GERİ

        Büyükçekmece

İstanbul güzel şehir ama gene de ne farkı söyler misin Ankara'dan, deyince Hasan, bam telime basmış oldu. O gün, onu, akşama kadar İstanbul sersemi ettim, hem dilimle, hem gezdire göstere.

Ama yetmedi bana.

Yetmedi herhalde ki, on gün geçti üzerinden Ankara'ya döneli Hasan, ben hala konuşuyorum onunla gıyabında, bulup bulup gösteriyorum, an be an, şehrimin bir başka köşesini, bir başka rengini. İşte onlardan biri;

Bugün tipik bir İstanbul havasına açtım gözlerimi. Hani hava kapalı, yağacak az sonra, sanısı ile tuvalete girersiniz de, çıktığınızda pırıl pırıl ışıklar içindedir ya şehir. Hani tam sokağa çıkarsınız tiril tiril, bir bulut, bir yağmur, titrersiniz ya. Hani dönecek kadar yakınsınızdır eve, kalınları ile yer değiştirir üzerinizdeki giysiniz, bir saat sonra terlemenin ıslaklığı alır yerini yağmurunkinin ya. İşte bu İstanbul havasıdır. Beğenmezseniz beğenmeyin. Bu benim şehrim. Ben onun bu değişkenliğini seviyorum. Hasan ne anlar git gel aynı Ankara'sında. Programlı memur kasabasında.

Ben şehrimin batı ucunu epeydir görmemişim, özlemişim. Bak Hasan, ben senin yerine gezeyim, dedim. Açacak mı kapayacak mı hava anlayamadan ve de aldırmadan, kalkıp sabahın köründe Büyükçekmece'nin Mimar Sinan köyüne gittim. Hava mükemmel.

Yürüyüş Sinan'ın köprüsünde başladı. Görmediyseniz şiddetle öneririm. Büyük Çekmece lagününün (gölünün) Marmara denizine ulaştığı noktada, E5 karayolunun yanı başında uzanıyor eski günlerden, Sinan devrinden beri bu güzelim köprü. Biraz yıprandıydı gerçi, belediye bakımını yapmış, çevresini de derleyip toparlamış. Olmuş tam bir seyran yeri.

Mevsim yağışlı geçti ondan mı, hazanın deminden mi, günün güneşinden mi, bilemedim, gölde de bir dolu su kuşları. Çeşit çeşit. Kimi suda, kimi avda, kimi kıyıda bucakta, kanatlarını kocaman kocaman gerip kurunmakta.

Köprünün kıyısında (henüz) temiz küçük kahveler, balıkçı lokantaları.

Köprünün doğu ayağında yürüyüş yolları, oturma dinlenme avlanma kayıkla botla gezinme, olanakları. Köprüde yürüyenler, koşanlar, bisiklete binenler, seyrana gelenler.

Köprünün batı ayağı tarafında henüz bir hareket yok. O taraftaki büyük çimento fabrikası da, silueti pek hoş kılmıyor ama bütünüyle bakınca ortam öylesine hoş ki, gidip görmeden olmaz, anlamak için güzelliği, keyfi.

Köprüyü batıdan doğuya doğru adımlamalı, az önce söz ettiğim siluet kusuru yüzünden. Köprü yürüyüşü sandığınızdan uzun sürüyor, sandığınızdan da keyifli. Bittiğinde karşınızda bir kervansaray. İmza yine Sinan. İstanbul'a girişin ilk mola yeriymiş. Başkentin görkemine uygun olsun demişler herhalde, muhteşem gerçekten de. Üzeri kurşunla örtülmüş adı o yüzden Kurşunlu Kervansaray. Yanı başında, Sokollu'ya atfedilen bir küçük cami ve küçücük minaresi. Küçük ama özel. Bütün minare tek bir taştan oyulmuş. Sadece bir tek tane daha varmış böyle yekpare taş minare Türkiye ‘de Bilmem nerde.. Ve çeşme. Yine hepsi Sinan yapıtı.

Çevrede afişler, duyurular; Kültür festivali. Bir amfi tiyotro şeklinde açık hava, bir de kültür binası adıyla kapalı, iki tane gösteri merkezi yapmışlar. Kervansarayı da şenlik sırasında salon olarak kullanmışlar. İnanması zor ama demek çalışan belediyeler de var. (Kim çalışıyor kim göz boyuyor anlamak zorsa da.) Yıllardır karayolundan her geçişte bir göz atımlık ilgiden fazlasını alamayan bu güzelim köprüyü, Büyük çekmece'nin odak noktası haline getiren zihniyeti sizler adına da kutladım ben bugün. İçimden, ama olsun. Çok geçmeden kendiniz görür, kendiniz kutlarsınız, umarım.

Oralara kadar gidince, Mimar Sinan köyünün deniz kenarındaki asıl yerleşim merkezine de uğrayın. Meşhur balıkçıların yanından yükselen ana caddenin iki yanında karşılıklı selama duran iki eski tahta köşke selam söyleyin. Ara sokaklarda kalan, onlar kadar havalı olmayan tahta evlerin de gönlünü alın. Ama sakın geç kalmayın. Yerlerini çirkin betonlardan birine istemeden terk edip göç edebilirler her an, bilirsiniz. Ya da meşhur yangınlardan birine yenilebilirler. Görmek için hiç beklemeyin.

Eğer eskiden gittiyseniz, hatırınızda kalan köyün o eski şirin balıkçısını boşuna aramayın. Boğaz balıkçıları gibi bir yığın balıkçı var şimdi oralarda. Mimar Sinan'da balık yemek moda son yıllarda. Yeni masalar, yeni tül perdeler, yeni garsonlar var kapılarda. Kaybolmuş eski mütevazi ortam, kaybolmuş mütevazi rakamlar da.

Yeniyi seviyorsanız yinede ben aklınızı karıştırmayayım. Şimdi daha temiz, daha ferah lokantalar. Balıkta çeşit bol. Taze de. Bol bol çığırtkan, bol bol park yeri, bol bol boş masa, güzel de bir deniz manzarası var. Hangi saatte olursa olsun bir balık sofrası donatıp keyif çatın. Benim bağnazlığıma aldırmayın.

Ama siz de benim gibi hissederseniz, geriye dönüşün çaresi yok, kendinize keşfedilmemiş başka bir köy arayacaksınız. Unutmayın, İstanbul'da yok diye bir şey yok.

Buraya kadar gelmişken, komşu yerleşime, Büyükçekmece'nin sahiline de mutlaka geçin. Çayınızı da orada için. Şehir gibi şehirleşmenin belediyeciler isterse nasıl da gerçekleşebileceğini gözlerinizle görün. Düzenli caddeleri, düzenli yapılaşmayı, kaçak kat çıkmayışları, ön görünümü bozmayışları, falan filan kendiniz keşfedin. Bu kurallı yerleşimin kuralını yerleştiren eskileri de yad edin.

"İstenirse olurmuş"u hatırlayınca bir daha keyiflenin.
İstanbul'da ne güzel yerler olduğunu tekrardan keşfedip, tekrardan keyiflenin.

İstanbul'un havası da arka çıksın size, göndersin ışıklarını bolca, bu ışıklı görünümünü daha çok yaldızlamaya. Sizde bir torpil yapın kendinize. Görmeyiverin içine edenleri şehrin. Böylece kendinizden geçin.

Hasan'a ve bana bir selam gönderin.
Ankara'lıya boş verin, siz beni dinleyin; Devamlı gezin. Görün. Ama İstanbul'dan vazgeçmeyin.

İstanbul'u başka şehirlerle kıyaslayanlara da gülün geçin.

Bahar 2002

GERİ