GERİ

Hala mı çocuğuz, bilmem?

Biz çocukken/gençken böyle değildik denilen yaşa geldim. O yüzden elimden geldiğince dememeye çalışıyorum ama ne mümkün. İnsan sanki elli yıl önceki halini bilirmiş, sanki anımsadıkları objektifmiş, sanki bellek tümüyle nesnel kayıtlar yaparmış, sanki bütün anımsadıklarımız aklın erdiği, gözün gördüğü, gönlün çektiği ile sınırlı yani düpedüz bizzat kendimiz tarafından (istemeden de olsa) çarpıtılmış şeyler değilmiş gibi. Kim bilir biz de ne çocuk haşarılıkları yaptık da şimdi yok sayıyoruz.

İnsanın insanlık halleri işte.

Bugünlerde insanın insanlık hallerine taktım da...

Bugünler dediğim, ülkemiz için çok özel günler. Hayatım boyunca görmediğim, bir kez daha asla görmeyeceğimi zannettiğim, kimsenin de görmediği/göremeyeceği günlerde yaşıyoruz. Ben bunlardan söz etmeyeceğim. Bununla da bağlantılı bambaşka bir başka şeyden, meselenin paçasından (yoksa tam da göbeği mi?) bahsetmek istiyorum:

Bizim hastanenin çooook büyük arazisinin bir bölümü, çook büyük bir köpek sürüsünün işgali altında. Hastane çalışanlarının bazıları köpeklerden korktuğu için onların yok edilmesini istiyor. Nasılına karışmaksızın. Mahalle sakinlerinin bazıları da köpeklere yiyecek ve su taşıyor. İki kutup arasında kalanlar da var ama onlar sessiz ve ilgisizler. Bu günlerde bu köpek mevzuu günlük sohbetlerde giderek yoğunlaşıyor. Ben dün akşam hastane bahçesinin onlarca metre uzayan duvarı boyunca yürüyordum. Bu demir parmaklıklı duvar, hastaneyi yanı başında uzanan yoldan ayırıyor. Bu kaldırımda karşıdan koşarak gelen bir yeni yetme, elindeki kement gibi uzun ve güçlü bir şeyi demir parmaklıklardan içeri doğru savuruyor, parmaklıklara çarptırıp aşırı gürültü çıkarıyordu. Ayrıca kendisi de avaz avaz bağırıyor, bir yandan da bana doğru çok hızla yaklaşıyordu. Sanki delirmiş gibiydi.

Oysa delirdiği falan yokmuş. İyice yaklaşınca anlıyorum ki kasten köpekleri delirtiyor ve bundan haz duyuyor. Parmaklıkları aşamayan köpekler delice havlayarak sağa sola koşuşturdukça daha da deliriyorlar. Köpekler hırstan delirdikçe bu velet de keyiften deliriyor.

Önünü kesiyor, zorla durdurup soruyorum. Niye bunu yapıyorsun? Verecek yanıtı yok. Sadece soruyor olmama şaşırıyor. Önce boş bulunuyor, ne yapacağını bilemiyor, sonra köpeklere saldırmayı sürdürerek yanımdan hızla uzaklaşıyor. Unutmadan söylemeliyim, bu arada bana yoğun biçimde sırıtışlar gönderiyor.

Çocukların çocukluk halleri işte!

Ama niye?

Niye saldırgan oluyor özellikle oğlan çocukları?

Kendi kurduğum bu cümle fırlatıyor beni iki üç gün öncesine:

Evimizin çok güzel beyaz mermerlerden bir girişi var. Merdiven basamaklarının kenarındaki mermerler de geniş ve temiz olduğundan olmalı, buyur otur davetiyesi gibi geliyor sokakta yaşayanlara. Sokakta yaşayanlar derken evsiz barksızları kast etmiyorum. Onlar da var listede ama birasına yumulanlardan sevgilisine yumulanlara, aşkının yüzünü yumruklarıyla dağıtanlardan rakibini telefonda dövenlere kadar geniş bir yelpazede bu söz ettiklerim. Bu insan oğlu ve kızları, bizim kapı mermerlerinin gelip geçiciyse de uzun süreli konukları. Bunlar ki görüntülerine sırt çevirsek bile sesleri ile evimizin taaa içinin davetsiz misafirleri. Mecburi kulak misafirliklerim, insanın halleri üzerine kafamın iyice karışmasının müsebbibi. Söz edeceğim üç yeni yetme ise onların hepsinden ayrı. Onlar buranın gündüzlük müdavimleri. Nerdeyse bu kapıda büyüdüler. Genellikle sayıları üçe sınırlı değil ama bu üçü gedikli. Evinin önünde oynayan çocuklara tebelleş olan o huysuz komşu teyzeler vardır ya, bu üç güzel kız işte beni onlardan biri yapanlar. Artık oldukça serpilmiş olan bu çocuklar hala abi yaaa diye sonunu sakızlaştırdıkları ilkel cümlelerinde, ya küfrediyorlar, ya birbirlerine hakaret ediyorlar ya da gelip geçenlerle dalga geçiyorlar. Başlangıçta bile “benimki seninkini döver” tadında olan muhabbetleri, üç beş cümle geçmeden avazlaşmaya dönüşüyor. Bitip tükenmeyen ağız dalaşlarının ana kurgusu ise hiç değişmiyor; birbirleriyle toslaşma minvalinde sürüyor. “Benim adım aslında bu değil”. “Benim babam aslında bana bu telefonu almamıştı”. “Benim onu alacak param vardı ama” benzeri her bir cümle karşısındakinin “yalancıııı” diye bağırması ile ağza alınmaz küfürleşmelere dönüşüveriyor. Coşku tepe yaptığında dayanamayıp kendimi gösteriyorum diye bana ayrıca öfke besliyorlar. Ben evde yokken dondurmalarını cama yapıştırıyor, sakızlarını anahtar deliğine tıkıyor, çiçeklerin yapraklarını yolup lime lime edip mermer basamakları sıvıyor, içtikleri boyalı suların petlerini doğrayıp demir kapının deliklerine dolduruyor, velhasıl her gün yeni bir yaratıcı yıkıcılık örneği sergiliyorlar.

Kim demiş yeni yetme oğlanların öfkesi taşıyor diye, bu yeni yetme kızların öfke dışa vurumlarını görmeniz lazım.

Neden saldırgan oluyor peki özellikle bu yaşta çocuklar(gençler)?

Siz hiç yaşlıların öfke krizlerini izlediniz mi peki?

Ne kadar durduk yere, ne kadar hak etmeyen kişilere ve durumlara patladıklarını gördünüz mü o çok saygı duyduğumuz yaş almışlarımızın? Örnek falan vermeyeceğim çünkü sizin de bir yığın örneğinizin olduğundan eminim.

Neden saldırganlaşıyor gençler, yaşlılar, insanlar?

Hatta neden bazıları hep saldırganlar?

Rasyonalize etmek en kolayı; psikolojik, biyolojik, sosyo-ekonomik ve de kültürel dersin olur biter. Yanıt bu kadar karmaşık bir olunca, bitmiyor.

En basit yanıtların en doğru olduğuna inanan benim kafamda bitmiyor.

Son günlerde bu şehrin dört bir yanında eylem var. Türlü türlü de eylemci var. Bence de iyi ki var. Eylemcilerin çok ama çok haklı gerekçeleri var.

Bir de haktan/haklılıktan ayrı, şiddet var.

Geçen cumartesi günü, eylemcilere çöp kamyonu ile saldıran bir belediye işçisinin zarar görmesini engellemek için araya girdikleri için, korumaya çalıştıkları bu işçi tarafından bıçaklanan iki dostum var. İkisi de şiddete karşı, ikisi de hakka emeğe saygılı, ikisi de toplumsal olaylar konusunda deneyimli, ikisi de 60 yaşın üstünde, biri doktor diğeri avukat iki dostum, korumaya çalıştıkları kişi tarafından bıçaklandılar.

Bir işçi “üstüne vazife” diye eylemcileri ezmeye kalktı, üzerinde de bıçak vardı.

Neden?

İnsanın insanlık (!) halleri deyip geçmek kolay. Bu günlerde, ortalığı sarmalayan hararetten azıcık da olsa sıyrılmalıyız, diye düşünüyorum. Her zaman ama özellikle bu günlerde, saldırsınlar diye kasten köpekleri delirtenlere, tertemiz diye komşusunun mermer basamaklarını kirletenlere, dövüşebilmek için bahaneler üretenlere, gücünün tükendiğini gördükçe laflarıyla daha çok dövenlere, evet özellikle bu günlerde, ısrarla bakmalıyız.

Bakmalı, anlamalı ve bir şeyler yapmalıyız.

Şiddete savaş açmalıyız.

Şimdi yüzümüzü güneşe çevirme vakti; çünkü bilmek işimize gelmese de, gelen aydınlık değil düpedüz is karası.

Neyin isi demeyin, pekala da biliyorsunuz, zift uğruna Ortadoğu kazanında kaynatılanların karası.

Bu da böyle bir şey işte; coşan/taşan/keyiflenen/sevinenlere bakıp insanın içinin kararması.

4 Haziran 2013

GERİ