme, bugün sahip olduğunun bir kısmını yarın için kenara ayır” türünden bir tavsiyecilik değil. “Yolu yöntemi boş ver, para kazanmanın, daha çok kazanmanın yolunu bul” türünden ise hiç değil. Asla değil. “Gelir ile gider arasında denge nasıl kurulur” türünden, somut matematiğe dayalı bir eğitimden söz ediyorum.

Şimdi başa dönersek, bir numaralı sorunu da ekleyelim: İletişim sorunu. Bu sorunun da eğitimle engellenmesi söz konusu. Küfretmenin (saldırının) anti-erdeminden başlayan, karşınızdakinin de tıpkı sizin gibi saygıyı hak eden bir insan olduğunu vurgulayan, birinden bir şey elde etmek istiyorsanız, istemenin yöntemini bilmelisinize kadar varan bir eğitimden söz ediyorum. (Aslında bizim de bilmediğimiz bir şeyi öğretmekten söz etiğimi de biliyorum...)

Sonra üçüncü sorun var. Zaman yönetimi sorunu. Bunun hikâyesi ve benim önerilerimin şimdi hiç zamanı değil. Bu konuda da başka bir zaman hasbıhalleşebiliriz di mi?

Şimdilik, başarısızlığı garantileyen üç sorunun adını tekrarlayıp bitireyim:

Parayı, zamanı ve dili uygun biçimde kullanamamak.

Garantisi var, sizin de bolca tanıklığınız var; bunlardan biri bile yaşam başarısını yok eder.

Hadi gidip gene başarısız çocuklar yetiştirelim. Etiketli çocuklar yetiştirmek için harcadığımız çabaya değmediğini öğrenemedikse, ne kadar kazandıklarından bağımsız olarak, ödeyemedikleri faturaları ödeyelim, beceremedikleri iletişim için hep ötekileri suçlamalarına destek verelim, yetiştiremedikleri işler için onlarla beraber üzülelim.

Anne baba olmak, çocuklarımızın tarafı, taraftarı olmaktır, elbette. Bu tuttuğumuz taraf, çocuğumuzun kar tarafı mıdır, düşünmeden göçüp gidelim. Gitme güne gelene kadar da, rastlaştığımızda birbirimizle çocuklarımızı çekiştirelim.

Herkese iyi yıllar dilerim.

29 Aralık 2011

GERİ