GERİ

        Kolyelerim Hep Kopuktu Eskiden

Atatürk Kültür Merkezinde çok sesli halk müziği konseri izliyorum. Çok sesli olduğu yarı yarıya doğruysa da, konu bu değil.

Konu izleyiciler.

Halk müziği konserinde huşu içindeler. Ne bir keyif emaresi, ne eğlence görüntüsü. Eğlenmek yerine ciddiyetlerini korumak için aşırı bir gayret içersindeler.

Neden?

Yanımdaki kadın yakın görüş alanımda olduğundan, en çok onu gözlüyorum. Eli boynundaki kolyede, ha bire çeviriyor. Çok sıkılıyor olmalı. Belli ki de yanlış yerde.

Birden farkına varıyorum, bana neden kolye dayanmadığını. Sadece kolye mi ? Bilezik, saat kayışı, bilcümle takılarımın neden hemen koptuğunu veya bozulduğunu.

Bu kadar basit bir şeyi bu güne kadar nasılda fark etmedim. Ben kolyelerimi hep koparırım, bileziklerimi, saat kayışlarının takma yerlerini bozarım. Nedeni ise onlarla devamlı oynamam. Devamlı oynamamı da huyuma bağlarım. N’apalım huyum böyle. Tamam da, niye öyle?

İşin aslını yeni anlamama ne kadar çok şaşırıyorum bilemezsiniz. Demek ki zavallı ben, o kadar çok sıkılıyormuşum. Demek zavallı ben, sıkıldığım ortamlarda, sıkıldığım kişilerle yaşıyormuşum.

Vah bana, tüh bana, demenin şimdi pek anlamı yok. Birden dank etti kafama. Benim kolyelerim pek kopmuyor, son yıllarda. Demek artık eskisi kadar sıkılmıyorum.

Son birkaç yıldır hayatımda çok şey değişti. Yaşam biçimim mi duygularımı etkiledi, hormonlarım mı duygularımı etkileyerek yaşam biçimimi farklılaştırdı bilemeyeceğim ama ben artık eski ben değilim.

Dönüştüm sonunda.

Demek o yüzden artık kolyelerim kopmuyor. Demek o yüzden aynaya baktığımda iki kaşımın ortasındaki, ama tam ortasında değil hafif ortanın sağındaki, o derin çizgi artık o kadar derin değil.

Ne yani ben artık, hem daha az sıkılıyor hem de daha az mı kızıyorum?

Ne yani ben artık, bu dünyanın yamukluklarına alışıyor muyum?

Ne yani ben artık yolcu muyum?

Aman yarabbi, dönüşmesemiydim ki?

Kolyeli kadın, kolyeli kadın, sana söylüyorum, oynama şununla. Eğleneceksen eğlen şu konserde, eğlenemiyorsan çık git de beni serbest çağrışımlara sürükleme.

Mutluluktu, mutsuzluktu, sıkılmaktı, eğlenmekti diye, derdime dert ekleme.

Artık dertsiz kedersiz bir tip oluverdiğimi, öyle kolyeni buraraktan açıkça yüzüme deme. Kaldıramam bu kadarını.

Siz de eğlendirecekseniz eğlendirin milleti, a be çalgıcı takımı. Cenaze levazımatçısı suratıyla göbek havası çalan devlet memuru kemancı, sana diyorum. Git de kurs al, kendilerine roman adının takan, anadan doğma müzisyen olan has be has çingenelerden. Nasıl eğlenilir, nasıl eğlendirilirmiş, öğrenmeden çıkma milletin huzuruna bir daha.

Kaybettim, terk edildim, ben şimdi ne halt edeceğim, anlamındaki acıklı sözlere, şıkıdım şıkıdım müzikler yakıştıranlara da üç beş kelam demek isterdim ama, bilmiyorum ki kimler onlar. Gerçekten anonim mi bu uyumsuzluklar? Yoksa derleyenin işgüzarlığımı bu beste güfte karşıtlığı. Bir yanda güzelim türküler, bir yanda bu türlü zırvalar.

Bir bilsem, bilebilsem muhatabımı. Yaşam daha eğlenceli olacak benim için, hak ettiklerini ulaştırabilsem hak edenlere.

Benim dönüşümüm de bu kadar işte.

Taktım gene bir şeylere.

9 Ocak 2003

GERİ