GERİ

Frengi Tattosu

Bir belgeselde izledim. Sıradan deneklere, ünlü insanların yüzlerinin bir parçasını gösterip tanımalarını istiyorlardı. Beynin en önemli becerilerinden biri olan yüz tanımada, yüzün hangi parçasının daha önemli olduğunu anlamaya çalışan bir yabancı belgeseldi bu. Hemen hepimizin ilk aklına gelen, gözler değildi kişiyi tanıtan. Ağız, burun da değildi. Yüzün, kişiyi en kolay tanıtan yeri, kaşlarıymış. Buna çok şaşırdım.

Cilt doktoru eşi olduğum için mi yoksa yeterince eski doktor olduğum için mi bilmem, eski zaman Frengi (Sifiliz) hastalarını yüz görünümlerinden tanıyorum. Frengi’nin doğru dürüst tedavisinin olmadığı dönemlerde bol olan, etkin tedavisi sağlanır olduktan sonra yani günümüzde sadece tedavisi geç başlananlarda nadiren görülebilecek olan bir yüz görünümünden söz ediyorum. Artık görünmüyor olduğu için bu yüzün ayrıntısına girip canınızı sıkmak istemem. Gene de bir tek şey söyleyeyim; bu tipik yüz görünümüne sahip olanlarda, kaşlar özellikle dış bölümlerinden dökülür, özellikle yandan bakınca belirgin biçimde kelleşmiş görünürdü. Kadın hastalar da mecburen kalemle kendilerine kaş çizgisi çizerlerdi. Kaş kıllarının doğal olan üç boyutu yerine iki boyutlu olan bu çizimler elbette asıl görünümü sağlayamazdı. O günlerin makyaj malzemelerinin yetersizliği de düşünülürse, kaşların yapaylığı uzaktan bile fark edilirdi.

Bedende ve hatta beyinde ağır hasarlar yaratan ve mikrobu cinsel ilişki ile alındığı için varlığından çok utanılan Frengi hastalığını bilen profesyoneller, yaygın olduğu eski dönemlerde bu hastalığa tutulmuş kişileri dökülmüş ya da boyanmış kaşlarından dolayı hemen tanırdı. Bu yüzden bazı cildiyeciler, ben bir Sifiliz’liyi geçen otobüsün içinde görsem bile tanırım, diye hava atarlardı. Hepsi eskide kaldı.

Penisilinin yaygınlaşmasıyla bu katmerli dert tarihin karanlığına postalandı. Gerçi Frengi hastalığını yaratan mikrop yok olmadı. Hala birçok kişi hastalanıyor ama kolayca tanınıp kolayca tedavi edildiği için hasarsız iyileşiyor. Tanısı/tedavisi gecikmiş olduğu için, hala ağır hasara uğrayan, hatta bu yüzden aklını kaybeden/ bunayan frengili insanlar da yok değil. Benim çalıştığım hastanenin özelliği yüzünden hala yılda bir ya da iki tane, tanısı gecikmiş Sifiliz’li hasta görüyorum ama gene de bu ender-i nadirattan sayılır.

Yıllar önce bir gün, bir genç kadını muayene ediyordum. Metalik siyah boyalı kaşlarına takılı kaldım. Bana gelmesine neden olan hastalığının Sifiliz ile ilgisi yokmuş gibi görünüyordu ama ne olur ne olmaz. Doktor dediğin, tanı koyarken en uzak ihtimali bile düşünmek zorundadır. Kaşlarının görünümünü kendisine sordum. Kullandığı bir ilaç yüzünden döküldüğünü ve mecburen kaş çizdirdiğini anlattı.

Bu kadın hastam, benim bir başka gerçekle ilk karşılaşmamdı. Yeni başlayan bir kadın modasına ait bu ilk görgümdü. Zamanla bu moda salgın halini aldı: Kadınlar var olan kaş kıllarını yoldurup, kıl köklerini yaktırıp, yani kendilerini tümden kaşsız bırakıp, sonra da kalıcı boyalarla yeni kaş çizdiriyorlar.

İlk kez görmeye başladığımda, bu işlemi yaptıran herkese nedenini soruyordum. Mevcut kaşlarını beğenmediklerini anlıyordum ama hepsinin yeni kaşları aynı biçimdeydi. Hepsinin zevki birden bire aynı mı olmuştu? Bu tek tip ve tek boyutlu kaşı nasıl olup da beğendiklerini anlamıyordum. Kendilerine de söylüyordum. Onlar da beni anlamıyordu. Eleştirdiğimi düşünüp kızıyorlardı. Vazgeçtim. Kızdıkları için değil, söylemekle ve söylenmekle başa çıkamadığım için. Çünkü o kadar çok kişi yaptırıyordu ki zamanla tam bir salgına dönüştü.

Ben de kendi kendime nedenini sormaya başladım. Şöyle bir cevapla kendimi susturdum: Bu kadar kişi yaptırıyorsa ve beğeniyorsa, benim gördüğümün çirkinliği görmüyorlar, demektir. Onların hepsi güzel bulduğuna göre sorun bendedir. Ya ben onların gördüğü güzelliği göremiyorum ya da onlar benim gördüğüm çirkinliği göremiyor. Çoğunluk onlarda olduğuna göre her koşulda hatalı olan benim.

Bir gün televizyonda Şevval Sam’ı n suratında, doğal yatağında sere serpe bırakılmış kaşlarını fark edince, güncel modadan etkilenmeyen akıllı kadınların da var olduğunu anımsayıp rahatladım.

Geçenlerde bir dostum, yahu bu kaşları nasıl bu hale getiriyorlar ve kendilerini nasıl bu kadar çirkinleştiriyorlar, deyince hiç de yalnız olmadığımı anladım.

O cesaretle bu yazıyı yazdım. Böyle şeyler yazınca “moda denilen patron, insanları nasıl da köleleştiriyor” diyenlerden taraftar toplarım sandığım için yazdım.

Frengi’nin kaşlarını dökerek suratlarına mühür bastığı, o yüzden sokağa çıkmaktan bile çekinen eski zaman kadınları, kendi kaşlarını kendileri yaktıran bu zamane kadınlarını görselerdi, ne derlerdi acaba diye de merak saldım.

Kemoterapiden kaşları dökülenler, modaya uyup var olan kaşlarını yok eden bu kadınları nasıl değerlendiriyorlar, onu da merak ettim ama saygısızlık olmasın diye kanserlilere soramadım.

Dövme (tattoo) kaş çizdiren hanımlar, gene de size sormadan duramayacağım; yüzünüzün en tipik, en size özgü kısmının kaşlarınız olduğunu, biliyor muydunuz?

İşin bir de tura tarafına bakalım diye düşünerek, şöyle bir soru da sorayım: Acaba siz, yeni bir kaşla yeni bir görünüm için devrimci çabalar içindeyken, ben eski kafalılık/tutuculuk mu yapıyorum?

Bu soruyu bütün gönüllü hakemlere de soruyorum.

12 Mayıs 2015

GERİ