GERİ

Beyin bir kara kutudur, diyorlar

Uçak kazalarından sonra duya duya ezberledik kara kutuyu. Oysa kutunun rengi turuncuymuş. Kara diye anılmasının nedeni bilinmezliğe yapılan gönderme. Kara ve karanlık lafları, bilinmeyeni ifade ediyorsa da, biraz korku, biraz kötü, biraz da kutsal var sanırım bize gönderisinde. Oysa kara kutu bir kez açıldı mı ortaya çıkıyor gerçekler. Ne kutsal kalıyor, ne de bilinmezlik. Öyle değil mi?

Gelelim beyne. Kara kutu gibi belledik onu da. Kafatası denilen kemikten kutunun içine hapsedilmişliğinden, elleyemediğimiz, mıncıklayamadığımızdan kutsallaştırdık onu belki de. O da eninde sonunda bir organ, ama hiç böyle anmadık adını. Yüzde kaçını kullanıyoruz soruları ile bilinmezliğini sorgusuz kabullendik. Oysa dalağın yüzde kaçının kullanıldığını merak eden var mı?

Son birkaç on yıldır, kara kutunun içini görmeye başladık. BT, MRI, yepyeni başka yöntemler falan derken, bilgisayar teknolojisi beyni de görünür kıldı. Gördüklerimizi anlamamız ise hemen mümkün olmadı elbette. Düşen uçağın kara kutusu bir ekvator yerlisinin önünde açılsa o ne anlayacaksa biz de beynin ilk dijital resimlerinden onun anladığı kadar anladık. Benzetmem abartıysa abartı ama kendine ait bir fotoğraf albümü bile olmayan birçoğumuzun evinde, beynimizin en az bir görüntüsü/resmi var artık. Şükür teknolojiye ve de kapitalizme …

Beyni artık görüyoruz; kendi beyin resmimizi elimize alıp gördüğümüz kara lekeleri yorumlamaya çalışıyor, sonra evimize götürüp saklıyoruz da beyin denilince, eskisinden farklı ne anlıyoruz acaba?

Resmi çekilebildiği için, kara kutunun artık bütün şifresinin çözüldüğünü ve benim de beyin doktoru olma sıfatımla bu çözülenleri ezbere bildiğimi sanmayın. Yine de beyin hakkında giderek daha çok şey bilebildiğimiz için benim de gittikçe bilgilerim her fırsatta emrinize amade.

Beyin, artık kara kutu değil. O yüzden ne kutsal ne de korkulacak bir şey. İşleyişini öğrenirsek anlayabileceğimiz, anlarsak yönetebileceğimiz bir şey. Beyin, uçağın kara kutusuna gene de bazı açılardan benziyor. Önceden programlanarak kendi kendine çalışıyor olması, en önemli benzerlik. Çalışması sadece kayıt yapmaya sınırlı değil, birçok uygulamayı otomatik yapıyor. Bu ise beyni uçağın kara kutusundan farklı kılıyor. Kara kutunun herhangi bir eylem biçimi yok biliyorsunuz, o sadece kayıt yapıyor. Bu anlamda beyin, uçağın otomatik pilotuna daha çok benziyor. Önceden programlanmış akışı bütün ayrıntıları ile kendi başına gerçekleştirebiliyor. Şifrelendiği , kodlandığı doğrultuda uçağı götürüyor. Hava alanından uçağı kendisi kaldırabiliyor, uçurabiliyor, sonra da indirebiliyor. Gerçek bir pilot olmaksızın bütün uçuşu gerçekleştirmesi mümkün.

Beyin de aynı böyle bir şey. Beyin, akıl olmaksızın, tek başına çalışabiliyor ve yaşamın bütünü sürdürebiliyor. Aklı ne arıyor, ne soruyor. Burada beyin dediğim beynin bütünü değil, ufacık bir bölümü aslında. Beyin dediğimiz, yaklaşık bir buçuk kiloluk bir organ. Bu organın iç-orta kısmındaki yüz gram bile gelmeyen minicik bir bölümünden söz ediyorum, otomatik pilot benzetmesi ile. Bu minicik bölüm “hayat” dediğimiz “uçuşun bütününü” kendi başına gerçekleştirebiliyor. Yaşıyorsak, yaşamayı devam ettirebiliyorsak, bunun için yiyor içiyor, işiyor mıçıyor, yürüyor koşuyor, seviyor ürüyorsak, hepsini önceden programlandığı şekilde yöneten, işte bu gramlık beyin bölgesi. Akıldan bağımsız çalışan otomatik pilotumuz.

Akılsa, beynin başka bir yerinde, isterse görevi devralmak üzere hazır bekleyen, uçağın pilotudur. Pilot=akıl mıdır gerçekten de? Evet öyledir. Yöneltiyi belirleyebilen, isterse rotayı değiştirebilen, otomatik pilotu devreye sokan ya da görevden alan ve eğer kendisi beceriksizse uçağı düşüren, hep pilottur. Pilotun beyindeki karşılığı gerçekten de akıldır. Becerikli ya da beceriksiz, eğitimli ya da eğitimsiz, yetkin ya da ham hamalak durumdaki akıldır.

Otomatik pilot nedir derseniz o da kaba bir söylemle bütün duygulardır. Akıldan azade, akla gel sen kumandayı devral deme yetisi olmayan, kendi kendine çalışan, önceden programlanmış (evrim tarafından on/yüz/bin/ milyon yılda kodlanmış) olan derin beyin bölümünün marifetidir bütün duygularımız.

Bu nedenle beynimizde ayrı ayrı yerlerde bulunan aklımız ile duygularımız, ayrı ayrı çalışırlar. Bazen hatta nadiren yolları çakışsa da işleyişleri ayrıdır vesselam. Öfke, kızgınlık, sevinç, mutluluk aklınıza ne gelirse sayın, bütün duygular beyinde otomatik pilottadır. Bu duyguların harekete geçirdiği eylemler de otomatik pilot emrindedir. Bu son cümlenin altını tekrar tekrar çizelim:

Akıl ile duyguların ayrı işleyişinde de, pilot /otomatik pilot hiyerarşisi olduğunu bilelim. Pilotun, otomatik pilotun üstünde yani aklın, duyguların üstünde olduğunu bilelim. Bütün alt üst ilişkilerinde olduğunu gibi alttakinin asıl iş yapan sıfatıyla öncelikli olduğunu ama üsttekinin kumandan/yönetmen olarak alttakini yönettiğini, yönetmiyorsa bile yönetebileceğini, iyi yönetebileceği gibi kötü de yönetebileceğini, ama yönetim zafiyeti gösterir ise meydanın alttakine kalacağını, duyguların akla gel yerime sen geç diyemeyeceğini, ama aklın duygulara hoppp buraya kadar, dur bakalım diyebileceğini , tekrarlayalım da öyle geçelim.

Bu uzun açıklamaların konuyla ne ilgisi vardı diyorsanız, söyleyeyim: Cinsel dürtülerin tümü de duygu, yani otomatik pilot programıdır. Akıl neresinde yer alıyor cinselliğin derseniz, gelin birlikte düşünelim. İzninizle önce, biraz konunun kıyısında dolaşarak akıl ve duygu ikilemine bir kez daha değinelim.

Bir araştırmaya göre İstanbul’da yaşayan üniversite mezunu her beş kadından biri, eşinden dayak yiyormuş. Bu öfkesini yönetemeyen beyler de üniversite mezunu olduğuna göre, dünya kadar sınav geçip okul bitirdiklerine göre, azıcık da olsa akılları olmalı. Siz ne dersiniz, bu çok sayıdaki beyefendinin, bu dayak seansları sırasında, pilotu mu otomatik pilotumu devrededir sizce? Akıl olsa devredeki, en yetersizinden bile bir akıl devrede olsa, en azından kısa vadedeki kendi çıkarını düşünerek, daha sonra koynuna alacağı kadını döver de kendinden nefret ettirir mi bu adamlar? Ya bu yaşama rıza gösteren kadının aklı?

Pilot kabini terk etmiş belli de, nerede uyukluyor acaba?

Akıl /duygu, otomatik pilot/gerçek pilot ikilemi beynin yapılabilecek en önemli kategarizasyonlarından biridir. Başka zaman bu ayrışmanın fiziksel altyapısını da anlatırım. Kendi deneyimlerinizi de katarak şimdilik bu ayrımın var olduğunu kabul edin ki lafı daha da uzatmadan biraz yol alabilelim.

Türkiye’de, İran’da ve Fransa’da yapılan üç ayrı çalışmayla da kanıtlanan, çok önemli bir fecaat şudur: Ortalama her beş çocuktan biri, kendi ailesinin bir bireyi tarafından cinsel tacize uğruyor. Demek ki cinselliği koy vermiş modern dünyalarda da, cinselliği sımsıkı paketlenmiş tutucu ortamlarda da, bizde de onlarda da, ensest oranı üç aşağı beş yukarı aynı. İnsanlık felaketinin boyutuna bakar mısınız? Mart kedilerinden ne farkı var bu insanların cinsel davranışının. Anlaşılan erkek cinsinin epeyce bir kesimi, ana avrat demiyor, buldu mu tünüyor korunmasızın üstüne. Bu adamların birçoğu ile aynı yollarda yürüyor, aynı taşıtlarda yan yana oturuyor, aynı restoranda yenmek yiyoruz. Hatta aynı konseri alkışlıyor, aynı entelektüel gevezeliklerden zevk alıyoruz. Kutsal yatak odası hikâyelerini anlatmıyorlar elbette bize. Daha da acayibi ise, bu hikâyeleri olur da duyarsak, kulağımızın üstüne yatıyor, mart kedilerine gösterdiğimiz toleransın benzerini gösteriyoruz, kurbanlar için harekete geçmeyerek. (Kadın kısmının toleransının açılımını da tartışmasını da başka bir yazıya erteliyorum)

Böylesi davranışları olduğunu sonradan öğrendiğiniz bu beylerden birini tanımış, kıvrak zekâsına, hoş sohbetine tanık olmuşsanız, sapkınlık dediğimiz bu türden cinselliğin akılla alakası olmadığını, otomatik pilot etkinliği olarak programlanmış olduğunu, eylemin beynin pilotu (akıl) tarafından yönetilmediğini, kabul etmeniz kolaylaşır. Adamın akılsız olmadığını gördüğünüzde, yaptığının akla zarar olduğunu bildiğinizde, kolayca anlarsınız durumun akıl denetimi dışında geliştiğini. (Sakın üzülmeyin; anlamak hak vermek hele hele onaylamak anlamına gelmez.)

Burada devreye giren hatta devrenin bütününü oluşturan zevk, keyif, vb ile de anlatılan “haz” kelimesinin beyin karşılığını açıklamayı da başka bir yazıma saklıyorum.

“Olağan dışı” olanı, sapkın olanı hadi kısmen anladık, diyelim. “Olağan” kabul ettiğimiz cinsel eylemliliğin yönetmeni akıl mıdır, duygu mudur peki? Sıradan cinsellikte, yönetim pilotta mı otomatik pilotta mıdır sizce?

Aşık oldum diye varını yoğunu ortaya koyanlara, sevdiği uğruna kapkara yaşamlara razı olanlara, sevgilisini kaybedince hayata küsenlere, o yoksa ben de yokum, noktasına kadar gelenlere ne diyeceksiniz. Sevgi/aşk adıyla maskelenmiş cinsel dürtünün kişinin yaşamının tam merkezine yerleşmesine de hadi bir şey demeyelim isterseniz ama yaşamı yok edişine ne diyeceksiniz?

Sapkınından geçtik, olağan olanında, aşktı meşkti, sevgiydi elektrikti diyerek, nedense adı çeşitlendirilip aslı gizlenerek, cinsel duygular ha bire kutsanıyor ya, sizce bu konuda sorulacak çokça soru yok mu?

Aile niye kutsal, sevgi(aşk) niye kutsanıyor, kutsal olan her şey niye karanlıkta, sormayalım mı?

Otomatik pilot (bütün duygular) yaşamak için var ve yaşam için yeterli ama gerçekten güzel bir yaşam istiyorsak, pilotu (aklı) devreye sokmayalım mı?

Yazılana rıza niye? Kendi programımızı, kendi keyfimizce, kendi kendimize yazmayalım mı?

Dünyayı değiştiremediğimiz ortada ama kendimizi değiştirmekten vazgeçişimizi, değiştirmeyelim mi?

Beyin bir kara kutu, deyip geçelim mi?

Kara kutuyu açalım mı?

Pandora mı?

25 Mayıs 2015

Not: Mutlak öğrenilsin istediğimden, gene tekrar ediyorum: Pilot, otomatik pilotu devreden çıkarabilir. Ne zaman isterse o zaman çıkarabilir. Bunun tek şartı vardır, pilotun istemesi. Üstelik aklın yeterliliğinden/gelişkinliğinden falan bağımsızdır bu istek. Parlak ya da güdük olsun, akıl dediğin,

GERİ