GERİ

Çiçeksiz Bir Hayat Hatadır

Kızımın odasını dolduran, göz ucu bakışlar için hazırlanmış özlü sözlerinin en başat olanında “müziksiz bir hayat, hatadır” yazar. Bu şiarı oradan çalıntıladım: “Çiçeksiz bir hayat hatadır.”

Yaşantımın her anında çiçek olsa doymam. Baktığım her karede çiçek olsa bıkmam. Çiçeklenmiş bir yaşam tutkularımdan biridir.

Sağlık sistemimiz “müşteri memnuniyeti”ne indirgendiğinden beri, hastalarda da sağlıkçılarda da memnuniyetsiz tepe yaparak hastanelerde şiddet doruğa ulaştı ya, benim naçizane önlemim yine çiçek.
Bir tek iş gününde 100 küsur hastayı tedavi etmemi bekleyen poliklinik odasına girdiğim o çıldırtıcı günlerde, masamda minicik bir vazoyla da olsa mutlaka çiçek bulunduruyorum. Sinirlerimi alsın diye.
Sonra neyi fark ettim biliyor musunuz, hasta ve de eşlikçilerinin sinirlerine de iyi geliyor çiçek. Benim muayene odamda pek patırtı çıkaran olmuyor.
Dahası var:
Eğer ben unutmuş olursam bir de bakıyorum iş arkadaşlarımdan biri ne yapıp ediyor, buluyor buluşturup masama çiçek konduruyor. Üstelik çiçekle masamı buluşturmayı üstlenenler sadece hemşirelerimiz değil, erkek personellerimiz de bu misyonun gönüllüleri. Dahası bile var. Bizim hastanenin nörolojisinin poliklinik biriminde çiçekli masalar bulaşıcı hastalık gibi yayılıyor.

Bilirsiniz kadın kısmı çiçeğe bayılır ama çiçek vermenin, çiçek almanın, çiçekli ortamlarda bulunmanın keyfini bilmeyen erkekler de sonradan öğrenebiliyorlar. “Çiçek dalında güzeldir” şablonunun ardına gizlenip yakınlarındaki kadınlara çiçek sunmaktan kaçınan, “çiçek, erkek adamı bozar” diye ayak direyen, elinde çiçek taşımak zorunda olduğunda poşete gömerek aslında duygularını gizleyen erkekler de bir gün geliyor, öğrenebiliyorlar.
Çiçekli bir yaşama direnenlerin dirençlerini azaltmak için son bir not: Haklısınız, çiçekler çok kısa ömürlü oluyorlar. Kesilip vazoya konduklarında birkaç gün içinde ölüyorlar. Evet ama yanı başımıza taşınmak için dalından ayrılmadıklarında da çok kısa ömürlüler. Gerçekten öyle. Keserek, kopararak çiçeklerin ömürlerini kısalttığımız bir spekülasyon. Ayrıca para kılıfının ardına gizlenmeye de çalışmayın beyler, hele bugünlerde yer gök çiçeğe durmuş durumda, çok çulsuz ya da cimriyseniz de kırlardan yolun, olsun bitsin. Yani çiçek fukarasıysanız, boşuna bahane aramayın. Bir an önce zenginleşin.

Çiçekle zaten iç içe yaşayan bana da ne oluyor diyorsanız, benim durumum bu gün şahane kare şahane. Asıl onu anlatayım izninizle:

Anneler (çiçek alma/verme) gününde ne annem yanımda ne de yavrum. Annem bambaşka bir şehirde, kızımsa dünyanın öteki ucunda, Amerika’da. Ben de zaten evde değildim. Başka bir şehirde toplantıdaydım. Gün bitiminde, alacakaranlıkta eve döndüğümde, merdivenin otomatik ışığı çaktığında bir de ne göreyim: Kapım yıkılıyor; çiçekten. Paspasımın üstünde kovalar dolusu çiçek. Bu da ne diye anlamaya çalışırken evet evet tam o anda, ışık yanıp çiçek kümelerini görünür kıldığı ve benim dona kaldığım o anda, telefonum çaldı: Kızım Amerika’dan arıyor, anneler günümü kutluyordu.
Şok oldum desem abartmış olmam: Hadi çiçekleri ayarladı, kapıma yığdırdı ama tam da binaya girip o olağanüstü manzarayı ilk gördüğüm anda telefonu çaldırmayı nasıl başardı?
Bir anne için bundan güzel bir hediye olabilir mi?
Dahası da oldu desem...
Kızımın sürprizinin şokunu atamadan sokağa fırladım. Kalamış’a, yemeğe gittim. Çiçeklerin ve baharın büyülü havası sayesinde, ülkemin ve dünyanın bütün iç karartıcı gerçeklerini yok sayarak, harika bir hilal eşliğinde nefis bir deniz kenarı keyfi yaptım. Sonrasında evime (Moda’ya doğru) yürümekteydim. (Biten fener maçı sonrası taraftarların sokaklardaki tanıma sığmaz taşkınlığını ve hatta düpedüz rezilliğini izleyerek zar zor ilerlerken, keyfimin kaçmaması için daha da özel bir çaba sarf ettim ama bu biberli konuyu da atlamalıyım) Tam olay yerinden uzaklaşmış ortalık sakinlemişken ve de gece yarısına dakikalar kalmışken bir genç adam önüme fırlayıp “abla abla bir dakika” deyip beni şaşırtarak durdurduktan sonra, hızla bir yere gidip geriye döndü ve bir kucak dolusu papatyayı sevgi dolu gözlerle “anneler günü için” diyerek sundu ve geldiği gibi hızla kayboldu.

Birkaç saat arayla ikinci kere şok oldum. Yokuş yukarı giderken bir kucak papatyanın ağırlığı ile kollarım uyuşmasa ve giysilerim papatya tozları ile boyanmasa rüya gördüğümü sanacağım. Yanlış anlamayın bu son kısımla kızımın hiçbir ilgisi yok. Hiçbir tanıdığımın ilgisi yok. Sadece rastlantı. Ne vereni tanırım ne o yoldan düzenli olarak geçmişliğim var ne de o sırada orada olacağımı bilebilecek öngörebilecek biri var. Rastlantı ki ne rastlantı.

İşte benim anneler/çiçek alma günüm. İşte benim “keyifler kat ve be kat şahane” deyişimin çiçekten taşkın zemini. Dünyaya, ortadoğuya, ülkeme ve aileme hatta bizzat bana yapılanlara inat, insan oğlunun insan olamamışlığına inat kere inat, işte benim keyif günüm.

Siz de benim gibi mucizelere inanmayanlardansanız, dilerim benimki gibi şahane şanslı bir gün yaşayasınız. Yoksa siz şans diye toto-loto falanları mı kast ediyorsunuz?

Yok yok, öyle değilsinizdir.

Değilsinizdir.

Katiyetle değilsiniz.

12 Mayıs 2013

GERİ