GERİ

Tam Taksim

Tam Taksim meydanına bakan büyük otelin bilmem kaçıncı katında, tam Taksim meydanına bakan kocaman camlarının ardında, bir dizi insan görüyorum, bazı bazı tam oradan geçerken ve kızmasınlar ama çok gülüyorum onlara. Sıralanıyorlar dizi dizi camın ardına, tepeden bakarak Taksim meydanına, koşuyor veya yürüyorlar camın ardında. Güya. Güya diyorum, çünkü onlar koşuyor ya da yürüyor "gibi" yapıyorlar, bence.

Yürümek istiyorsanız inin aşağı, meydanı arşınlayın kardeşim. Kesmedi mi? Sallanın şöyle Gümüşsuyu'ndan aşağıya, ... güzelim parkın merdivenlerini arşınlayın, yaprakların hışırtısı çiçeklerin kokusu ile inin deniz kenarına. Dolmabahçe'de dünyanın en güzel manzarası ile doldurun göz bebeklerinizi. Yetmedi mi? Dönün sağa, dünyanın en güzel bulvarlarından birinde seyirtin bir dem. Geçerken Dolmabahçe sarayının görkemli kapısında nöbet duran Mehmet'lere çakın bir selam, uzanın oradan Beşiktaş'a. Yetmedi mi? Binin Beşiktaş'tan Üsküdar motoruna, seyreyleyin gözüm boğazın sularını ve kıyılarını, doya doya. Yetti mi? Yetmezse daha Salacak kıyıları var, boğazın boylu boyunca bütün köylerinin kıyıları var.

Bu istikameti beğenmedinizse Dolmabahçe'den sapın sağa, Fındıklı, Karaköy kıyıları var. Eminönü'ne uzanan köprüden boğaz ve halicin beraber seyrinin doyulmaz keyfi var. Beğenmediniz mi bu yöneltiyi? Vurun Sarayburnu'ndan Sultanahmet'e doğru, seyredin karşı yakayı. Üsküdar- Kadıköy-Adalar siluetinde yutun bütün Marmara'yı.

Deniz istemiyorsanız, (o da nasıl bir şeyse artık) Sirkeci'den yukarı Babıali yokuşuna tırmanın usul usul. Köhne ama sanat harikası eski devrin muhteşem binaları ile doldurun isterseniz yüreğinizin soğuyan köşelerini.

Say say bitmez. Daha yürünecek ne güzel kıyılar, izlenecek ne güzel doğrultular, keşfedilecek ne saklı köşeler var şu İstanbul'da.

Taksim'desin güzel kardeşim. Fark etsene durumu. Dünyanın merkezi burası. Her türlü güzelliğin kalbindesin. Bir yanın Beyoğlu mesela. Şalvarlısından karaçarşaflısına, hızmalısından dövmelisine. Açanından saçanına. Bakanından yalananına. Göstereninden veremeyenine. Satanından alamayanına. Beyoğlu cümbüşüne dalsana mesela.

Yoksa sen de tinerci korkusuna takıntılananlardan mısın?

Sırf Gümüşsuyu ve Beyoğlu da değil ki bu canına taptığımın Taksim'i. Öte yanın Maçka Şişli Nişantaşı mı desem, Elmadağ mı Haliç mi desem, Cihangir mi Kabataş mı desem? Saymakla da yazmakla da bitmez canım kardeşim.

Yürüyeceksen in aşağıda yürü kardeşim. Bir yürü yollarında şu şehrin. Kokularını kat ciğerine. Renklerini tıkıştır gözlerine. Işığında boğul bu şehrin be kardeşim.

Tıkma kendini fanusun içine kaardeşim.

Bak ve gör: Yaşam aşağıda akıp gidiyor. Sen seyreyliyemiyorsun bile. Takmışsın bir tek kafanı göbeğine. Sen, camın ardında yürüme taklidinde, törpüle ha bire göbeğin sanıp ömrünü. Bir de üstüne para ver o fanusa gireceğim diye.

Kızma canım kardeşim, gülerim ben senin gibisine.

Köpeğini her gün bir saat yürüyüşe çıkaranlara da gülüyorum ben, haberleri ola.

Soruyorum, kendini yürüyüşe çıkarıyor musun, diye? Çıkarmıyorlar zira.

Yapmışız dört duvar, tıkmışız bedenimizi içine. Aman tepemde bir çatı olsun, demişiz. Eyvallah. Sonra bir köşeciğine koymuşuz bir camlı teneke kutu, çöreklenmişiz karşısına. Uyuşmuşuz. Uyuşmuş hem bedenimiz hem yüreğimiz. Havlamasa köpeğimiz, çıkacağımız yok kozamızdan. Hayvanı, ihtiyacı giderilsin, diye çıkıyoruz günde bir kere dışarıya.

Peki bizim ihtiyacımız yok mu açığa? Niye ömür boyu mahkumiyet bu kapalıya. İster sıvası dökülsün bakımsızlıktan, ister altın varaklı tablolar kaplasın dört bir yanını gösterişten, etrafımızı çevreliyorsa duvarlar, bilin ki mapusuz içinde. Hapsetmişsiniz kendi kendimizi. Açın kapıları, çıkın dışarı, türdeşlerim. Köpeklerden daha kıymetlisiniz benim gözümde. Çürümektesiniz, bedeninize gün ışığı girmedikçe.

Çürür etiniz, kemiğiniz, dört duvarın içinde. Seyrettikçe yaşamı camın ardından, yaşam çeker gider ötelere, kalırsınız dışında.

Bir de şu otomobillerimiz. Beton dört duvardan çıkar çıkmaz, içine sığındığımız tenekeden dört duvarımız.( Şehir hatları vapurlarının yerine geçirmeye çalıştıkları şu konserve kutularına, hani her şey bir yana, yılın bilmem kaç günü şehri vuran lodosda nasıl hopladıklarını ve yolcuların mide içeriklerini nasıl dışa saçtıklarını bile hesaba katmadıkları o katamaran mıdır nedir, deniz otobüsü dedikleri şeylere paralarımızı gömdükleri için, bu şehrin yöneticilerine de okkalı bir gönderme yapayım izninizle, bu arada)

İşte bence böyle: İster adına "kondu" diyelim ister "rezidensiya", ister adına "halk otobüsü" diyelim ister "şeroke", ister içinde yayla gibi geniş yayılalım, ister tıkışalım, konfor katsayısı çok fark etse de içine tıkıldığımız şeyin, özü hiiiiç ama hiç fark etmez. Hepsi hem biraz zorunlu, hem biraz gönüllü; birer hapishane.

İşte benim de demek istediğim şu ki; açalım kapıları, çıkaralım kendimizi dışarıya. Azaltalım hapishane de geçen süreyi. Hava yağıyormuş esiyormuş, sıcakmış soğukmuş, bahane etmeyelim. Biz daha az doğa yaratığı değiliz köpeğimizden. Doğanın değişkenliğine uyum sağlayabilecek aklımız ve giysilerimiz var üstelik de.

Dışarı çıkalım her fırsatta. Dışarı çıkalım her dem.

Dışarı çıkalım, fırsat filan beklemeden.

Vaz geçin cam ardı dikizciliğinizden.

Yoksa, tam Taksim meydanında dikilip, burnumu yukarı dikip, gülerim ben işte böyle size.

Ben göre geze, ezerken hayatı, siz hayatın dışında kalmayı, steril yaşamayı seçmişseniz, yani gezememeyi seçmişseniz, eee, gülersem gülerim ben de size.

Gezememeyi seçmemiş ama hiç hak etmedikleri halde ona mahkum edilmiş kişiler ise, bilin ki gülmüyorlar bile size. Bir bilseydiniz onların akıllarından neler geçirdiklerini sizin hakkınızda, yürekleri neler görüyor size baktıklarında, değişirdi belki bakışınız kendinize.

Umut işte benimki de…

2008

GERİ