Janbek Prag'da
Prag'da geziyorum. Gönlüm her şeyi unutmak ve en çok zevk aldığım şeye, gezmeye odaklanmak istiyor. Ama bir yanım izin vermiyor ki. Tam unuttum derken aklımın bir yanı kaçıp Janbek'in yanına gidiyor.(Janbek benim yeğenimdir. Bilen bilir, bazı özel nedenlerden benim için çok özeldir.)
Eski şehirde, sokak pazarında tezgahları inceliyorum. Boy boy çeşit çeşit kuklalar. Bu şehir, kuklaların ve kristalin şehri. Zaten masal şehir görüntüsünü oluşturan, eski mi eski stildeki binaların yaygınlığı kadar, bu iç yaşantının biçimi, bu ayrıntılardaki hülyalı dokundurmalar, bu puslu ışıltılar değil mi?
Karel köprüsünün üzerinde o antika çalgıyı çalan adam ne demişti;
"Eskiden insanlar hep şarkı söylerlerdi. Şimdi unuttular"
Eskiden insanlar şarkı söylerlerdi.
Yandaki tezgaha ilerliyorum kararsız adımlarla, onu geri döneceğimden emin bir yüz ifadesi ile arkamda bırakarak. Geri dönmek ve istediği parayı vermek istiyorum. Para umurumda değil ki; Janbek bayılacak. Önemli olan onu sevindirmek. Ama bu satıcı velede yenilmiş olmayı göze alamıyorum. Dönersem zafer kazanmış olacak. Ben döneceğini biliyordum diyecek içinden. Turist böyle kazıklanır koçum diye anlatacak akşam birayı çekerken arkadaşına. Ben salak turistlerden değilim. Ben elini gördüm oğlum. Bak dönmüyorum. Nasılsa bir başka tezgahta daha vardır, bulur alırım.İki katını da istese alırım. Oğlum çok sevinir.
Tezgahlar bitti. Başka yerde yok. Geri dönmeliyim. İlk adımı atsam döneceğim ama atamıyorum.
Tamam köşede bir bakkal var. Vitrininde içki şişeleri gördüm. Girip şuradan biraz içki alayım. Halk ne içiyorsa ondan. Havaalanından satın alınca da kendimi aptal turist gibi hissediyorum. Ama bir yığın içki var burada. Çeşit çeşit şaraplar likörler biralar. Bir tek bildiğim şu baharatlı likörleri meşhurmuş; Becherovka. Diğerleri hakkında en ufak bir fikrim yok ki. Şimdi nasıl seçeceğim.
Satıcı da bana pek ilgi göstermiyor. Olağan müşterileri çabuk çabuk istediklerini alıp çıkarken, ortalıkta dolaşıp habire sorup duran bir yabancıdan, hiç hoşlanmadı. Burada turist değil işgalci pozisyonundayım. Boş ver, çıkıp gideyim. Hava alanında alası vardır.
Yok yok olmaz şu kızın tafrasını söndürmem lazım. Kendimi aşağılanmış hissediyorum. En pahalı şaraplarından alıyorum. Likörden de iki üç tane. Ödüyorum parasını, rahatlıyorum. Haspada en ufak bir değişme yok oysa. Aldı parayı attı kasaya. Aynı hız diğer müşterilerle ilgileniyor.
Yediğim nanelerin hesabını çok geçmeden anlıyorum. Yürüdükçe elimdeki içki şişeleri ağırlaştı. Ne derdime bunları elimde taşıyorum şimdi. Havaalanında alıp rahat rahat uçağa koymak varken. Ekonomi mi yaptım, haaa haa. Üç kuruş için bu eziyet çekilir mi. Hem sonradan havaalanında gördüm, hepsi daha ucuzdu. Sanki ilk kez yurtdışına çıkıyorum. Sanki gümrüksüz fiyat uygulamasını bilmiyorum.
Sanki, sanki... Eeeh yaptım işte. Dırlanmanın faydası yok şimdi, taşı dur salakçığım.
Ama asıl öfkem ona değil. Dükkanda dikkatim dağıldı. Traktör için geri dönmemiş oldum. Artık epeyce de uzaktayım. Üstelik yürümem gereken epeyce bir yol daha var. Kalan vakit ise ucucuna. Otelden havaalanına gidecek servis otobüsüne yetişmeliyim. Boş ver, otobüs gitsin, ben taksiyle giderim falan diyemem. Beni konuk eden firma otobüsü bekletir çünkü. Üstelik diğer konuklar, yani meslektaşlarım da beklemiş olurlar böylece.
Tam vaktinde orada olmalıyım. Umarım yol üzerinde bir oyuncakçı görürüm. Buranın orijinal oyuncağıdır bu canım, her yerde vardır. Bulurum yol boyu bir yerde elbet.
Gözlerim radar gibi fırıl fırıl, geçtiğim caddelerin her iki yanındaki vitrinleri tarıyor. Ama nafile. Ne traktör ne de tenekeden başka bir oyuncak. Her yerde tahta kuklalar ve kristal ve kesme camdan bilumum ışıltılar.
Son dakika, otobüsteyim. Şeyimden ter damlıyor. Ayağımın yan tarafından oluk oluk ter akar benim sıcakta da, onu demek istedim. Hem içki şişelerim, hem koşuşturmam, hem de beklenmedik pırıl pırıl Prag güneşi, pestilimi çıkardı. Otobüsün koltuğuna oturmadım da yayıldım. Yeni alınmış teflon tavaya kırılan yumurta gibi yayıldım.
Ama az sonra o yaygınlıkta hızla pişen yumurtanın akı gibi kasıldım; Almalıydım şu traktörü. Biliyor da velet Prag'a geldiğimi. Bana ne getirdin deyince ne diyeceğim şimdi.
Ne hava alanında doğru dürüst bir şey buldum alacak, ne Türkiye'ye döndükten sonra. Ne de o sormayı ihmal etti ne hediye getirdiğimi.
Ne uçakta seyahat ederken çıktı aklımdan vitese takılan traktör, ne üstünden aylar geçtikten sonra, arkasına takılan daha önce hiç görmediğim, çocuk anlattıysa da ne işe yaradığını anlayamadığım, orijinal aksesuarları.
Ben aptal bir turistim.
Ben aptal bir kadınım. Kızıyorum kendime; 40 yılın öğrettiklerini hayatıma uyarlamakta hala beceriksizlik gösteriyorum diye.
Şimdi durup derin bir nefes almalıyım
Mart 2003 |