Yıllar önce bir mimar dostum anlatmıştı. Yıllardır çalıştığı şirkete iş için başvurduğunda kendisine sormuşlar: Neden seni işe alalım? Bu türden bir soruya alışkın değilseniz Amerikancadan size tercümesini yapayım: Hadi bakalım kendini bize pazarla !
Bu hikâyeyi anımsamam çoook başka bir yerden kaynaklandı. Dün bir arkadaşımla ayakkabıcıdaydık. Bu sene çok moda olan plastik çizmeler dikkatimizi çekti. Bilirsiniz eskilerin pis sarı renkli çirkin balıkçı çizmeleri şimdilerde pek albenili, pek gösterişli oldular. Pek albenili pek gösterişli kızlarımızın bacaklarını süslüyorlar. Bu gördüklerimizse öyle böyle güzel değil muhteşemdiler. İkimiz de plastik çizme alacak değildik ama kadın kısmının en temel özelliğini yadsımayalım kapsamında fiyat sorduk. Rakam dudak uçuklatan cinstendi. Arkadaşım dayanamadı, ne özelliği var ki bunların, diye sordu. Satıcı yanıtladı:
Canım, sıradan iki kadın ve densiz bir satıcının arasındaki bu konuşmanın ne özelliği var derseniz, haklısınız yok. Zaten bence sonrası kayda değer. Biz dükkândan çıkarken kapıya kadar eşlik eden aynı satıcının koca koca harflerle iyi günler dileyip, gene bekleriz, demesi de olağandı elbette. Bu durumda arkadaşımın geri dönüp aynı oranda büyük harflerle, hatta göz bebeklerine kadar gülüp ona teşekkür etmesi ve “iyi günler, bol kazançlar” dilemesi de hadi hatırınız için olağan olsun. Ama dışarı adım atar atmaz, bu kez küçük harflerle, nah gelirim bir daha, nah senden bir şey alırım anlamında söylediklerine ne demeli?
Dilencileri düşünüyorum. Tuttuğun altın olsun, diyorlar. Ne muradın varsa versin, diyorlar. Allah seni/seninkilerin hepsini korusun, diyorlar. Yüksek perdeden ama yine de mırıldamayı beceren ses tonları ile diliyorlar da diliyorlar. Özetle, bugün sahip olduklarının hepsi hep sende kalsın, diyorlar, bugün sahip olduklarından daha çoğuna da ilerde bir gün kavuşasın, diyorlar. Karşılığında iyi para alıyorlar. Yani ne yapıyorlar? Dilek diledikleri için para kazanıyorlar. Kimse onlara şöyle demiyor: Tanrı senin dileklerini neden benim dileklerimden daha çok yerine getiriyor olsun. Hadi diyelim ki öyledir, o zaman neden sen benim için dilek diliyorsun da kendin için dilemiyorsun; mademki senin itibarın benimkinden daha üstün, öyleyse dile de sokaklarda dilenmekten kurtul. Peki, kimse dilenciye böyle şeyler söylemiyor ama paranın en değerli şey olduğu bu dünyada niye bir tek kişi bile, mademki benden para istiyorsun, karşılığında sen bana ne vereceksin, diye sormuyor. Bari bahçemdeki yabani otları yol da ben de karşılığında para vereyim falan demiyor. Dese, dilenci kalkıp gelir de sizin için (para için) çalışır mı?
Ben “iyi dilekler” dileyen herkese her seferinde bir punduna getirip “ucuzluk bu” derim. İçimden demeyi pek bilemediğimden, onlar iyi olanlar olurlar, bense kötüyümdür. Eski dostum mimar çok tembeldir ama iyi insandır, kazık fiyata plastik çizme almama ortaklığım olan arkadaşım da ikiyüzlüdür ama iyi insandır. İkisinin de iyi dileklerine çokça tanığım. Örneğin ben çok zor günler geçirirken, o zor günlerin bir an önce bitmesi için benim için canı gönülden dualar ettiler. Gerçekten de gördüm, tanrıdan bunu dilediklerini bilirim. Tanımam bilmem ama belki de sokaktaki dilenci de iyi insandır. Birbirlerine habire “ca-nııım” diyen, “aş-kımm” diyen, ardı ardına iyi dileklerini bol bulamaç sunan herkes iyi hem de çok iyi birer insandır. Bense size daha önce de söylemiştim: Bertold Brecht’in iyi niyetliler için yazdığı o meşhur şiirin ezeli ebedi hayranıyım.
İyi niyetin ve iyi dileklerin yerine gerçekten iyilikler yani iyi işler yapmak, hiç değilse yaptığı işi iyi yapmak geçse, dünya gerçekten iyi bir yer olur muydu, ne dersiniz?
28 Ocak 2013 |