GERİ

        Kars, Kar ve Barış

Dukhoborlar adını hiç duymamıştım. Kars’ta bir otelde Malakanlar için yazılmış kocaman bir kitap görene kadar. Kitaba göz atmaya başlamışken, yazarının fotoğraf makinalı bir fotoğrafını gördüm. Sanırım fotoğraf çekmeye bayıldığım için ilgimi çekti. Tam da o sırada rehberliğimizi de yapan Kars’lı sürücümüz içeri girdi. Bu Malakanlar kitabını nasıl edinebileceğimi ona sordum. Ben size temin edebilirim, dedi. Yazarı olan Vedat Akçayöz’ü tanıyıp tanımadığımı sordum. Kültür deneğimizin başkanıdır, isterseniz tanıştırabilirim, dedi. Tanıştırdı da. Bu yazının içeriğindeki bilgilerin tümü bu tanışmanın ürünüdür.

Dukhoborlar bir grup Rus köylüsüymiş. Öyküleri oldukça ilginç. Bir tek üyesini bile görmediğim bu insanların benim için önemleri artık çok büyük. Sonunda konunun benimle ilgisini söyleyeceğim ama önce onların öyküsünü, tavşanın suyunun suyu, kıvamında anlatayım. Öykünün aslını söz ettiğim araştırmacının emeğinin ürünü olan “Ruh Güreşçileri: Dukhoborlar” belgeselinden kendiniz öğrenirsiniz.

Bu grup halk, İncilin “öldürmeyeceksiniz” diyen 6. Emrini rehber edinmişler. Ne var bunda demeyin. Öldürmüyorlar. Dinimiz bunu emretti, diyor gerçekten öldürmüyorlar. Barışçılar yani. Kelimenin gerçek anlamında barışçı. Tıpkı vicdani redçiler gibi.

Din temeline dayalı olduğu için kendileri muhtemelen kabul etmeyecek olsa da, vicdani redçilerin atası bu Dukhoborlarmış gibi geldi bana. Din deyince; diğer dindarlar niye öldürüyor derseniz, benim cevabım tek kelime ile başlar ve biter: Para. Ancak dukhoborların açıklaması başka. Onlar Hırisyanlığın Romalılar vb tarafından rayından çıkarıldığını, Tanrı ile insan arasına ruhbanların ve şatafatın girdiğini düşünüyorlar. Sonradan konulan bütün dini kurallara karşılar. Kiliseye gitmiyorlar. Evlerinin bir odasında ailecek dua ediyorlar. Din adamlarına ve de onların ittifaklarına tapmıyorlar.

Bunun bedeli, her türlü saygıda kusur etmemelerine rağmen, iktidarlarla başlarının hep belaya girmesi.

İnançları gereği çocuklarını askere göndermeye karşı durdukları için, vatanlarından sürülüyorlar. Sürgünlüklerinin önemli bir durağı da Kars. Sonra Kars’tan da sürülüyorlar. Sürüle kıyıla, iyice azalıyorlar. Soykırımın son basamağındayken, sanki sihirli bir el değiyor. Rus yazar Tolstoy, onlara aktif mücadele ile sahip çıkıyor. Tolstoy açtığı uluslararası kampanyalar ve yeni yazdığı Diriliş kitabının gelirinin toplamı ile, 4 bin kadarını Karadeniz kıyılarından gemiye bindirip Kanada’ya göndermeyi beceriyor. Kanada’da zamanla yeniden kök salan Dukhoborların varlıkları, neredeyse sadece onun sayesinde devam ediyorlar. Çünkü şu sıralar Kars’ta bir evet sadece bir tek Dukhobor yaşıyormuş.

Bu halkı şimdi anmanın tam sırası olduğunu düşündüm. Boğazımıza kadar savaş batağına batmışken, tam sırası Dukhoborları öğrenmenin ve onların ideolojisini kavrayabilmenin. Yavrularımızı savaşa yani paraya şehit yazdırırken tam sırası.

Bugünden bir an olsun sıyrılıp geriye bakarsak da tam sırası. Sarıkamış şehitlerini anarken, yani savaşmaya gönderilmiş on binlerce askerin, düşman etiketli olan ile daha karşılaşamadan, sadece kar yüzünden öldüğünü anımsamanın da tam zamanı.

Dün Sarıkamış civarındaydım. Gencecik insanların aslında daha ana kuzusu olan delikanlıların, kucak kucağa ölüm uykusuna yattıkları Allahu Ekber dağlarına, boylu boyunca o ölüm tarlalarına baktım dün. O el değmemiş gibi görünen beyazlıkları sıcacık araba koltuğundan izlerken, benim aklım bambaşka bir yerdeydi.

Ceren, üç yıldır kar hasreti olan kızım, yaşamını sürdürdüğü Florida’nın acı sıcağını bana anlatırken, klimalı arabadan inip klimalı eve girene kadar süren iki üç dakika süresinde, etlerime iğneler batıyor diyordu. Yazın 40 dereceleri aşan sıcağı tanımlıyordu. Sıcağın ağrı iğneleri yarattığını bu tanımlamadan öğrenmiştim. Kışın 40 derecelere inen Kars’ın soğuk iğnelerine bakarken, dün benim Ceren’i düşünmem, sadece bu abartılı sıcak soğuk ikileminden değil. Bizzat Dukhoborlardan.

Savaş karşıtı bir halkla, her türlü şiddete karşı kızımın adını yan yana anılışı da, sadece ana yüreğimden değil. Bu birliktelik, bambaşka bir hoş sürpriz yüzünden.

Özetle anlatırken, Dukhoborların Kars’tan sürülmelerinin nedenini atlamıştım. Harp sırasında ne yaptılarsa da askere alınmaktan kurtulamayan Dukhobor gençleri, önce silah bırakıyorlar. Bu yüzden yani savaşmadıkları için aldıkları cezalar, gördükleri işkenceler inanılmaz boyuta ulaşınca da örgütleniyorlar. Bir gün, üç ayrı cephede, aynı anda, ateş yakıyorlar. Ellerine tutuşturulan bütün silahları, belki diğer inançtan arkadaşlarınınkini de, orasını bilmiyorum, üst üste yığıp, silahları yakıyorlar. Hiçbir güç bu ateşleri söndüremiyor. Yükselen alevler tarihe mal oluyor.

Efsaneleşen bu silah yakma eylemi sonucunda artık toptan yok edilmelerine de karar veriliyor. Sadece 4 bininin kıyımdan kurtarılabildiğini anlatmıştım. İşte o Kanadalı Dukhoborlar, her yıl Karsa gelip simgesel olarak o ateşi yeniden yakıyorlar. Oyuncak silahlarla ateşi besliyor, “öldürmeyeceksin” emrini güncelliyorlar.

O tarih 27 Haziran.

27 Haziran, benim kızımı doğurduğum tarih.

Kızımı ben mi doğurdum yoksa o kendisi mi doğdu, diye düşünüyorum. Kolayca doğurdum için değil bu ikilem ki gerçekten beni hiç yormadan açtı gözlerini dünyaya ama kızımın doğumu için beklenen gün 27 Temmuz idi. Ceren sürpriz yapıp 27 Haziran’da geliverdi. Böylece doğum tarihini ben mi belirledim o mu seçti bilemediğim yavrum, 8 aylıkken doğmuş bir bebek oluverdi. Ben mi doğurdum o kendi mi geldi sorusu, o erken tarih yüzündendi.

Boş inançlı biri değilimdir. Öyle olanlar, 8 aylık bebekler yaşamaz, dediler. Hesabın yanlıştır; ya 7 aylıktır ya da 9 diye iddia ettiler. Sanki benden iyi bilecekler? Ceren tamı tamına bir ay erken geldi. Yaşamaz diyenlere inat yaşadı.

Barış olmaz diyorlar. İnadına olmalı.

27 Haziran, silahların yakıldığı gün olarak, barış günü olarak tescil edilmeli bence.

27 Haziran, bambaşka bir anlam kazandı bu hikayeyi öğrendiğimden beri gözümde.

Ceren bir ay önce kasten mi fırlamış ne?

Dukhoborları öğrenmenin ve anmanın, şiddet mağduru Ceren’i de hikâyeye katmanın, öldürülen ve öldürülmesi planlanan bütün canlar için, savaşa karşı durmanın, tam da sırası değil mi sizce de?

10 Mart 2015

GERİ