GERİ

Paris için dua et

Çok yıllar önceydi. Hiç okula gidememiş ama parlak zekası ile beni hep şaşırtan bir hanım komşumdu. Bir gün benim oruç tutmayışıma tanık olduğunda, hastasın herhalde diye gerekçelendirince, hasta değilim inaçsızım cevabımla dumura uğramıştı. Ama sen iyi bir kadınsın, dinsiz olamazsın, diye direnmişti. Başta hekimliğim nedeniyle, pek çok kere onun yaşamına (elbette olumlu anlamda) dokunmuştum. Beni severdi. Şimdiyse beni anlayamıyordu. Bense, onun beni anlayamayışını, anlıyordum.

Yine yıllar önceydi. Bu kez eğitimli bir kadın, bir nöroloji doktoru, bana ısrarla, sen iyi birisin inançsız olamazsın, hava olsun falan diye öyle söylüyorsun, diyordu. Başı açık ve oldukça modern giyimli biri olduğu için, kendi söylemese tahmin edemezdim, beş vakit namazı çocukluğundan beri bir gün bile aksatmamış. İnançsızlığımı ona kanıtlamak zorundaymışım gibi bastırdıkça bastırıyordu. Sonunda galiba beni anlar gibi oldu. Peki o zaman, içindeki kötülük yapma duygusunu nasıl bastırıyorsun, diye sordu. Şaşkınlıktan dilimi yutacaktım. Senin içinde kötülük yapma duygusu mu var, diye sordum. Sen de yok mu sanki, dedi. Allahtan korkmasam, ben ne kötülükler yaparım, diye de ekledi. Onun ciddi bir psikopatolojisi olduğunu düşündüm. Aynı gün görmediğimi düşündüğü bir anda kasten, yani bilerek isteyerek benim bir eşyamı kırdı. Haklı olduğumu anladım: Hekimdi ama hastaydı. Yıllar içinde bir kişilik bozukluğu olduğundan emin oldum, kişilik bozukluklarının tedavisinin olmadığını ve bu tür kişilik bozukluğu olanların kolaylıkla çevrelerine zarar verebileceklerini bildiğimden, onunla arkadaşlığımı yavaşça bitirdim. O beni anlayamamıştı ama ben onu anlamıştım.

Geçen hafta bir adam tanıdım. Benim seçimim, tercihim olmaksızın, bir arkadaşımın oldu bittisi nedeniyle birlikte beş gün geçirdik. Yurtdışında, aynı araba içinde beş gün boyunca birlikte seyahat ettik. Günde beş vakit namaz kıldığını söylediğinde, gün boyu birlikte olduğumuz için çok şaşırdım. Biriktirip kılıyorum, dedi. Dinini çok iyi bildiğini, bütün dinleri çok iyi bildiğini, zaten bütün dinlerin tümüyle islamiyet olduğunu söyledi. Kürtçe, Arapça ve Farsça bildiğini, kuranı okuyup anlayabildiğini anlattı. Soldan sağa yazıları okuyup yazabiliyor musun, çok zor değil mi bu alfabe, şeklindeki sorumla dalga geçti. Arap alfabesini de latin alfabesini de çok iyi bilirmiş. İngilizce Fransızca ve İspanyolcayı da biliyormuş. Tek tanrılı dinler iki bin yaşında, oysa insanlık yüzbinler yaşında, nasıl olur da din öncesi dönemdeki insanlık ve çok tanrılı din dönemi ve hatta diğer dinlerin hepsi islam olabilir diye sorunca, bunların hepsi yalan dolan dedi. Tek gerçeğin islamiyet olduğunu söyledi. Dünyanın oluşumu üstüne bütün bilimsel verileri reddediyorsun öyleyse deyince inançsız olduğumu anladığını söyledi. Haklısın dedim. Dedim ve o andan sonra anladım hanyayı konyayı. Bana dünyayı yani beş günü zindan etti. Sözünü ettiğim kişi bir hekim. Uzman hekim. Bir cerrah. Kızı yaşındaki metresi ile bu geziye gelmiş. Aklı bir yandan günlük cirosunun kaybında takılı kalmış, burada olduğum her gün iki bin dolar eksideyim diye ha bire yakınıyor. Bir yandan yanında getirdiği kenar mahalle yosmasının doğal olarak ona yüklemeye çalıştığı alışveriş masraflarını ketlemek için ve de hatta bu seyahatteki kendi masraflarının bazılarını çaktırmadan bana ve arkadaşlarıma yüklemek için taktikler geliştiriyor. Bir yandan da ben ve benim gibi olan arkadaşlarımın gününü dar etmek için kumpas üstüne kumpas kuruyor. Yapsam yapsam da bunlara ne kötülük yapsam diye kafa yorup adım adım uyguluyor. Onun bir psikopatolojisi olduğunu düşündüm. Düşününce ve yapıp etiklerine ait bütün gözlemlerimi birleştirince buldum. Ağır bir narsistik kişilik bozukluğu. Kendisinde ayrıca var olan diğer eksen bozuklukları için daha fazla laf edip psikiyatrist arkadaşlarımı kızdırmamadan söyleyeyim, çok ağır bir vakaydı bu adam. Çok kötü bir insandı. Benim bu yaşıma kadar tanık olduğum en kötü insan buydu. En kötüyü tanımak geçen haftaya kısmetmiş. Neyse, umarım yaşam bana daha kötüsüyle tanışma fırsatı vermez.

Size anlattığım her üç tanışıklığımın ortak paydası bana karşı hisleri. Bana iyi ya da kötü davranmaları değil konu. Benim inançsızlığıma karşı gösterdikleri tepkiden söz ediyorum. Üstelik sadece bugünün şartlandırılmış davranışından falan da bahsetmiyorum. Otuz yıla yayılmış üç ayrı kişi ve üç tepki biçimi dünkü Fransa katliamı nedeniyle belleğimden fışkırıverdi.

Benim inançsızlığıma karşı üçünün ortak paydası olan şaşkınlığın altında yatan, sen iyisin öyleyse inançsız olmazsın, şeklindeki yargılarından söz etmek istiyorum.

“Ben dindarım, öyleyse ben iyiyim. Ben iyiyim öyleyse ben ne yaparsam o iyidir”

Bu düz mantık, iyi mi?

Şimdi biraz da siz düşünseniz diyorum. Örneğin din adına yapılan her yanlış iş karşısında takınılan “bir de dindar olacaklar”, “bir de kendilerine Müslüman diyorlar” şeklindeki yargınıza ne demeli?

Yani aslında dindarsa iyidir. Müslümansa yaptığı ettiği iyidir.

Dindar değilse, Müslüman değilse, hele hele inançlı değilse, kötüdür

Ne kadar aynı değil mi?

Bunlar da Müslüman mı derken, hangi değirmene su taşıdığınızın farkında mısınız?

Din ve ahlâkın iki ayrı şey olduğunu, bunların kasten karıştırıldığını bilmem fark edebildiniz mi?

Hala aklınız karışıkşa şu soruya yanıt aramalısınız; hangi dinden bahsettiğimizden bağımsız olarak soruyorum, neden en kötüler, en dindarlardır?

Engizisyon ya da İŞİD, ya da adı ne olursa olsun, din için katliam yapmaya siz ne diyorsunuz?

Din bu değil deyip, Cihat denilen şeyi bilmeyip, bizim dinimizde böyle şeyler yok ki diyenler, benim lafım sizedir: “Cehenneme giden yolu, onlardan çok, sizin iyi niyet taşlarınız döşüyor”

“Paris için dua et” miş.

Adamlar ölüm döşeğindeyken “Paris için dua et”e cevap verdiler: Biz öpüşmek, kahve içmek, şampanya patlatmak, kahkaha atmak yani yaşamak istiyoruz. Paris budur, dua değil, dediler.

Bilmem anlaşıldı mı?

14 Kasım 2015

GERİ