GERİ

Güldüşün

Bu lafı Balbay’dan duydum. Dediğine göre, Nasrettin Hoca araştırıcıları üretmişler. Bayıldım.

Hem gülüp hem de düşünürken, ülkemizin “güldüşün” tarihini anımsadım.

Çok yıllar önceydi. Netekim diye bir kitap yayınlanmış, ölümüne korku ögesi olan bir diktatör, komedi malzemesi olmuştu. Gerçi iktidarını yitirdikten sonra alay konusu olmuştu ama olsun. Başka bir zaman diliminde, bir başbakanın zekâsına gönderme yapan o kadar çok, o kadar çok fıkra üretilmiş ve de uyarlanmıştı ki artık ne yaparsa yapsın bu milletin başı olma etiketini devam ettiremediğinden, kenara çekilmek zorunda kalmış, sadece başbakanlığı değil, tümden politikayı terk etmişti. Bilmem ama belki de dünya siyaset tarihine fıkralarla düşürülen tek başbakan olarak geçmiştir. Yaşım yüzünden benim tanıklığım biraz boz bulanıksa da bizim güdük cumhurun eski reislerinden birinin de bütün prestijini aynı şekilde fıkralar yok etmişti.

Düşünsenize daha 100 yaşını bile doldurmamış bir cumhuriyetin tarihinde, bir cumhurun başı, bir cuntanın başı, bir de bir hükümetin başı (Balbay’ın bayıldığım uydurukçasıyla) .M-izaha kurban gitti. 100. kutlaması gerçekleşemeden önce yıkma sevdalısı/ kararlısı olanı da (; hedef 2023) bu listeye gezi-eliyle eklemleniverdi.

Güldüşünün gücünü azımsamamak gerektiğini, aslında padişahlarımız da bilirmiş. Hani cumhuriyetin ilk yıllarında okullarımızda öğretilirdi; yıldız, burun vb gündelik laflarının bile yasak kapsamına alındığını, bu kelimeleri kullananların takibe alınıp, ağır eziyetlere maruz bırakıldığını. Bu türden yasaklarla M-izah’n yıpratıcı gücünden kurtulmaya çalışan Dolmabahçe efendilerinin adları bile zor anımsanırken, sıfatları hala gün gibi yaşıyor ya... Doğası gereği boğaz sarayının tahtı hep dalgalıdır ama akıntılara inat Dolmabahçe hala aynı Dolmabahçe ya... (Hay allah şu “tire”nin gücüne bakın siz; Dolma-Bahçe. Yani eni sonu, o da bir “bahçe”...) Yani, gezi, bahçe, ağaç derken, Dolmabahçe’nin önünde uzanan yoldaki çınarların ömrü de pek uzunmuş, diyorum canım...

Ömür deyince, Balbay’la yaşıtım. Kendisiyle birebir tanışmadım ama Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladığı ilk günlerden beri okuru olduğumdan, dil hakimiyetine (ve de sözcük türeticiliğine) hayranlığım bolcadır. Kırklı yaşlarıma basarken, ben istemeden sırtıma çullanan ihtiyarlığıma isyan etmeye başladığımda, o da aynı demlerdeydi de günlerce kırklı yaşları yazmıştı. Bazıları orijinal, bazıları alıntı laflarından aklıma kalan biri şöyle:

“Yaşını kolaylıkla söyleyen kadından uzak durun, demiş bir düşünür, size bunu bile söylediğine göre kim bilir daha neler söyler”

Biri de çıkmış demiş ki “laf bunlar, hepsi laf”

Oysa ne çok insanı gömdü değil mi, o küçümen şey; laf.

Evet, yaşımı hiç gizlememişsem de ben cesur biri değilimdir. Tazyike bedenini duvar eden gezinin gepgenç ve pek cesur kadınlarına olan sev-gim, say-gıyla dopdolu, hepsi bu.


24 Haziran 2013

Not: Okmeydanı hastanesinin yoğun bakımında yatan, fişekle gözü çıkmış, dünya yakışıklısı, sevimli mi sevimli bir delikanlıyı da anlattı bir doktor arkadaşım. Kamu hastaneler birliğinin büyük patronu yeni jargonla “ceo”su, makamından kalkmış gelmiş de, doktoruna dermiş ki; taş çarptı gözüne diye yaz raporuna. Doktoru yanıtlamış onu: Hangi taş, böyle yakar, kavurur girdiği kovuğu. Demem o ki: ölenleri, beyni gözü patlayanları, derisi kavrulan/ruhu parçalananları, yaka-paça örgüte (yani en kötüye ve en öcüye) üye yapılıp, böylece yüce (!) adaletin sunağına atılanları, bütün o erkekleri ve de ayrıca yüzde hesabına vurulsa, her iki cinsten de daha fazla çabalayan ve de daha fazla zayiat veren ara cinsiyettekileri, benim tümden es geçip, illa da kadın demem, cinsiyet ayrımcısı kötücüllüğümden. Sütten çıkmış ak kaşık mıyım ki ben.

GERİ