GERİ

        Laflar şeker şerbet bal, davranışlar adil olsa, keşke...

Siz şimdi onları niye koydunuz ki oraya, dedi döven sesiyle ve suratıma bakmadan. Afalladım. İş çıkışı (yani aç karnına) market alışverişindeyiz. Bana kafa tutan beye "buyurun” deyip önümden geçmesi için işaret ettim. Tereddütsüz geçti. Anlaşılan sıramı vermesem de zaten geçecekti. Teşekkür falan hak getire. İçerledim. Sırasını kapmışım da o hakkını savununca ben geri çekilmişim, durumunda kaldım. Kasiyer kız, onun arkasını dönmesini fırsat bilip kaş göz ederek bana onay vermese, kendimden tereddüde düşeceğim.
Gene de o haklı olabilir mi?
Olay çok önemsiz ama kasa önündeki gergin pozisyonumuzun öncesini size anlatmak istiyorum. Markette tek bir kasa açık. Açık kasanın biraz gerisinde de büyük bir kolon var. Ben kasaya soldan yanaştığım anda, bir başka müşteri de sağdan yanaştı, elinde iki küçük gofretle. Benim işim daha uzun sürer diye, hafif gerileyerek sağdan gelene öncelik verdikten sonra, elimdekileri bandın üzerine bıraktım. Onun arkasından gelen bu bey, yine kolonun sağ tarafından ve diğer beyin hemen arkasından geldiği için, beni görmediğinden, kendisinin sırasını kaptığımı zannetmiş olabilir. Ben de zaten durumu onun bakış açısından göremediğimden, yanılıp yanılmadığını bilemiyorum. Eş zamanlı geldiğimiz halde ben diğer beye öncelik verip kendiminkileri sonra banda koydum. Sonra da onun arkasından gelen bu beyin dolu sepetini görünce, elinde taşımasın, bırakabilsin diye kendiminkileri iteleyip bantta yer açtım. İşte fırça o zaman geldi: Siz şimdi onları niye oraya koydunuz ki?
Önce anlamadım. Elbette koyacağım. Üstelik üstüme vazife değilken, arkamdan gelene de yer açtım. Nezaketimin karşılığına bakın. Bu bey, yanılmış olduğu için, bana çıkışmakta kendince haklı mı? Siz buyurun o halde, dediğim ve ön verdiğim halde, öfkesinin sürmesi neden? Yoksa yanıldığı falan yok da sadece uyanık mı? Hadi uyanık lafıyla abartıya kaçmayayım, sadece hak hukuk konusunda takık mı?
Bu türden düşüncelerim yoğunlaştı çünkü kasada onun işi uzadıkça uzadı, bir türlü o ortamdan uzaklaşamayınca benim de konu üzerinde düşünmem zorunlulaştı. İşi uzadı çünkü şimdi de kasiyer ile indirim gibi bir konuda, gittikçe çetrefilleşen bir tartışmayı sürdürüyor. Acıktım, eve gidip aldıklarımı pişirmem gerekiyor ama bu beyin sorunu küçüleceğine büyüyor.
Ne dersiniz, bana kızdığı için, sıramı verdiğim için kavga edemeyip kızgınlığını boşaltamadığından, öfkesini kasiyer kızdan mı (dişini geçirebildiğinden mi) çıkarıyor?
Ben bundan önce, diğer olasılığı gözden geçirmek istiyorum. "Hakkımı kimseye yedirmem” takıklığına. Bunun yaygın bir takıntı olduğunu her gün gözlemliyorum. Her sabah ve akşam deniz otobüsüne biniyorum. Bu, görece pahalı bir toplu ulaşım aracı, görece eğitimli kişiler tarafından kullanılıyor. Deniz otobüsü daha limana yaklaşırken birçok kişi ayağa fırlıyor. Böylece koltuk aralarındaki koridorlarda yığılmalar oluyor. İskele verildiğinde, önceden ayağa kalkmış olanlar, sonradan ayağa kalkmak isteyenlere pek de fırsat vermiyorlar. Öyle belediye otobüslerindeki gibi aleni bir itişme olmuyor ama öyle usturuplu çalımlar oluyor ki inanılmaz. Öteye bakar gibi yapıp safları sıklaştırmalar, tam koltuk ağzına dikilip sırtını dönerek görmezden gelmeler, çantalarını öne doğru savurup koltuk çıkışlarını sıkıştırmalar, daha neler neler... Sonra bakıyorum, gemiden inmek için o kadar aceleci davrananlar, kapıdan çıkar çıkmaz yavaşlıyorlar. Aceleleri kapıdan çıkana kadar. O zaman anlıyorum ki o coşkun tavırların nedeni "hakkımı kimseye yedirtmem ben” yaklaşımı. Aslında "sıramı kimseye kaptırmam” takıntısını şeyi uçak seyahatlerinde de gözlüyorum, daha başka yerlerde de. "Ben başkasının sırasını ihlal etmem” de bu yaklaşımın doğal eşlikçisi olmalı, değil mi? Nerdeee?? Siz buna bencilik mi dersiniz, başka bir şey mi bilmem, ben hak takıntısı diyorum.

Geçenlerde bir arkadaşımla hafta sonu keyif gezisindeyiz. O direksiyonda ben yan koltukta izlemedeyim. Yolun kenarında ikinci şeritte duraklayarak trafiği aksatan birine söyleniyor önce yüksek perdeden. Çok geçmeden, içerde kahvaltı yapan başka bir arkadaşımızla haberleşmek için bir pastanenin önünde biz duraklıyoruz. Yanımızdan geçen bir araç, yol kenarında ikinci sıra olarak durduğumuz için korna çalıyor. Arkadaşım kızıp, yol mu bitti öteden geçsene diye ona bağırıyor. Arkadaşım dediğimse kazmagillerden falan değil, üniversite mezunu, hak hukuk savunucusudur kendisi. Durum, az öncekiyle aynı durum, desem ki demem, eminim cebinde lafı hazırdır kendini savunmaya.
Her şey saldırı ve savunmaya kurgulu ne de olsa.
Niyedir bu kurgu böyle?
Niye saldırı ve savunma düzeneğinin dolap beygiriyiz böyle?
Niye adil olamıyoruz kendimize bile?

Dönelim marketteki adama. Ne geldi biliyor musunuz aklıma: Bütün marketler, şeker çikolata falan koysalar, kasanın yanına. Kasiyerler, kavga çıkaranlar ve de çıkarması olası olanlara bunları ikram etseler. Niye derseniz; akşamın bu saatinde, yok yere kavganın tek sebebi kan şekerinin düşmesidir bence. Ben de açım, bir an önce eve/mutfağa ulaşmaya çabalıyorum ya oradan aklıma geldi bu olasılık. Çünkü kan şekerinin azalması yani hipoglisemi yok yere kavgacı yapar adamı. Hele erkekler hiç dayanamazlar açlığa. Beylerin şekerlerini yükseltin hanımlar, kavga istemiyorsanız eğer.

Eskiler ne demişler "tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” Biz de atalarımızdan el alalım, acı konuşanları şekerleyelim, tatlandıralım.

Hadi huyu geçici olarak bozulanları böyle tedavi ettik etmesine diyelim, peki huyu bozuklara, özünden bencillere ne edelim? Bu konu çok zor, o yüzden ben size havale ediyorum.

Sahi, insanın insanlaşmasının önünde daha kaç bin yıl vardır, ne dersiniz?
Bir de gerçek insanlar var ya, nadirattan, işte onlar hangi göktaşından kopup bizim evrene düşmüşler dersiniz?

Ocak 2012

GERİ