GERİ

Bir Kadın, Bir Adam ve Bir Hal ? Adli Olamamış Bir Hal ?

Bir arkadaşım var. Hekim. Uzman Psikiatrist. Adli konularla ilgilenen bir psikiyatrist. İstanbul’un, yok hayır Türkiye’nin, yok hayır Balkan’ların en büyük akıl hastanesinin “Adli Psikiyatri” bölümünde sözü geçen bir yetkili.

O dost biri. Sevecen görünümlü, güler yüzlü biri.

O, sevdiğim insanlardan biri. O sevilebilecek insanlardan biri.

Onu tanıdığımı sanırdım. İnsanı tanıdığımı sandığım gibi. Her zamanki gibi gene yanılmışım. Hiç tanımıyormuşum; karısı bir hekim arkadaşıma başvurmuş, ciddi bir dayak sonrasında tıbbi yardım almak için. Psikiyatrik değil fiziksel yardım için. Başvurduğu hekim bir ortopedist. Yani kemik doktoru.

Yani Adli psikiyatri uzmanı olan arkadaşım, karısını kemiklerini kırasıya dövmüş.

Bilmem anlatabildim mi?

Ortopedist arkadaşım, gereken tıbbi incelemeleri yapmış. Yara bereyi tedavi etmiş.

Sonra mı? Sonrası yok. Yaptığının hepsi bu.

Duymadım, görmedim, bilmiyorum.

Savcılığa suç duyurusunda bulunmamış. Hiç değilse kadının kendisinin başvurması için teşvik etmemiş. Kendisinin de arkadaşı olan dayakçı koca ile bu konuyu hiç konuşmamış.

Hiçbir şey olmamış gibi arkadaş görüşmelerini sürdürmüşler. Ailece birbirlerinin evine gidip gelmeyi sürdürmüşler.

Adı ne şimdi bu yapılanın? Erkek dayanışması mı?

Duymadım, görmedim, bilmiyorum.

Zamanla bu erkek arkadaşlarımın kadınları(!) birbirleriyle arkadaşlığı ilerletmişler. Psikiyatrist arkadaşımın benim tanımadığım eşi, ortopedist arkadaşımın iyi tanıdığım eşine, bu dayak olayının sürekli olduğunu anlatmış. Yani kadın kadına kadınlık halleriyle dertleşmişler. Her dayak seansından sonra, döven dövüleni suçlar “bak gene yaptın yapacağını, bana kendini dövdürttün” de dermiş.

Bu sürekli dayak yiyen hanımın kendisi, bu büyük kentin, büyük bir üniversitesinin, adı büyük bir bölümünde öğretim görevlisiymiş. Ama adının önündeki büyük etiketlere rağmen ölesiye korkuyormuş kocasından. Kızıp gene kendisini dövmesine neden olmaktan korkuyormuş. Her hangi birisi bu durumu duyarsa, kocasının kızıp kendisine karşı, güçlü sosyal ilişkilerini kullanmasından korkuyormuş. Dövmekten bin beter şeyler yapmasından korkuyormuş. Sırrını bir arkadaşı ile paylaşmasının kendisine pahalıya patlamasından korkuyormuş. Çok korkuyormuş kocasından.

Bu dayak konusunu bilen arkadaşımla ben, dayak atanla dayak atılanın, dedikodularını yaptık anlayacağınız. Demişler ya; sırrını söyleme dostuna, dostunun dostu vardır, o da söyler dostuna.

Dedikoduculuğumun bedeli olarak, ben de şimdi suç ortağıyım, ortopedist ve karısı gibi.

Hastanede rastlaşınca tıpkı eskisi gibi içten selamlaşıyorum, sevimli dayakçı arkadaşımla.

Yüzlesem iki kadını ele vereceğim. Yüzleyemiyorum, o yüzden de bu kadının yani kendimin yüzüne bakamıyorum.

Duymadım, görmedim, bilmiyorum.

Nerede şimdi benim kadın olma bilincim?

Nerede benim şiddet karşıtı refleksim?

Ben neyim, ne yapıyorum, ne yapmalıyım?

Sizce?

Size danışırken düşündüm de; bence yanlış kişilere dost diyorum. Ben bir yolunu bulup bu hanımla tanışmalı ve kocası yerine onunla dost olmalıyım.

Kendisinin aslında ne kadar güçlü olduğunu anlamasına yardım etmeliyim. Sadece kurban durumunda olmanın bile insana ne kadar güç kattığını anlamasını sağlamalıyım. Sandığının tersine öz gücüyle neler yapabileceğini kavramasına katkıda bulunmalıyım.

Sandığımın tersine yapabileceğim öyle çok şey var ki…

Bu durum karşısında neden kendimi çaresiz hissettim ki?

Şaşkınlık işte. Geçti gitti. Şimdi sıra lafı işe dönüştürmekte.

Bu arada unutmadan söyleyeyim; sıra sizde. Sonra çok geç olabilir, şimdi harekete geçmenin tam vakti.

Görün artık sığınanı sizin gölgenize.

Onun devasa görünmesi, sizin kendinizi acizim sanmanız sayenizde


16 Ağustos 2004

GERİ