GERİ

        Köpek saldırmaz, savunur.

Bu yıl malum, kış sert oldu ve uzun sürdü. Bu sabah gene soğuk ve yağmura uyandık. Bana da gelmeyen bahar çarptı, açık havada olma ve yürüme isteğim yoğunlaştı. Bir yanda rüzgârın şemsiye tutturmazlığı, diğer yanda yolların aman ne düzgün yapılmışlığından kaynaklı pis su göletleri, öte yandan sürücü aldırmazlığının fışkırtıları yüzünden, hem gökten hem yerden, sırılsıklam-lanaraktan, sıkıysa yürü, yağmurlu bir günde, bu şehirde.

Benimse kararım karar, bu sabah işe yürüyeceğim. Deniz otobüsünden inince, şeffaf naylon torbadan yağmurluğu geçirdim sırtıma, vurdum kendimi Bakırköy’ün yoluna. Rüzgâr alabora ediyor benim incecik torbamı ama kimin umurunda. Daha birkaç adım atmıştım ki bir güç yakaladı ardımdan. Gidemiyorum. Bir arkadaş arkamdan çekerek şaka yapıyor sandım. Şakası doğru da yapanı bir köpekmiş. Isırmış yağmurluğumun eteğini bırakmıyor, Bakırköy marinasının önünde beni yolumdan etmiş, gerisin geri çekiştiriyor. Biraz okşama karşılığı önce bırakır gibi yapıyor ama birkaç adım sonra yeniden yakalıyor. Yapma-etme, yağmurluğumu yırtma-dişleme, hadi ama güzelim bırak da yoluma gideyim, şeklindeki söylenme ve de okşamalarımı mırıltılı ısrarı ile olmaz diye yanıtlıyor. Yeni yok yok ani arkadaşımla ben, sağanak yağmur altında fingirdeşirken, deniz otobüsünden çıkanların çoğu çaktırmadan yolunu değiştirip bizden uzakta seyrediyor: Çoğunluk köpekten korkuyor.

Sonra efendime söyleyeyim, yağmurluğu kaptırmış, B planı uyarınca şemsiyemi açmış, her şeye rağmen gene de yürürken, düşünüyorum. Köpeklerden ne çok korkan var. Sorsan; köpekler saldırgan. Ezberi bozalım da, aslında “saldıran köpek değil insan” diyelim mi? Neden mi? Adrenalinden. Madem sordunuz, anlatayım efem:

İnsanın birçok temel korkusundan biridir köpek korkusu. Köpeğin aslı kurt. Kurt etçil. Kurdun insan etine düşkünlüğü falan yoktur ama... Ancak aç kurtlar insana saldırır ama... Saldırıları da çok ama çok aç kaldığı zamanlarda gerçekleşir ama... Ama sonuçta kurt insanı paramparça edip yiyebilir. İnsan bunu genleri sayesinde öğrenmeden bilir ve o yüzden, bilmeden düşünmeden, doğal olarak, yani doğası gereği korkar köpekten. Kurtların torununun torununun torunu olan köpeklerin insan yemişliği falan yoktur, malum evcilleşme hikâyesi. İnsanın ne kadar evcilleştiğiyse şüpheli: Çoğunluğun etoburluğu (hayvan yeme) bir yana, bizzat köpek yiyen insanlar, hatta köpek etine özellikle bayılanlar da var. Özelikle insan etine bayılan köpekler, pek duyulmuş bir hikaye değil.

Kim kimi yerse yesin, zaten konumuz birbirine yeme konusu değildi, sanıldıysa yanılındı. Çünkü köpek korkumuzun aslı kimin kimi yiyip, kimin sağ kalacağına kilitli. Biz insanların korkunca salgıladığımız bir kimyasal var. Hani demin demiştim ya; adı adrenalin. Heyecanlanınca da salgılıyoruz biz bu kimyasal maddeyi. Bazen bu kimyasalın bağımlısı olup ölümüne sporlar yapar da oluyoruz, daha çok salgılamak için. İşte bu adrenalin, aslında savaş kimyasalı. Ne zaman beden savaşa girse, o hormon salgılanıyor ki yenebilelim düşmanı. Biz hayatta kalalım, ölünecekse ölen o olsun diye, işte bu hormon hazırlıyor savaşa bizi. Daha iyi görelim diye gözbebeklerimizi genişletiyor, daha çok kuvvet için adalelerimizi kasıyor, kalbimizi/ soluğumuzu hızlandırıyor vb. O hormon işte bedenimizin bütün gücünü en son sınırına kadar mücadeleye sokan. Bunu yapabilmek için, yani sonuna kadar savaşıp sağ kalabilmek için kodlanmış bizim beyin ve vücut kimyamız. Köpek görünce az ya da çok korkuyor insanoğlu. Az ya da çok salgılanıyor adrenalin. Bir gıdım bile adrenalin üretilse, metrelerce uzakta bile olsa, hemen algılıyor köpek. Bizim asla duyamadığımız kokusunu duyuyor adrenalinin. Bu koku sayesinde anlıyor ki savaş ilan edildi ve düşman on doğru geliyor. Saldırı sinyali alan zavallı hayvan ne yapsın, düşmanını püskürtmek istiyor. Havlamaya, yani korkutarak kaçırmaya çabalıyor. Derdi saldırmak değil. Saldıran düşmandan kendini korumaya, yaşam hakkını savunmaya çalışıyor. Havlayıp havlayıp durumu yokluyor, koşup koşup yanına geldiğinde durarak düşmanının kaçmasına olanak tanıyor vb. Aslında savuşturmaya yönelik olan bu türden köpek davranışlarını, aslen kendisinin başlattığının farkında olmayan ve köpeğin varlığını doğrudan kendi özüne saldırı olarak algılıyor insanın oğlu. Genellikle taşlı sopalı saldırıyla yanıtlıyor kendine doğru koşan köpeği. Hatta bazen öylesine yeniliyor ki korkusuna, ateşli bir silahla öldürüyor, niye öldürdüğünü bile düşünmeden, zavallı hayvanı. Aslında insanın yenik düştüğü kendi antik korkusu. Hele bazıları, niye korktuğunu bile bilmeden, öyle böyle değil ölesiye korkuyor köpekten.

İnsan aslını fark edemiyor ama budur ölüm korkusu. Köpek korkusu ölüm korkusudur, köpekten korkanın bilmediği budur. Bilmediği, kendi korkusunu yense hiçbir köpeğin saldırısına asla maruz kalmayacağıdır.

Ne çok hikâye vardır. Eskiden köpekten hiç korkmadığını, bir gün bir köpek kendisine durup dururken saldırdığı için, sonradan köpekten korkar olduğunu anlatan. Hikâyedir hepsi. Aslı; bir nedenle korkusunun açığa çıktığı ve bu nedenle de köpeğe “ben senin düşmanınım” sinyalini bizzat gönderdiğidir. Köpek deli mi ki saldırsın durduk yere. Deli deyince köpek deliliğini, kuduzu kasten anmadım, bu ender mi ender, en çok da köpeğe bela olan hastalık dursun durduğu yerde. Köpeğin beynine musallat olan bir virüs delirtir zavallı köpeği gerçekten, sonra da beynini yer bitirir ve öldürür köpeği de. Kuduz, köpeğin belalısıdır ama dedim ya enderi nadirattandır, neyse ki.

İnsanın köpek korkusu üzerine olan asıl ve gerçek olan hikâye şudur. Eskiden köpekten korkan birisi, gün gelir de tanıyıp severse bir köpeği, korkusu giderilir ve artık hiçbir köpeğe adrenalin kokusu göndermediği için, tanıdık tanımadık artık hiçbir köpeğin saldırısına uğramaz olur. Aklın duyguları denetleyebildiğinin kanıtıdır bu. Korkmamayı öğrendin mi (yani korkutmazsan köpeği) saldırıdan korunacağın garanti. Ama kolay mı öyle, korkma denince korkmamak. Bileceksiniz hemen fıkrayı: Kendini darı sanan adamı, nihayetinde “ben darı değilim” diyebilmeyi becerdiği için, salmışlar tımarhaneden. “Tavuk var tavuk, yiyecek beni” çığlıları ile koşa koşa geri dönmüş, yeni salındığı kapıya. “Hani öğrenmiştin, hani artık biliyordun darı olmadığını” denince de “ben öğrendim ama ya tavuk bilmiyorsa” demiş ya, işte tam da böyle bir şeydir korku. “Tamam, ben korkmayayım ama ya köpek gene de saldırırsa” diye ayak direr korku. Korkmayacağım artık dese de aklı yatıp anlattıklarıma, köpek görünce düşünmeden hemencecik gene korkar insan. Öyle kolayına çıkmaz yürekten korku. Kabahatin köpekte olmadığını kabullenmek zor gelir. Faturayı kendine kesmek anlamına geldiği için, inkâr yoluna sapar. Oysa korkmak suç da değildir, kabahat de. Olağandır hem de. Korkmak olağandır, sıktır, yaygındır, evrenseldir, antiktir. Eğitimle geçer. Eğitimle beyin eğitilir. Köpekten korkmaz, olunur. Köpek de rahatlar, insan da. Rahatlayınca, köpekle insan çok iyi arkadaş olur. Çünkü malum, artık antik dönemde yaşamıyoruz. Aradan geçen asırlar boyunca bizim korkularımız pek evrilmedi ama köpekler çoktan evcilleştiler, artık onlar kurt değiller, insan falan yemiyorlar. O günlerden bu yana köprülerin altından çok sular aktı akmasına ama korkularımızın (duygularımızın) önemlileri baki kaldı.
Köpekten/böcekten, fareden/yüksekten... korkularımız, antik devirlerden yadigar kaldı..

Sonra bir sabah, bir köpeğin canı sıkıldı. Sahilde yalnızdı. Önünden bir yığın insan geçiyordu ama iş güç telaşında hiçbiri onunla ilgilenmiyordu. Sonra bir de baktı ki önünde rengârenk bir torba uçuşuyor. Gidip yakaladı torbadaki kadını. Gitme dedi, çekeledi gerisin geri. Gitme, hiç değilse birazcık kal, birazcık oynayalım, dedi. Arkadaşım olur musun teklifinin derhal refüze edildiğini ancak birkaç denemeden sonra anladı. Kös kös yalnızlığına geri döndü.

Anlatılan bir dostluk masalı. Dostluğun eli, köpekten insana uzanan. İnsandan köpeğe uzanan dostluk yalan. Çıkara dayanan. Yargıma katılmadınızsa da bence budur olan.

Dostluğa ilişkin yargılarım bir yana, nesnel olan, kanıtlanan; dost mu düşman mı olacağımızın belirleyenin genlerimiz olduğu. Uygarlık denilen şey, antik dönemden beri biriktire biriktire bugüne getirdiklerimizin yani üstün yeteneklerimizin toplam kazancıdır, elbette. Ama antik dönem deneyimlerimizi bugüne taşıyan genlerimiz, antik yaşamımızın artık gerekmeyen kalıntılarını da getirir günümüze. Savaşmak, o zamanlar hayatta kalmanın biricik yolu olduğundan, en derinimize kazınmıştır böyle. (Barışı inşa etmenin zorluğunu, sadece ama sadece eğitilmişin barışçı oluşunu, ilkelin dövüşün efendisi oluşunu, siz neye bağlıyorsunuz ki?) İşte bu yüzden, genlerimize rağmen yapabildiğimiz bazı şeyler sayesindedir ki bizzat şahsımıza “uygar” derler. Genlerimizin yönlendirmesiyle yetindiğimizde de, tersini derler, ne’deceksin?

Niyetlendiysen çaren yok, yolunu yöntemini keşfedecek, bütün korkularını giderecek, köpekleri de seveceksin (yöntem aramaya başlamışsan; “yüzme öğrenilir” başlıklı yazıyı okuyabilirsin)
Korkuyu aşmayı becerdiğinde, işte o zaman tam olarak özgürleşeceksin.
İstersen de mevcudu savunacak, korkularının yarattığı hapishanelerde ömür çürüteceksin.
Her zaman olduğu gibi gene sen seçeceksin.
Bu yağmur yetti artık, bahar gelsin.
Haa bir de; savaşlar bitsin, barış yeşersin.

12 Mart 2012

GERİ