GERİ

Plaj deyip geçmemek lazımmış

Son birkaç yıldır ayda bir kez şehir dışına kaçmayı adet etmiştim. Bir hafta sonu tatilinin öncesine ya da sonrasına bir gün daha ulayıp üç günlük kaçamaklar yapıyordum. Eskiden de iyi gezerdim ama ülkemin epeyce bir yerini de son yıllardaki bu kısa süreli geziler sayesinde gördüm. Gezilecek yerler bitmedi ama benim ülkeme toleransım bitti. Sonrasını biliyorsunuz; altı aydır ülkemden ayrıyım.

Huylu huyundan vaz geçmezmiş. Bu kez benzer kaçamakları kızımla birlikte Amerika’da yapıyoruz. Bu sefer Daytona Beach’e gitmeye karar verdik. Bu seçimin belli bir nedeni yok. Haritadan öylesine seçtik. Yolda kızıma bu isim bana tanıdık geliyor, dedim. Ben birkaç kez andım, o yüzdendir anne, dedi. O yüzden değildi ama nedenini de bilemedim.

Daytona Beach küçük bir şehir. Amerika’nın doğusunda ve epeyce güneyinde. Bizim yaşadığımız şehrin ise 4-5 saat kuzeyinde kalıyor. Ceren direksiyonuyla gidiyoruz. Yol boyu tekrar tekrar aklıma düşüyorsa da Daytona adının bana ne çağrıştırdığını bir türlü anımsayamıyorum.

Şehre geç vakit ulaşıyoruz. Yorulmuşuz. Sabahına gezeceğiz ama dayanamayıp küçük bir gece turuna çıkıyoruz. Sahildeki “dünyanın en ünlü plajı” yazısına dudak büküyoruz. Bu Amerikalılar da her şeyi abartmaya bayılıyor. Dünyada ne plajlar var. Amerika’nın en ünlüsü dese hadi neyse. Florida sahili yukarıdan aşağıya neredeyse bin km uzunluğunda, bitmez tükenmez bir plaj zaten. Aslen kesintisiz plaj ama ayrı ayrı sayıp 600 plaj var diyorlar. Bunların en ünlüleri de elbette Miami’dekiler, Daytona da kim oluyormuş?


Böyle düşünüyorsak da gene de dayanamayıp en ünlü denilen o plaja doğru yollanıyoruz. Önümüzde iki kulübe var. Araç girişleri için ücret gişesi bunlar. Plaja araç mı giriyor? Şaşırmamızın nedeni, gişenin hemen arkasının kum oluşu. Bildiğin plaj işte. Az ötesi de deniz. Anlamıyoruz. Vardır bir hikmeti diyerek gişeyi geçiyor ve anında kuma giriyoruz. Park alanı falan değil, doğrudan kum ve deniz.

Haydaaa. Arabalar için ücret kesen bu gişeler de ne peki? Gişelerin gerisi ise bayağı geniş bir yol. O yolun kenarı otopark da gişeler onun için mi yoksa? Öyle olsa gişeler yolun girişinde olurdu. Yoksa bunlar mobil de gece diye geriye mi çektiler? Ciddi ciddi gidip gişeleri inceliyoruz. Ne kadar saçma bir akıl yürütmeydi bu, elbette değil; kulübeler sabit. Gecenin bir vakti in cin top oynarken yapılan keşif böylece fiyaskoyla sonlanıyor. Ortada bu gişelerin ve yazıların anlamını soracak kimse de yok. Fotoğrafta görülen park etmiş arabalar da yok ki ipucu olsun. Bu işten hiçbir şey anlamamış olarak otelimize yollanıyoruz.

Ceren yorgunluktan hemen sızıyor. Bense uyumadan önce azıcık okumaya niyetliyim. Bu gezi için hiç hazırlık yapmadım. Şehir hakkında azıcık da olsa okumalıyım ki edineceğim bilgiler kapsamında yarının gezme planını yapabileyim. Ne de olsa Ceren kaptan, bense kopilotum.

İlk öğrendiğim, Daytona’nın motorsikletçilerin kabesi olduğu. Yılda en azından iki kez motorcular buraya akın ediyormuş. Belirli tarihlerde burada buluşup, görüşüp, yarışırlarmış.

Sonra öğrendiğimse ilk öğrenmem gereken. Burası aslında otomobilcilerin kabesiymiş. NASCAR denilen bir yarış pistleri var. O pistteki yarışlar çok ünlüymüş. Yılın belli günlerinde buraya otomobil yarışı tutkunları üşüşürmüş. On binlerce yarışçı gelirmiş. Şehir zaten böyle geçiniyormuş. Özel bir mimarisi olan, oval ama yanlardan eğimle yükselen bu pistin fotoğrafları, ünlü yarışçıların hikâyeleri falan filan derken hiç de ilgim olmayan bir konuda bayağı bir şeyler öğreniyorum. Hörbi diye bildiğimiz hani o cici vosvosun yarıştığı pist de işte burasıymış. Bu pisti gezdiren turlar bile varmış. Yarın bunlardan birine katılıp ünlü pisti de görsek mi acaba?

Derken, yeniden bir haydaaa daha: Burası meğerse orasıymış. Burası plajında otomobil yarışları yapılan yermiş. Dünyanın en ünlü plajı olma hikâyesi oradan geliyormuş. Dudak büktüğümüz o plajın otomobil yarıştırılan bölümü 37 km uzunluğundaymış. Zemin sağlam olduğu için batmayan plaj kumunda yüzyılı aşkın süredir otomobil kamyon vb yarışları yapılıyormuş. Meşhur otomobilci Ford beyefendi de arkadaşlarıyla buraya gelip kumlarda yarışırmış. O gördüğümüz giriş, sahiden plaja otomobiller girsin diyeymiş.

Jeton ancak o zaman düşüyor bende. Daytona adının neden çağrışım yaptığını anımsayıveriyorum. Ne motor ne de otomobil yarışlarına en ufak ilgim var ama bir film seyretmiştim. Avustralyalı eski bir otomobil yarışçısının hikâyesiydi. Adam gençliğinde gözü kara bir yarışçıymış. Girdiği bütün yarışları kazanmış. Şimdi yaşlı ve parasız. Eski havası çoktan kaçmış. Ancak aklı bir türlü fırsat bulup katılamadığı dünyanın en prestijli yarışmasında kalmış. Ölmeden önce Amerika’ya gidip o yarışı kazanmak istiyor…

O film, baştan sona adamın Daytona’da yarışma hayalinin hikâyesiydi. Daytona’nın adı bu filmden aklımda kalmış. Adam, Amerika feribotuna bilet alacak parayı da zar zor denkleştirerek, tamir ettiği antika arabasıyla, sonunda okyanusu aşıp öteki kıtadaki o yarışa gidebildi. Adamın giysileri, arabası ve hali tavrı ile başlangıçta epeyce dalga konusu olduğu ama sanırım sonunda her şeye rağmen kazandığı, kumların üstünde yapılan o yarışı filmde izledim. İzledim ama işin aslını bilmediğim için Daytona’yı ABD ortalarında bir yer, kumları da Arizona çölü falan gibi algılamışım. Sahil şehrinde, üstelik de plajda yarıştıklarını hiç anlamamışım. Anlamamışım ama beynim ilginç bulmuş ki kayda almış. Kumda yarıştıklarını net bir şekilde anımsıyorum. O filmi gördüğüm, kumları da fark ettiğim halde, bu geziyi yapmadan önce biri bana plajda otomobil yarışı lafı etse, öyle şey mi olurmuş, derdim.

Bilmeden görmek, görmek değilmiş.

Ben bu filmi en aşağı on yıl önce izlemişimdir. Adını bile anımsamıyorum. Beynin gücüne bakar mısınız, Daytona adını kaydetmiş, gerekince buldu çıkardı, önüme koydu.

Bunları düşünürken beynimin bulduğu bir de o filmin neden çekilmiş olduğuydu. Küçücük bir şehir, sadece yarışçılar sayesinde yaşıyorsa, bütün motor ve araba yarışçılarının hayali, bir gün bu şehre gelmek olarak şekillendiriliyorsa, o şehri böyle marka yapanların becerisine gel de şapka çıkarma şimdi. Benim gibi konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, üstelik dünyanın öbür ucunda yaşayan bir kadının beynine bile erişebilen reklamcılara, helal olsun deme de geç şimdi. İzlediğim o macera filmi, sevimli vosvoslu öteki aile filmi ve kim bilir daha ne gibi filmler çevirerek şehrin bugününü hazırlamışlar …

Bu gezi benim için gene kendi beynimi keşfetme gezisi oldu. Bir de kapitalizmi elbette.

Amerika kıtasının asıl halklarının kurduğu, çepeçevre kale duvarları ile korunan ilk şehirlerinden biri buradaymış. Çizimlerini gördüm sadece. Kıtaya ilk ayak bastıkları lokalizasyonlar buraları olunca, malum istilacılar her şeyi silip süpürmüşler; antik şehrin izi bile kalmamış.

Üstünden asırlar geçince, istila biçimleri de evrimleşti elbette. Benim çağrışımlarım da gevşeyiverdi gene. Yarışma tutkusu, kazanma hırsı, otomobil, benzin, petrol, işgal, yıkım falan derken gitti gene gidebildiği yere kadar.

Nereye kadar olacak, ülkeme kadar.

15 Mayıs 2017

GERİ