GERİ

Neden feminist olamadım

Kaya Çilingiroğlu efsanevi cerrahi hocamızdı. Efsane oluşu mesleki yeteneğinden miydi emin değilim, çünkü onun cerrahlığının bizzat tanığı değilim, tanığı olanların anlatımlarına da tanık değilim. Dünya litaratüründe iz bırakan bir yayını olduğunu da duymadım. Varsa eğer benim cahilliğime verin. Onun için anlatılan efsanelerin çoğu dayakçılığı üstüne idi. Cerrahi kliniğinin koridorlarında asistan dövmesi dilden dile anlatılırdı. Bu hikâyeleri anlatanlar, öfkeyle değil, saygıyla hatta sevgiyle anlatırlardı. Bu nedenle ortada benim bilmediğim bir şeyler dönüyor olmalıydı. O tam bir otorite figürüydü. O tam bir babaydı. (baba dediğin hem sever hem döver, baba dediğinden hem korkulur, hem de sevilir…)

Hülya Avşar’ın eski kocasının, aynı ismi taşıyan babasından söz ediyorum. Ben Tıp fakültesinde ikinci sınıf öğrencisiydim. Hiç de üstüme vazife değilken cerrahi nöbetine kalmış, nöbetçi uzmanı zorlayarak, yapılan ilginç bir ameliyatı seyretmiştim. Derken efendim, âdeti olduğu üzere Kaya Çilingiroğlu kliniği bastı. Doğal olarak, beni tanımadığı için, kim olduğumu sordu. Ben, klinikte ilk kez yapılan az önce izlediğim ameliyatı anlattıkça, coştu. Beni beğenmişti. Beğenisini her cümlemin sonunda enseme şaplaklar atarak göstermeye başladı. Bana son sorusu ise ne olacağımdı. Cerrah olacağım deyiverdim, oysa hiç mi hiç niyetim yoktu. Kahkahası koridorlarda çınladı. Bana ne yanıt verdiğini size söylemeyeceğim…

Ben onun sorusunu cevaplarken bal gibi biliyordum ki kadınların cerrah olmaları mümkün değildi. Yasal bir engel olduğundan değil, Kaya Çilingiroğlu’nun bizzat kendisi engeldi. Benim kliniğime kadın giremez, demişti. Onun lafı kanunnameydi. Çapa’da kadın cerrah olmazdı. Oysa diğer üniversitelerde tek tük de olsa kadın cerrahlar vardı. Çapa o zamanlar bir kaleydi, öyle kolay düşmedi o kale.

Cihat Abaoğlu ise efsanevi dâhiliye hocamızdı. İstanbul Üniversitesi, ülkenin en eski, en köklü üniversitesidir. Ben o zamanlar köklü demenin aslında tutucu demek olduğunu pek kavrayamamıştım. Abaoğlu kitap sahibi bir profesördü. Bu çok önemli bir ayrıntıydı. Çünkü yasal olarak zorunlu gibi olsa da hocalarımızın çoğunun basılmış bir kitabı yoktu. Ders anlatırlarken öğrenciler not tutarlar, bunları sonra temize çekerler, teksir makinesi ile çoğaltırlardı. Bu notlar bazen küçük paralar karşılığında, bazen de bu işi üstelenen öğrenci örgütleri aracılığıyla ücretsiz olarak, yeni öğrencilere verilirdi. Çoğumuz “mistır ve misis simit ” düzeyinde İngilizce bildiğimiz için, çoğunluğu İngilizce olan kitapları orijinallerinden okuyanımız azdı. Sadece kolej mezunu olanlarımız okuyabilirdi ama onların çoğu da koca koca ciltleri okumak yerine ders notu şeklindeki bu özetleri yeğlerlerdi. Bu durumdaki bir fakültede Türkçe kitap yazmış olan hocanın forsu başkaydı. Onun forsu sadece kitaplı profesör oluşundan değildi elbette. Onun hakkında da çok efsane vardı. Bir meyhanede adına daimi olarak ayrılmış bir masa olduğunu, yanında çalışanların(yani onun tarafından sevilenlerin) ne zaman isterlerse o masada yiyip içip hesap ödemeden kalktıklarını anlatırlardı. Aydan aya hesabı hocaların hocası Cihat hoca ödermiş. Dahiliyede uzman olmak isteyen kızlara, bir ev anahtarı uzatıp, çiçekler solmuştur, uğrayıp bir sulayıver dediğini, bunu kabul edenlerin kim bilir başka neleri kabul ettiklerini, kabul etmeyenleri onun da kliniğe asistan olarak kabul etmediğini, anlatırlardı. Efsane üstüne efsane işte. Ben elbette anlatanların yalancısıyım. Cerrah olmaya niyetlenmediğim gibi, dahiliyeci olmaya da niyetlenmediğimden, böyle bir isteğin tanığı da değilim. Zaten ben uzman olmaya niyetlendiğimde, sistem değişmişti. Artık kliniğe alınacak asistanları hocalar seçmiyordu, yazılı bir merkezi sınav konmuştu. Ancak ben öğrenciyken, Abaoğlu hala tam bir otorite figürüydü. Tam bir babaydı.

Ben bu köklü kurumda okurken, baba hocaların erkek tavırlarını ve bu kapsamda kadınlara yapılan ayrımcılığı elbette görüyordum. Ancak bunlar devede kulaktı. Başka ülkelerde, ülkenin başka yerlerinde, başka okullarda, başka ailelerde, kadınlara yapılan ağır ayrımcılığın yanında bunlardan söz etmek, en azından o biçare kadınlara haksızlıktı. Sonuçta 1970’ler Türkiye’sinde bir kadın olarak tıp fakültesi öğrencisiydim, az şey mi? Cinsiyetim nedeniyle önümün kesildiği falan yoktu. Ben neden feminist olacaktım ki?

Benim babam bir gün bana, ya okursun, ya da bir erkeğin hizmetçisi olursun, demişti. Bu lafı ben kaç yaşındayken söylemişti, bilmiyorum. Bu lafın gerçek anlamını ne zaman kavradım, bilmiyorum. Bildiğim, bu lafın yaşamıma yön vermiş olduğudur. Kadınların büyük kısmının tersine, ben özgür doğdum, özgür büyütüldüm, özgür yaşadım. Bir insana sırf cinsiyeti yüzünden konan kısıtlamalara hiç mi uğramadım, elbette uğradım. Başkalarına yapılan çok daha ağır uygulamalara hiç mi tanık olmadım, elbette oldum. Görgüm iyi de bu konuda bilgim mi yok, o da var. Ama yetmedi. Feminist olmama yetmedi. Çünkü insan aslında bizzat yaşadıklarıyla öğreniyor. O yüzden de en çok acı çekenler, en çok direnenler oluyor…

Bugün,”dünyayı değiştiren kadınlar” diye bir kitap okudum. Feminist bilincim olmadığından, bu kitabın adı bana itici geleceği için, aslında ilgi alanımın dışında kalırdı, eğer bana hediye edilmemiş olsaydı. Ancak huylarımdan biridir, elime aldığım herhangi bir kitabın ilk 30 sayfasını mutlaka okurum. Beğenirsem devam eder, beğenmezsem vazgeçerim. Bu alışkanlığım nedeniyle okudum; iyi ki okumuşum. Bu kitapta 25 kadının yaşam öyküsü var. Bazılarının adını ezbere bildiğimiz, bazılarını erkek sandığımız, bazılarını ise hiç duymadığımız batılı kadınlar bunlar. Bu yaşam öyküleri sayesinde, kadının sadece kadın olduğu için çektiklerini ve kurtuluş mücadelesini, benim sahip olduğum özgürlüğün geçmişten bugüne uzanan taşlarını kimlerin döşediğini daha iyi anladım. Bu öyküler sayesinde sadece kadınların hak mücadelesini değil, batı dünyasının 18. Yüzyıldan bugüne gelen gerçek tarihini izledim. Batı uygarlığı dediğimizin, kültürünü, inancını yani yaşamını, 25 ayrı noktadan gördüm.

Görmediğim ama üzerinde çokça düşündüğüm ise bambaşkaydı: İnsanın insan olduğu ilk zamanlardan bu yana, yani o upuzun zaman süreci boyunca yani milyarlarca yıl boyunca, kadının doğal olarak hep her zaman sahip olduğu özgürlüğünü nasıl olup da birkaç yüzyıl gibi kısacık bir zaman diliminde tümüyle kaybettiğiydi. Aslında tanık olduğum, kapitalizmin (elbette onun kökü olan feodalizmin) gerçek tarihiydi…

Bu kitap yüzünden, 18. ve 19. Yüzyıl Avrupasını/kadınları düşünürken, bu kitap yüzünden 21. Yüzyıl Türkiye’sini /kadınları düşünürken, en sonunda feminizmi anladım.

Yani babaları ve baba düzeni kuranları anladım.

Babamın “ya okursun ya da bir erkeğin hizmetçisi olursun” lafını, “ya kendi ayaklarının üstünde durursun ya da başkalarının ayakları altında paspas olursun” şeklinde anladım.

Yani kapitalizmi ve onun uzantısı olan emperyalizmi anladım.

Varlık yayınlarının 2004 basımı olan bu çeviri kitabını edinmekte gecikmeyin. Çünkü “ kadın ve politik gelişmeler” çerçevesine, en çok bu günlerde ihtiyacımız var. “Kadına şiddete hayır” diyen daracık çerçeveyi aşmaya, en çok bugünlerde ihtiyacımız var. Yoksa siz de benim gibi, şanslı olduğunuz, şimdiye kadar cinsiyet engelleri ile çok da boğuşmadan bir ömür yaşayabildiğiniz için, kadın sorunun gerçek boyutunun farkına bile varmadan ömrünüzü tamamlayabilirsiniz. Yoksa sizde benim gibi şanslı olduğunuz, demokrasiye doğduğunuz, şimdiye kadar otokrasi engelleri ile sınırlandırılmadan yaşayabildiğiniz için, özgürlük sorununun gerçek boyutunun farkına bile varmadan ömrünüzü tamamlayabilirsiniz.

Ben zaten biliyorum, diyorsanız siz bilirsiniz: Feminen olmakla feminist olmanın farkına, demokraside yaşamakla demokrat olma farkına, insan doğmakla insan olma farkına hatta bilgi ile bilinç farkına falan değinecek değilim.

Çekmeyen bilmez derler, doğruymuş. Ben bugün, neden gerçek bir feminist ol(a)madığımı anladım. Ben bugün, neden gerçek bir demokrat ol(a)madığımı anladım. Bu kadınların yaşam öykülerinin açtığı pencereden bakmak, benim bilgi hazineme bir dolu inci ekledi. Biraz daha zenginleştim. Siz de zenginleşin isterim.


5 Haziran 2015

Bu kitabı bana hediye eden kadın cerrah Lakme’ye, ilhamı için teşekkürlerimle.

GERİ