GERİ

Çünkü onlar beni…

Anlamları üzerinde çok düşünülmese de, başlıktaki gibi bir içeriği olan cümleler çok sıktır.
Çünkü onlar beni önemsiyorlar. Çünkü onlar beni beğeniyorlar. Çünkü onlar beni seviyorlar.

Böyle cümlelerin başı da oluyor elbette, siz istediğiniz gibi doldurabilirsiniz.

Çünkü bağlacını gizleyerek, sizin yerinize ben bir kaç deneme yapayım:
Ben çok iyi yemek yaparım, yemeklerimi herkes çok beğeniyor. Ben çok sıkı çalışırım, patronlarım benden asla vazgeçmez. Ben çok iyi örgü örerim, yaptıklarıma bayılıyorlar.

Bu cümlelerin bir de şöylesi vardır:
Falanca kişi çok iyidir, beni de çok sever.

Okul yıllarımızdaki gibi yapıp bu cümlelerin ana fikri nedir diye sorsam; kendimizi “onların” terazisinde tarttığımız sonucuna kolayca ulaşırız.

Biz kendimize başkasının gözünden mi bakıyoruz? İyi de bunu niye yapıyoruz?

Sevilmeye, beğenilmeye, onaylanmaya ihtiyacımız var da ondan.

Size dün okuduğum iki kitaptan söz etmek istiyorum. İlkinin adı çok ilginç. “3. Sınıf hamur kâğıda matbaa mürekkebi hayatlar”

Kitabın dizaynı daha da ilginç. Farklı, çarpıcı, etkileyici. Kapağını görür görmez, bir yaratıcı, gerçek bir sanatçı ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Fark sadece biçemde değil. İçerik de ilginç ve çarpıcı. Yaratıcısı, Barbaros Şansal. Benim tanımadığım, zaplarken ekranda sadece birkaç kez gördüğüm, Mayruk kendine terzi dediğine göre ben de terzi çırağıyım, dediğini duyduğum ve bu söylemini beğenmeme rağmen, mimik ve jestlerinden hoşlanmadığım için zaplayıp atladığım biri. Bir arkadaşım hediye etmese farkına bile varmayacağım, ancak görünce görüntüsüne bayıldığımın için hemen açıp okumaya başladığım, bir solukta bitirdiğim bu kitap sayesinde anladım ki iyi eğitimli, çok kültürlü biri Şansal. O cümleyi kurması da birikiminin sonucu. Benden de size armağan olsun bu kitap, mutlaka bulun alın okuyun.

Ne anlatıyor derseniz, olanca çıplaklığıyla kendi hayatını anlatıyor ama satır aralarında. Bir homoseksüelin Türkiye coğrafyasında var olabilme savaşımını aktarıyor ki bilinenlerin dışında birçok şey öğreniyorsunuz. Kitabın görünür öyküsü ise moda üstüne. Moda kavramını, (pek de üzerinde düşünmediğim için olsa gerek) sandığımdan çok daha geniş bir çerçeveye taşıdı Şansal, bu kitabıyla. Sağ olsun, var olsun. Ben bu kitap sayesinde moda üzerine düşündüm.

İkinci kitap da bir armağan. Benim farkına varıp da alacağım bir kitap değil o da. Adı: Paşarazzi.

Anlaşıldığı üzere konusu ünlülerin özel hayatı. Yazarı TwitPaşa mahlasıyla kendini gizleyen bir tweet fenomeni (ymiş) Ben ne tweeter kullanıcısıyım, ne paparazi düşkünüyüm, ne de bu türden yani sabun köpüğü türünden kitaplar okurum. Okuyacağım tuttu. Beğendin mi derseniz, beğenmedim. İsim vermeden ünlülerin dedikodusunu yapan bir kitabı da beğenebilirdim, adam gibi yazılsaydı. Ancak yazar, konuyu sadece kendisinin ünlülerle olan ilişkisini aktarmaya sınırlayınca, konunun tadı tuzu kalmamış. Yazma beceriksizliği de eklenince, okunmaz bir şey olmuş. Olsun ben okudum. Neden derseniz, yazıya giriş yaptığım konu üzerinde düşünmeme yol açtı da ondan.

Birinci kitap yüzünden moda üzerine düşündüm. Moda olana uymak, diğerlerine benzemeye çalışmak değil midir? Diğerlerine benzemeye çalışmak da beğenilmek, sevilmek, onaylanmak için değil midir? Bilerek ya da bilmeyerek hepimizin tabi olduğu moda, bu yüzden hayatımızın bütününü etkilemiyor mu?

İkinci kitabın yazarının saplantısı yüzünden de ünlülere düşkünlük konusunu düşündüm: Ünlü birini gördüm. Ünlü biri beni fark etti. Ünlü biri bana fotoğraf imzaladı, omzuma dokundu, benimle konuştu. Ünlü biriyle kahve içtim, çıktım, yattım, evlendim. Yani ünlü biri ve ben. Yani o ünlü olduğuna göre çok beğeniliyor, o da beni beğensin ya da zaten beğendi bile… Yani onun sayesinde ben…

Beğenilmek, sevilmek, onaylanmak ihtiyaçmış, bildiğimi bu iki kitap sayesinde daha iyi anladım.

Bunun için moda vb yaratılmış onu da anladım.

Anladım anlamasına ama gene de kendini başkasının gözünden tartmaya, pek hak veremedim.

Düşününce, kendini başkasının gözünden tartanların ne kadar çok sayıda olduğunu fark ettim.

Sayısal çokluğu fark etmemle, niteliksel farklılığı da fark etmem de mümkün oldu. TwitPaşa olup bütün ünlülerle tanışmayı, kendini onlara sevdirmeyi hayatının amacı haline getirenle, fanatiği olduğu sanatçının konserinde sinir krizi geçiren yeni yetmeyi aynı kefeye koyamayacağımı fark ettim. Aynı kapsamda, her sabah moda biçim ve renklerde giyinmeden, makyaj yapmadan sokağa çıkmayan, ele güne rezil olmayayım diyerek ev mobilyalarını bile yeni akımlara göre almaya çalışan, yapacağı tatili dergilerde fotoğrafı çıkan, sohbet konusu yapabileceği otellerle şehirlere göre ayarlayan beyaz yakalılarla aynı kefeye koyamayacağım bir başka grubun varlığını fark ettim. Başkasının onayı, aferini olmadan asla ama asla var olamayanları.

Güzelim, değil mi?

Akıllıyım, değil mi?

Çalışkanım, değil mi?

Becerikliyim, değil mi?

Zenginim, değil mi?

Soyluyum, değil mi?

İsteniyorum, değil mi?

Önemseniyorum, değil mi?

Bu sorular, ister açıkça sorulsun, ister kılıfına uydurarak, gizlenerek sorulsun, cevabı nasıl verilmiş olursa olsun, eğer sıkça soruluyorsa, hatta sadece soruluyorsa, asıl cevabı her koşul ve şartta hayırdır. Hayır, değilsin.

Boşuna ısrar edip durma, haaaayırr, öyle değilsin.

Gerçekten güzel olanın, akıllı olanın, çalışkan olanın, becerikli olanın, yani gerçekten öyle olanın, onaya ihtiyacı yoktur. Öyledir. Bunu bilir. Öyle değilsen, onu da bilirsin, öyleymiş gibi olmaya çalışırsın, kandırabildim mi acaba diye de dolaysız ya da dolaylı yoldan, ha bire sorup durursun.

Bunun adı özgüven eksikliğidir. Eski adıyla, aşağılık kompleksidir. Yaşamdaki karşılığı ise böbürlenme ve de mutsuzluktur.

Dönüp etrafınıza bir bakın. En çok da övüngeçlere bakın. Aslında ne kadar da acizler.

Keşke asıl ihtiyaçlarının, başkalarının terazisinin yerine kendi terazilerini koymak olduğunu bilseler.

Keşke biri çıkıp onlara “miş” gibi yapmak yerine “yapmak” fiilinin erdemini öğretse.

Keşke böyle yaşamanın, tamı tamına bir “yalan” olduğunu anlasalar.

O zaman onlar için de onların narsizminin sürekli yaraladığı yakınları için de hayat nasıl kolaylaşır, nasıl da güzelleşirdi.

Yaşamı güzelleştirmek için, kendimizi el gözüyle yargılamamak için, düşünmeye devam.

Yapmaya, en bi selam.


26 Mayıs 2015

Not: “Bencil” olmadan “ben” olmanın formülünü fark etmemi sağlayan biri harika diğeri dandik bu iki kitabı armağan ettiği için Lakme’ye çok teşekkür ederim.

GERİ