GERİ

Muayene etmek, şık tık...

Siste Görmeden Gitmek Bugün benim hasta muayene etme günüm değil. Hiçbir hastaya verilmiş randevum yok. Bambaşka işlerim var. Ambulansla kapıma getirilen yaşlı hastayı reddetmem lazım ama edemedim çünkü torpilli. Torpilli çünkü ben bu hastayı tanıyorum. Tanıyorum çünkü onun durumunu aylardır inceliyorum. İnceliyorum ama sonuç yok. Beyinciğinde giderek artan bir erime (doku kaybı) var. Önce “yürümesi dengesizleşti” diye hastaneye getirilmişti, sonra konuşması bozuldu ve her türden beceri kaybı giderek arttı. Bilgilerim kapsamında öngörüm şu: Beyinciğindeki ilerleyici tahribatın nedeni, bedeninin başka bir yerinde başlamış olan bir kanserin dolaylı etkisi. Bu savın kanıtıysa yok. Vücudunu taradım bir kanser odağı bulamadım. Taradım lafının da söylemesi kolay. Bir yığın inceleme yapıldı ve elbette hasta yakınlarına bir yığın külfet yüklendi bu laf kapsamında. Aradan zaman geçti. Hastanın durumu daha da kötüleşti tekrar tarama yaptık yine sonuç alamadık. Şimdi bana ambulansla gelmesinin nedeni artan denge kaybı yüzünden düştüğü için kalça kemiğinin kırılmış ve büyük bir tamirat ameliyatı geçirmiş olması. Bugün benim hasta muayene etme günüm değil diyemediğimden, ona baktım. Baktım de ne oldu. Tekrar düşündüm: Atladığım bir ayrıntı olabilir mi? Taramaları bir kez daha yaptırmalı mıyım? Arayıp arayıp bulamadığımı acaba yeniden aramalı mıyım? Aile zaten perişan, biraz daha yokuş yukarı koşmalarına neden olmanın hastaya bir yararı olur mu? Siste Görmeyen Biziz Görenler Uçuyor

Ailesi Trakya’dan gelirken bana armağanlar getirmiş. Yazdan saklama kavun, ev yapımı şarap ve kabaklı börekle eli kolu dolu gelmişler. Hediye dediğin adamı memnun eder. Bu hediye beni ne eder? Uzun süredir bana gelip gidiyorlar sadece gidişata tanık oluyorum, hiçbir faydam dokunmuyor. Çünkü aslında bu bir “dejeneratif” hastalık. Dejeneratif demek, söz konusu organ çok hızla yaşlanıyor gibi bir şey demek. Dejeneratif demek, durum ilerleyici demek, yıkım giderek çoğalacak demek, tıp niye olduğunu da tedavisini de bilmiyor, demek. Dejeneratif demek, hasta da ben de çaresiziz demek. Hastaya bakıyorum. Güzelim şaraba, kavuna, böreğe bakıyorum. Boğazım düğümleniyor. Bu düğümü, doktorların işi “iki şık şık, bir tık tık” diyenlere göndermek istiyorum...

Bugün benim hasta muayene etme günüm değil. Bambaşka işlerim var. Kapıma şimdi de bir başkası dayanıyor. Bu kez coğrafya farklı, iç egenin bir köyünden bir çoban ile oğlu gelmiş. Çoban baba bana “özellikle getirdiği” oğlunu artık “iyileştirmemi” istiyor. İstanbul’da kalacak yerleri yok. Bu akşam da daha önceden yaptıkları gibi otobüse binip onca yolu geri gidecekler. Habersiz çıkıp geldikleri için onları reddetmem gerekiyor ama edemem çünkü torpilliler. Torpilliler çünkü ben bu delikanlıyı tanıyorum. Tanıyorum çünkü onun durumunu da aylardır inceliyorum. Delikanlı ilk geldiğinde üç yıldır ayaklarım kalkmıyor, diyordu. Babası askere gidene kadar bir şeyi yoktu, sağlam gitti çürük geldi diyordu. Sonuçta, öykü, muayene ve incelemelerden ulaştığım sonuç şu: Askerde belirginleşmiş olabilir ama başlangıcı çok daha eski olan bir sinir sistemi hastalığı yüzünden delikanlının özellikle omuriliği hasarlı. Bu hasar ilerleyici ve nedeni belirsiz. Yani onun hastalığı da “dejeneratif” Yani yaşı ve hastalanan kumanda organı farklı olsa da sonunda evet o da sonunda doğru düzgün yürüyemez, doğru düzgün konuşamaz, hiçbir işi doğru düzgün yapamaz olacak. Yani bu delikanlıya da benden (tıptan) fayda yok. Işıktır Gösteren ve Örten

Çoban baba, gelirken bana koca bir torba dolusu dağlardan topladığı yabani adaçayı bitkisinin dallarını ve eşinin yaptığı tarhanayı getirmiş. Soğuk kış gecelerinde içeyim de içim ısınsın diye getirmiş. Oğlunu iyi edeceğime olan umudunun işaretleri, bana hediye gibi değil bela gibi geliyor. Almasan kabul etmesen olmaz, alsan da atsan hiç ama hiç olmaz. Evine götürsen de dediğini yapsan ne olacak; çorbayı her kaşıkladığında, çayı her yudumladığında bu delikanlının ve babasının yıktığın umutlarını anımsayacaksın. Hediye belası tam da böyle olur işte.

Dün ise benim hasta muayene günümdü. Yüksekte oturanların kararı doğrultusunda, her on dakikada bir, iki hastaya birden (nasıl bir işse artık) randevum vardı. Dönüp kayıtlara baktım, dün ben 57 hasta ve yakını ile görüşmüşüm. Bunların kaçına faydam dokundu bilmem. Bu tempo bana nasıl dokunuyor, onu bilirim. Dertlerini dinlemek ve çözmeye çalışmak bir yana, bir günde bu kadar çok kişi ile sadece hoş sohbet bir görüşme yapsanız bile kafanız (ve de gönlünüz) ne hale gelir, bir düşünün isterim. Bugünlerde sağlık sisteminin reform etiketli dönüşümünü yaşarken, hediye aldım sanıp sevinenlerin, yarını öngöremeyişlerine ben bir şeycikler demeyeyim, siz canınız nasıl isterse öyle şeyler, deyin.

Bugün benim hasta muayene etme günüm değildi.
Ben bugün sadece iki tanecik torpilli hastama baktım, rüşvetlerimi de tastamam aldım.
Ben zaten sadece torpillilere bakarım.
Ben zaten sadece hasta bakarım.
Ben zaten sadece bakarım.
Ben bakarım.
Bana öyle bakmayın, beceriyorsanız aklımdan neler geçiriyorum anlamaya bakın...

4 Ocak 2013

GERİ