GERİ

Kolaylıklar Kraliçesi

Ketendere Yıllar önce bir mimar dostum anlatmıştı. Yıllardır çalıştığı şirkete iş için başvurduğunda kendisine sormuşlar: Neden seni işe alalım? Bu türden bir soruya alışkın değilseniz Amerikancadan size tercümesini yapayım: Hadi bakalım kendini bize pazarla !
Mimar dostum işi almış; ben her işi hipotenüsünden yaparım, diyerek. Niye diye sormuşlar. Çünkü yolu uzatmayı sevmem, hep en kestirme yoldan giderim, demiş. İşe aldıklarına göre, bu yanıtı iş bitiricilik, beceriklilik olarak algılamışlar. Mimar dostum çok doğru söylemişti, hep kestirmeye sapardı çünkü ömrüm boyunca tanıdığım en tembel insanlardan biridir. (En kısa yolu hipotenüs olarak adlandırma hatası da bana değil bizzat ona aittir) Şirkete ise bence beklenenin tersine pek bir şey katmadı, çok sonra bunu fark ettiklerinde ondan kurtulmaları da pek öyle kolay olmadı. Bu da popüler amerikancı yöntemlere ... olsun.

Bu hikâyeyi anımsamam çoook başka bir yerden kaynaklandı. Dün bir arkadaşımla ayakkabıcıdaydık. Bu sene çok moda olan plastik çizmeler dikkatimizi çekti. Bilirsiniz eskilerin pis sarı renkli çirkin balıkçı çizmeleri şimdilerde pek albenili, pek gösterişli oldular. Pek albenili pek gösterişli kızlarımızın bacaklarını süslüyorlar. Bu gördüklerimizse öyle böyle güzel değil muhteşemdiler. İkimiz de plastik çizme alacak değildik ama kadın kısmının en temel özelliğini yadsımayalım kapsamında fiyat sorduk. Rakam dudak uçuklatan cinstendi. Arkadaşım dayanamadı, ne özelliği var ki bunların, diye sordu. Satıcı yanıtladı:
-Plastikler
-Eee
-Islanmaz
-?
-Çamurda giyilir
-?
Sahiden de ? Herhangi bir plastik çizme de zaten bu özelliklerde olduğundan, bizim anlamadığımız bu büyük fiyat farkının nedeniydi. Satıcı ise arkadaşımın ısrarla sormayı sürdüren bakışlarını nasıl yanıtladı dersiniz?
-Eeee, sizin de bir plastik çizmeden beklentiniz nedir ki?
Buyurun buradan yakın şimdi. Dayılanmasına da bakın şu delikanlının. Sanki bir plastik çizme için söylediği fiyat kendisinin bir aylık maaşına denk değilmiş gibi. Sanki kendisi alacak olsa en azından bizimki kadar bir tepki göstermezmiş gibi. Sanki kendisi orada satmak zorunda olan kişi değilmiş ve de sanki “alıcı her zaman haklıdır” yalakalığı konusunda hiç eğitim almamış gibi.

Canım, sıradan iki kadın ve densiz bir satıcının arasındaki bu konuşmanın ne özelliği var derseniz, haklısınız yok. Zaten bence sonrası kayda değer. Biz dükkândan çıkarken kapıya kadar eşlik eden aynı satıcının koca koca harflerle iyi günler dileyip, gene bekleriz, demesi de olağandı elbette. Bu durumda arkadaşımın geri dönüp aynı oranda büyük harflerle, hatta göz bebeklerine kadar gülüp ona teşekkür etmesi ve “iyi günler, bol kazançlar” dilemesi de hadi hatırınız için olağan olsun. Ama dışarı adım atar atmaz, bu kez küçük harflerle, nah gelirim bir daha, nah senden bir şey alırım anlamında söylediklerine ne demeli?
Ben iki yüzlülük diyorum.
İyi günler
İyi şanslar
İyi kazançlar
Dilemeler
İki yüzlülük.
Ucuz davranış.
Yapmak, pahalı iş.
Kolay iş; ucuz iş ama geçerli iş
Kolay yoldan yaparım diyen mimar dostum muteber.
Hiçbir şey yapmadan dilemek daha da muteber.
Dilemek en ucuz iş.
Bu satıcının kazancı sahiden de bol olsun istiyorsan ondan bolca alışveriş yaparsın. Bu kadar basit. Yoksa benden nah para alırsın, ama dilerim başkalarından bolca alasın, dersen, yemezler. Yoksa yiyorlar mı? İyi.. diye başlayan bir cümle kurunca, iyinin hatırına yiyorlar mı sizce? Kimse yemiyorsa niye habire “iyi şeyler” diliyoruz.

Dilencileri düşünüyorum. Tuttuğun altın olsun, diyorlar. Ne muradın varsa versin, diyorlar. Allah seni/seninkilerin hepsini korusun, diyorlar. Yüksek perdeden ama yine de mırıldamayı beceren ses tonları ile diliyorlar da diliyorlar. Özetle, bugün sahip olduklarının hepsi hep sende kalsın, diyorlar, bugün sahip olduklarından daha çoğuna da ilerde bir gün kavuşasın, diyorlar. Karşılığında iyi para alıyorlar. Yani ne yapıyorlar? Dilek diledikleri için para kazanıyorlar. Kimse onlara şöyle demiyor: Tanrı senin dileklerini neden benim dileklerimden daha çok yerine getiriyor olsun. Hadi diyelim ki öyledir, o zaman neden sen benim için dilek diliyorsun da kendin için dilemiyorsun; mademki senin itibarın benimkinden daha üstün, öyleyse dile de sokaklarda dilenmekten kurtul. Peki, kimse dilenciye böyle şeyler söylemiyor ama paranın en değerli şey olduğu bu dünyada niye bir tek kişi bile, mademki benden para istiyorsun, karşılığında sen bana ne vereceksin, diye sormuyor. Bari bahçemdeki yabani otları yol da ben de karşılığında para vereyim falan demiyor. Dese, dilenci kalkıp gelir de sizin için (para için) çalışır mı?
Dilemek ucuz iş.
Yapmaksa zor.
Müşterisine velinimetimsin demek yerine onunla laf düellosuna girişen kötü satıcıya bol kazançlar dilemek nasıl bir iştir? Dükkândan çıktıktan sonra “nah alırsın benden istediğini” demek nasıl bir iştir? Aynı satıcıya aynı almayıcının, gerçek duyguları uyarınca davranıp, sen git de bir dövüş kursuna yazıl, nasılsa maharetin satıcılıkta değil düelloculukta” dese daha iyi olmaz mıydı?
Daha zor olacağı açık. Sen söyleyeceksin o söyleyecek, belki daha da beteri olacak, cidden kapışacaksın. Garantisi var üzülecek, sıkılacak, gerileceksin. Ne gereği var? İyi dileklerini sunarsın. Dışından. Güler geçersin. Dışından. Söylenirsin, küfredersin, lanet edersin, nanik çekersin. İçinden.

Ben “iyi dilekler” dileyen herkese her seferinde bir punduna getirip “ucuzluk bu” derim. İçimden demeyi pek bilemediğimden, onlar iyi olanlar olurlar, bense kötüyümdür. Eski dostum mimar çok tembeldir ama iyi insandır, kazık fiyata plastik çizme almama ortaklığım olan arkadaşım da ikiyüzlüdür ama iyi insandır. İkisinin de iyi dileklerine çokça tanığım. Örneğin ben çok zor günler geçirirken, o zor günlerin bir an önce bitmesi için benim için canı gönülden dualar ettiler. Gerçekten de gördüm, tanrıdan bunu dilediklerini bilirim. Tanımam bilmem ama belki de sokaktaki dilenci de iyi insandır. Birbirlerine habire “ca-nııım” diyen, “aş-kımm” diyen, ardı ardına iyi dileklerini bol bulamaç sunan herkes iyi hem de çok iyi birer insandır. Bense size daha önce de söylemiştim: Bertold Brecht’in iyi niyetliler için yazdığı o meşhur şiirin ezeli ebedi hayranıyım.

İyi niyetin ve iyi dileklerin yerine gerçekten iyilikler yani iyi işler yapmak, hiç değilse yaptığı işi iyi yapmak geçse, dünya gerçekten iyi bir yer olur muydu, ne dersiniz?
Yoksa hala piyango bileti alıp işi sansa ve de dualar okuyarak Allaha havale etmek mi daha iyi?
Dedim gene derim: Dilemek ucuz iştir.
Zoruysa ancak niyetlenen ve de bizzat yapanlar başarır. Öyle değil mi benim kolaylıklar kraliçelerim? Hadi krala yaranmaya gidelim.

28 Ocak 2013

GERİ