GERİ

Hastaneler pis, doktorlar pis,
hasta bakıcılar pis, halk tertemiz.

"Sen ellerini iyi yıka" yazısında “hastane enfeksiyonları ölümcüldür” demiş nedenini anlatacağıma söz vermiştim.

Biraz temel bilgi ile giriş yapayım: Çeşit çeşit, cins cins mikroplar, havada, suda, cildimizde, birçok yerimizde bolca bulunur. Bu normaldir ve gereklidir. Gerekli değil hatta zorunludur. Olmaz ama mümkün olsa da mikroplar toptan yok edilse, biz de yok oluruz. Gerçekten öyledir. Steril (tam mikropsuz) bir dünya olsaydı, zaten biz “var” olamazdık. Örneğin barsaklarımızın içini sıvama kaplayan mikrobik ortamımız olmasa, biz hiçbir şeyi sindiremeyiz, ne yersek yiyelim açlıktan ölüp gideriz. Mikropların yararları say say bitmez ama saymayacağım. (Çevirisi Varlık yayınlarından çıkan “Ortak yaşam gezegeni” adlı minicik bir kitap var. Biraz biyoloji bilen herkesin rahatlıkla okuyabileceği bu popüler bilim kitabı harika. Meraklısına öneririm)

Mikropların çoğu, sandığımızın tersine dostumuzdur. Düşman olan mikroplardan korkumuz pek haksız sayılmaz ama abartılması da cehaletimizdendir. Cehaletimizin şahı, mikrop aklımıza geldikçe mikrop kırıcı ilaçları (antibiyotikleri) denetimsiz olarak yutmamızdır.
Doğru, antibiyotikler bakterileri öldürür ama her antibiyotik her mikrobu öldüremez. Kontrolsüz antibiyotik içtiğimiz için, hastane enfeksiyonları salgını çıkar, bedelini de ağır hastalar, en çok da yaşlılar ve bebekler öder. Grip için eczaneden alıp içiverdiğimiz bir antibiyotikçik yüzünden yani bizzat bizim hatamız yüzünden, şehrin uzak bir köşesindeki bir hastanede, hiç görmediğimizi bir hastanın öldüğüne inanmak zor geliyor değil mi? 1880’lerde Viyana’daki loğusa hummasına çöpçatanlık eden doktorlarla akrabalığınız var galiba?

Bağlantı dolambaçlı mı geldi? Benim anlatımım biraz dolambaçlıdır biliyorum ama siz öyle göründüğüne bakmayın, denetimsiz antibiyotik kullanımının öldürücü mikrobik salgınlara etkisi dolambaçlı değil, doğrudandır.

Hani her antibiyotik her mikrobu öldüremez demiştim ya, o yüzden doğru olanı seçmeden içtiğimizde bu ilaçlar hastalığımıza iyi gelmez. Ayrıca biz, en çok nezle, grip, soğuk algınlığı gibi durumlarda antibiyotik içeriz. Oysa o hastalıklara neden olan mikroplar virustur. Viruslar hiçbir çeşit antibiyotik ile ölmezler çünkü antibiyotikler sadece bakteri cinsi mikropları öldürebilirler. Üstelik bazı antibiyotikler sadece bazı bakteri türlerini öldürebilirler. Bu nedenle her ateşli hastalıkta antibiyotik içek gerektiği fikri yanlıştır.

Her ne nedenle olursa olsun, antibiyotik içtiğimizde olan bizim gariban bakteri “flora”mıza olur. Nezle için falan antibiyotik yutunca, bizim barsak floramız olan dost mikroplarımız hapı yutar. Floramız harap olunca, bedenimizde az sayıda bulunan zararlı ama etkisiz mikrop, rakipleri öldüğü için kolayca çoğalır. Yani yeni yeni hastalıklarımızın katillerini işte böyle kendi ellerimizle besleriz. Uygunsuz antibiyotik kullanımı yüzünden, hiçbir şey olmasa bile çözümsüz sindirim sorunlarımız olur. Bu sefer de o yüzden yeni icat tanılarla birçok ilaç içip dururuz. Ayrıca bakteri dışı beden ortaklarımız olan mantarlar da bu antibiyotik silindiri geçişinin fırsatını kaçırmayıp azarlar. Kadınlar bunu çok daha iyi bilirler çünkü her antibiyotik kullanımı sonrası akmaya, kokmaya, kaşınmaya başlarlar. Daha neler neler...

Kontrolsüz antibiyotik kullanmanın zararı bizedir. İyilik edeceğiz diye antibiyotik içerek, kendi bedenimize verdiğimiz zararın dahası da var. Hepimiz elbirliği edip, her bir mikrobu antibiyotik denilen silahla tanıştırınca, bu mikroplar bu ilaçlarla baş etmeyi öğrenirler yani tıbbi jargonla söylersek; direnç kazanırlar. Sonrasında bu antibiyotiklerle ölmezler. Dirençli mikroplar, çoğalır, yayılır, her bir yere dağılırlar. Zamanını kollar, güçten düştüğümüzde üzerimize çullanırlar. MRSA vb denilen, “hastane enfeksiyonu” etiketi ile öldürüverirler. Özetle toplum olarak, antibiyotik içtikçe hastalıklara daha çok yeniliriz.

Eee, ne yapacağız, hiç mi antibiyotik içmeyeceğiz? Gerekliyse elbette ve hatta mutlaka içeceğiz. Antibiyotik gereğine ve hangi antibiyotiğin gerektiğine kesinlikle doktor karar verecek. Antibiyotik seçimini internet, eczacılar, bilmiş akrabalarımız ya da kendimiz yapmayacağız. Doktorun uygun bulduğu antibiyotiği içmeye başlamış ve düzelmişsek, bu kez de kendimiz karar verip kesmeyeceğiz. Erkenden bırakılan antibiyotik tedavisi de gereksiz yere başlanan kadar tehlikelidir. Tedavinin ne zaman bitirileceğine de doktor karar verecek. Bunun çaresi yok, mutlaka böyle yapılacak.

Onun dışında, her ateşlendiğimizde, her aklımıza geldiğinde antibiyotik içmek, olsa olsa ilaççıları zengin etmektir. Para denince akla gelendir ya, Napolyon döneminin aristokratları onu küçümseyerek, biz şan ve şeref için savaşırız, ya siz, siz para için dövüşüyorsunuz, demişler ya, Napolyon da cevaben, herkes neye sahip değilse onu elde etmek için savaşır, demiş ya, aynı biçimde tıp mensuplarına “önce zarar verme” diye öğretiliyorsa, bundandır.

Hasta olunca doktora değil ilaca başvurmak, kendi kendimize antibiyotik kullanmayı marifet sanmak, aile doktorumuza gidince, reçeteye bir de antibiyotik ekle de evde bulunsun demek, kendi hayrımıza değildir. Sündürdüğüm sözü bir benzetme üzerinden sürdürmek istiyorum:

Birileri sistematik olarak gözünüzü korkutur. Korkudan gider kendinize bir silah alırsınız. Sonra mesela bir gece, bir karartı görüp korkarak ateş edersiniz; sonra sevgili köpeğinizin ölüsü başında ağlarsınız. Mesela bir sabah garip bir ses duyarsınız, korkup ateş eder, en sevdiğiniz koltuğunuzu paramparça edersiniz. Bir ikindi vakti, evinizin içine bir gölge yansır, gördüğünüzü hayra yormaz ateş eder televizyonunuzu parçalarsınız. Düşük ihtimal ama bir gün evinize bir hırsız girse, siz de evdeyseniz onu da vurursunuz da bir katil olarak hapse düşersiniz, oysa o hırsız malınızı çalsaydı, zamanla yeniden o malı kazabilirdiniz... Amma benzetme yapmışsın, hiç de öyle olmaz diye okudunuz değil mi? Oysa tam da öyledir. Evde antibiyotik bulundurmak, evde silah bulundurmak gibidir, tedbir için der, kullanmayacağım der, olmadık zamanda kullanıverirsiniz. Antibiyotik içmeye karar vermek, ateş etmeye benzer, kimi ve neyi vuracağınız hiç belli olmaz. Yoo, ben kimi vuracağımı iyi bilirim, hem iyi de hedef tuttururum diyorsanız, ya gizli ajan ya da polis falansınızdır. Doğru ya sevgili okuyucum, eğer siz bir doktorsanız, bu yazıyı okumanıza gerek yoktur, doğru zamanda doğru antibiyotiği kullanansınızdır ama doktor değilseniz, boşuna heveslenmeyin yanılacaksınız. Hem biliyorsunuz, profesyoneller bile yanılır, karavana atış yapabilirler...

Anlattıklarıma ikna olmadıysanız, ateşlenen bebenize ılık bir duş aldıracağınıza, gene eczaneye antibiyotik almaya koşacaksınız, sonra da dirençli hastane enfeksiyonlarının bütün suçunu doktorlara yıkacaksınız. Eee, ne de olsa hastaneler pis, doktorlar pis, hasta bakıcılar pis, siz tertemizsiniz.

Kapsamı bu yazıyı aşsa da, aslında laf arasında sözü geçen malum konu yani kasten yaratılan ve kasten büyütülen korkular sayesinde yeşertilen “silah severlik” aynı şekilde kasten yeşertilen “ilaç severlik” ile aynı kumaştan üretilmiştir. Kutsanan bu iki sevginin doğumu ve serpilmesi Napolyon’un ha bire tekrarladığından yani tamamıyla duygusal ! nedenlerdendir.
Dünyanın bütünü bir ticaret arenası olunca, bu arenada maça çıkmış tacirlerin ayaklarında yuvarladıkları toplardan biri olmamız da olağandır.

9 Nisan 2012

GERİ