GERİ

        Ben Keşfettim İşte!

Eskiden beri huyumdur. Amerika'yı yeniden keşfederim.

Bir gün mutfakta harikalar yaratıyordum ki yeni bir şey daha keşfettim. Havucu evirip çevirirken dokusunun bal kabağına ne kadar benzediğini görerek, bol şekerle ağır ateşte pişirdim. Süsledim püsledim övüne övüne servis yaptım.

-"Havuç tatlısını keşfettim."

Sunduklarım, hiç değer vermediler keşfime. Söylediklerine göre bu keşif yüzyıllar önce yapılmış. Adına cezerye derlermiş. Benim yaptığımdan da daha güzelmiş. Cezerye zaten Arapça havuç demekmiş.

Olsun ben keşfettim.

Gene bir gün baktım baktım da pırasaya, soğana ne kadar benzediğini anladım. Zekamın ışıldadığı bir gündü, kavurursam soğan gibi şekerlenir diye akıl ettim. İnce ince çenttim. Kuru kuru kavurdum. Baharatlayıp pizza hamurunun üstüne yaydım. Kaşarladım, fırınladım. Patatesli pizza diye yutturdum, yaklaşık on kişilik konuklarıma. Pırasa olduğunu kimse çakmadı. Ben keşfimi açıklayınca umursayan da çıkmadı. Soğangillerden olduğu herkesin malumuymuş. Pırasalı börek zaten yapılıyormuş.

Olsun ben keşfettim işte.

-"Pırasalı pizzayı ben keşfettim."

Kendimi ve keşiflerimi mutfağa hapsettim sanmayın. Oooo, ben daha neler neler keşfettim.

Göz doktoruna gitmiştim. Rahat bakabilsin diye gözümün içine bir damla damlattı gözüm oldu bakar kör. Yoo uzağı görebiliyorum, körlük denemez bu duruma ama örneğin kolumdaki saate baksam, gördüğüm hayal meyal bir kadran, hepsi bu. Akşam üzeri gitmiştim doktora, etkisi geçer, dedi yarına.

Bu gece ne olacak peki. Okuyamazsın, yazamazsın. Görmezsen ne halt yapacaksın.

Sıkıntıdan patlayacak değilim ya attım kendimi sokağa. Gezeyim dolaşayım yollarda geçsin zaman, geçsin özürlü olma duygum.

Ama o da ne ! Dünya her gece gördüğümden bir başka. Işıklar var ya, o ışıklar, ister far, ister vitrin lambası, ister ampul, ister floresan, eskiden göründükleri gibi çerçevelenmiş görünmüyorlar bu gece bana. Her bir ışık kaynağı bir ışın demeti yayıcısı. Hani çocuklar güneş çizerler ya, işte öyle. Aynı öyle.

Işık ışık ortalık, ışın ışın ortalık.

İşte keşfettim.

Çocuklar neden güneşin etrafına öyle ışınsal çizgiler çiziyorlar?

Çünkü öyle görüyorlar. Çünkü çocukların gözbebekleri daha büyük, büyüklerinkinden. Şimdi benim gözbebeklerimin olduğu gibi koskocaman. Gözbebeğin büyükse daha çok ışık girer içeriye. Bunun için, ışıkta küçülür gözbebekleri karanlıkta büyür ya. İlaç geçici olarak felç etti de, göz bebeklerimi, fazla ışıkta küçültemiyorum ya. Çok ışık gelince ışınlarını da görüyorum ya. Demek çocuklarda de öyle. Demek onlarda ışığa yeterince uyduramıyorlar göz bebeklerinin büyüklüklerini, ışınlarını görüyorlar da güneşin, o yüzden öyle çiziyorlar. Büyüdükçe, arttıkça uyum, artık ışınları göremiyorlar. Sonra çizdikleri güneşleri de bir şeye benzemiyor iki gözüm. V-"Çocukların güneşi ışın ışın gördüklerini ben keşfettim."

Yeni doğan bebek hiç görmezmiş. Annesini falan tanıması görerek değil kokuylaymış. Bir aylık olduğunda sadece kırmızı rengi görürmüş. Şekilleri falan görmesi çok sonraymış, o yüzden belleğinde hiç kimsenin üç yaşından önceye dair bir görüntü yokmuş. Bunlar zaten biliniyormuş.

Bana ne, ben keşfettim;

Çocukların gördüğü dünya farklıymış bizim gördüğümüzden. Onlar ışınları görüyormuş, gerçek güneş ışınlarını. Bizim göremediklerimizi görüyorlarmış işte.

Hem söyleyin bakalım, neden çocuk resimleri hep çırpıdan. Sakın zannetmeyin ki elleri beceriksiz de ondan. Onlar boyu görüyorlar hem de aşağıdan baktıklarından, olduğundan uzun görüyorlar, ama göremiyorlar eni. Nerden mi belli. Çizdikleri resimlerden. Dünyanın her yerinde, her ırktan çocuğun adamı, neden çırpıdan olacak ki başka türlü.

Ben şimdi keşfetmek istiyorum ki, sizin gördüğünüz dünya, değişik mi benim gördüğümden?

Olabilir değil mi?

Göz bebeğimin felçli olduğu o gece, sokakta gezemeyince ışıl ışıl ışıktan, döndüm gerisin geri eve. Uzağı rahat görüyorum diye televizyonun karşısına kuruldum. Onun aydınlığı da fazla, taşıp dağılıyor ekrandan dört bir yana, batıyor gözüme, yakıyor acıtıyor ama aklın da sınırı yok ya. Kapattım bütün ışıkları, bir tek televizyonun ki kaldı. Hem çok uzağına oturup hem de koyu renk camlı güneş gözlüklerimi takınca, yakınmalarım yani ışınlar azaldı.

Açtım Discovery Channel'ı, baktım, "Volkan avcıları"

Bir grup gözü kara maceracı bilim adamı inceliyorlar tehlikeye nanik çekip, ateş ve kül canavarını. Beni çeken, bu genç adam ve kadınların kontrolsüz adrenalinleri değil. Laf arasında değinilen özel bir görme yetisi. Adamların biri, ki otuzlarındaydı, anlatılana göre daha 14 yaşındayken ünlü bir astronom olmuş. Çocukluğunda başlamış tutkusu, çocukluğunda bitmiş resmi astronomi eğitimi.

El alemin., yetenekli çocuklarına sunduğu eğitim olanaklarını kıskanın benim gibi ama demem konunun o kısmına değildi. Sonra öyle değerli incelemeler gözlemlerle artmış ki, bu yetenekli küçük bilim adamının ünü, aşmış sınırları yayılmış her bir yere. Şımarmış zamanla fazla ileriye gitmeye başlamış, bazılarının kanısına göre. Aslında günümüzde uzay gözlemleri çok gelişmiş dijital teleskoplarla yapılırmış ama o hala açık araziye çıkar klasik teleskobu kurar, gözüyle gözlemlemeyi sürdürürmüş, eskiden alıştığı gibi.

Bir gün demiş ki; Satürn'ün halkasında enine çizgilenmeler var. Ben gördüm. Çizmiş çizgilerin yerlerini, göstermiş astronominin ileri gelenlerine bilimsel yayın yapıp, bilimsel dergilerde. Çıplak gözle göremezsin bizim dijital aletlerimizin göremediğini demiş, gülmüşler. Kafasıyla ilgili bir sorunu var bu çocuğun diye düşünmüşler.

Dört yıl kadar sonra, çok uzaktaki yıldızlara yollanan bir uydudan gelen fotoğraflarda görünce aynı yerde aynı enine çizgileri, anlamışlar ki çocuğun sorunu kafasında değil gözünde. NASA incelemiş gözlerini de, inanılmaz bir görme yeteneği olduğu çıkmış böylece ortaya.

Sonra ne olmuş neden olmuşsa hevesi volkana kaymış, patlamalarla ayın gelgiti arasındaki bağlantıya kafayı takmış. Program o mihvalde sürüyordu, benim kafamda ki sorular da netleşiyordu.

Demek bazıları bu kadar farklı görebiliyor. Evrim bu, sınırları esnek. Normalin her türlü çeşitlemesine, anormale açık. Kör olarak doğmak mümkünse ya da sonradan kör olunuyorsa, çok uzak görüş yeteneğiyle doğmak ya da bunu sonradan kazanmak neden mümkün olmasın ki? Mesela bu faltaşı gözlü alim çocuğun gözleri, çok küçükkenden itibaren çok uzağa bakmayı adet haline getirdiği için teleskoplaşmış olamaz mı?

Zaten gözleri teleskop gibi olduğu için, yeryüzünün sınırlamalarıyla uğraşmaktansa, gökyüzünü dikizlemeye alışmış olamaz mı?

Hem o, hem öteki olamaz mı?

Ben keşfettim işte;

-"Herkesin gördüğü dünya, başka bir dünya."

Bana ne ya, ben keşfettim. Biliniyor olması ile benim ne ilgim var.

Siz de öyle hemencecik kıskanmayın. Sizin de keşfedebileceğiniz daha ne çok konu var.

Mesela ben henüz keşfedemedim.

Biz neden esniyoruz?

Kolayına kaçıp uykumuz gelince, havasız kalınca falan demeyin. Ben ne zaman esniyoruz demedim ki, neden dedim.

Östaki borusunu açmak için, falan diye ukalalık ta etmeyin. Bu bir cevap değil ki.

Esnemenin bulaştığını söylemeyin. Her kez biliyor bunu.

Söyleyin bakalım karşımızdakinin esnediğini görünce esniyoruz da, telefondaki esneyince nasıl anlıyoruz. Hadi bir ses çıktı diyelim. Eşik altı olsun da bu ses kulak ayırt edemesin ama anlasın beyin. Bulaştıran da esnemeyi bu ses olsun. Esneyen birinin resmi de esnettiğine göre, görsel olarak bulaştığını da kabul edelim. Peki şimdi niye esnediniz. Ne gördünüz, ne de duydunuz, sadece andınız ve hatırladınız.

Nasıl bulaştığını araştırmaktan vazgeçsek bile vazgeçemeyiz ki, niye?

Niye bulaşır esnemek?

Dahası neden esniyoruz?

İpucu olacaksa eğer bir şey daha ekleyeyim. Gene bir belgeselde görmüştüm, maymunlarda esniyordu. Onlarda da bulaşıyordu. Hadi onlar atalarımız da, daha eski akrabalarımız, ev hayvanlarımız da esniyor. Biz den öğrendiler deseniz katiyen olmaz, gördüm, su aygırları da inanılmaz şekilde esniyor. Daha bir dolu hayvan esniyor.

Bilmiyorum bu iş ne kadar eskiye gidiyor. Ama bildiğim bir şey var. Evrim, işe yaramayan bir iş olsaydı taşımazdı bunu, bu kadar zaman yaşatmazdı. Tarihin bir kuytu köşesinde unutulmadığına göre, bir işlevi olmalı bu esnemenin.

Hadi artık bu kadar yardım ettim.

Bunu da siz keşfediverin.

Ben de daha çok esnetmeden sizi, kesip konuyu aradan çıkıvereyim.

7 Kasım 2002

GERİ