GERİ

Tekil çokluk, korkusuz topluluk mu olurmuş?

Dalgın, dağınık, bulanık ve şaşkınım. Anlamaya çalışıyorsam da görgüm yetmiyor; kavrayamıyorum.

Sesler benim sağır kulaklarıma kadar ulaşınca fark ettim saatin gene dokuz olduğunu. Kapıya çıktım. Güzel, sevimli hem de çok güler yüzlü bir genç kız ile delikanlı, ayaklarında pofuduk ev terklikleri, ellerinde müzik aletleri, tek başına ikisi, kapı kapı gezerek, coşturuyorlar mahallelerini. Ramazan davulcularının modern versiyonu gibi. Değil sokağı, gökyüzünü bile dolduran kepçeler tavalar, ıslıklar, ışıklar, bildiğiniz gibi...

Hazır dışarı çıkmışken, lütfettiler de bendeniz kendileri, bir aşağı sokağa da bakıvereyim dedim öylesi: Bir delikanlı, taşımış baterisini balkon masasına, açmış10.yıl marşını sonuna kadar, tek kişilik orkestrasıyla ver yansın ediyor; Kadıköy’ün çarşısını inletiyor. Yoldan geçenler alkışlıyor, diğer apartmanların balkonları dopdolu, herkes tempo tutuyor.

Biraz da öte yana bakayım bari diyorum. Moda caddesinde bir manav hanım, almış bir tas eline, kendi dükkânının kepenklerine vuruyor, ahenkle. İlgisi yok gibi çevreyle, kendi kendine...

Bahariye’ye doğru çıkıyorum, motosikletli biri, Türk bayrağı sallayarak turluyor, bir başına. Bir dükkânın önüne masa atmış geçkince birkaç kişi yiyip içiyorlar; gündemleri belli, zaten bu günlerde kimi/kimleri duysam, gündemleri besbelli.

Çok gençlerden oluşan bir grup, köşe başında durmuş slogan atıyor. Sarmaş dolaş bir çift, yanlarından geçerken onlara katılıyor ama durmadan devam ediyorlar, bana yaklaştıklarında fark ediyorum ki birer düdüğü emzik gibi boyunlarına asmışlar. Koca caddenin kısmen sakin bölümlerine geldiklerinde düdüklerini çalıyorlar, bayram eğlencesine katılır gibi, birbirlerini okşayarak yürüyor, mesut mutlu geçip gidiyorlar.

Düştük bir kez yollara artık durmak olmaz: Bağdat caddesinden yürüyerek gelenlerle Söğütlü çeşme’de karşılaşıyorum. Bu beceriksiz Söğütlüçeşme cami duvarı fotoğrafını işte orada, karşı kaldırımdan ve karanlıkta çekiyorum. Gelenlerle birlikte geriye Altıyol’a doğru yürürken dikizlediğim yürüyüşçüler sayesinde, eylemcilerin her birinin “bir başka” olduğunu fark etmeyi sürdürüyorum. Boğanın önüne tezgâh kurmuş satıcıdan kalpaklı Atatürk fotoğraflı bir penye satın alıp oracıkta giyiyor, epey yaş almış bir teyze ve tek başına devam ediyor yürümeye. Gencecik bir kızın kocaman bir gebe olduğunu penyesinin önünde “hadi artık git, seni istemiyoruz” yazısını okurken fark ediyorum.

Çoook kalabalık ve çoook ses çıkaran bu yürüyüşlere ilgi göstermeden, ters istikamette kaldırımdan bu yana doğru gelen bir adamın yakasında “çapulcuyum” yazıyor.

İşin en ilginci nedir biliyor musunuz?

Günlerdir sadece Taksim’de ve Kadıköy’de değil, orada burada, her yere gördüğüm bütün eylemcilerin bir tanesinin bile yüzü asık değil. Sanırsın ki herkesin keyfi yerinde.

Biz, bu işler, çok ciddi işler, diye bilirdik.

Örgütsüz güç, güç değildir, diye bellediydik.

Bu “en bireysel toplumsal eylem” karşısında ezberimiz bozuldu.

Sağır kulaklar duyarmış, kör sanılan gözler açık, uyuşuk denilen beyinler ayıkmış...

Unutmuşuz; dolmuşsa, koca fıçıyı tek bir damla taşırırmış.

Not: Zaten herkesin malumu olanı ilan etmenin gereksizliğini söyleyen bir deyimimiz vardır, bilirsiniz. Tam olarak nasıldı anımsayamadım. İçeriğini de tam özümseyememişim ki bu yazıyı yazdım. Eee, ne de olsa anayasayı bir kez bozmakla bir şey olmuyor; devam edeyim:
Herkes bu direnişin liderini arar bulamazken bendeniz bunu da keşfettim ve bildirdiydim. İzninizle, bu keşfimi de ilave edeyim:
“İş çıkışı Bakırköy deniz otobüsüne doğru aceleyle gidiyordum. Önümde yeni yetme bir kızla annesi vardı. Benim gibi gemiye yetişmeye çalışıyorlardı. Minicikgençkızı sadece arkasından görebildim. Çok istedim ama fotoğrafını da çekemedim. Saçına kocaman bir kırmızı gül takmıştı. Minicik bir şort ve atlet giymişti. Tazecik bedeniyle duru bir su gibiydi. Ama dikkatimi çekmesinin nedeni, incecik bembeyaz kollarının ve bacaklarının kocaman simsiyah harflerle boydan boya boyanmış olmasıydı. Sol kolunda HERYER, sağ kolunda TAKSİM, sol bacağında HERYERDE, sağ bacağında DİRENİŞ yazıyordu. Anası da yanındaydı. Bakırköy’den Kadıköy'e geçtiğine göre, kim bilir daha nerelerde "bu görüntüsünü" gezdirmişti. "Çok zeki bir doktor olduğumdan" ben onu derhal teşhis ettim: Direnişin lideri oydu.

6 Haziran 2013

GERİ