GERİ

Titizlik temizlik değildir, bir hastalıktır.


İki yazı önce, “ellerimiz pis, daha iyi temizlemeliyiz” diye başlamıştık, ikincisi ile kısmen değindiğimiz titizlik konusuna bu üçüncü yazı ile biraz daha odaklanıyor, kanka oldukları zannedilen temizlik ile titizliğin arasını açmaya çalışıyoruz. Çaktırmıyoruz ama temizlik pislik laflarıyla, sağlıktan ve hastalıktan konuşuyoruz.

Temizlik ve titizlik aynı şey gibi görünse de bambaşka ve hatta karşıt şeylerdir. Ellerimizle başladık oradan devamla ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım: Ellerimizin (elbette bütün cildimizin ve ağızdan makata barsak sistemimizin her yerinin üzeri silme mikrop kaplıdır. Bu durum gerekli ve de yararlıdır.

Eğer mümkün olsa da, bedenimizi mesken tutmuş bu mikropları tümden yok etsek, dışarıdaki her (zararlı) şey, çat kapı içimize girer ki bu da yaşamla bağdaşmaz, bu bir, yerlilerimiz gidince yerlerine yabancı mikroplar gelip yerleşir ve bize amansız zarar verirler, bu da iki. Bu nedenlerle, bedenimizin böyle mikroplarla sıvalı olması zorunludur, o sıvayı sökmek de zararlıdır.

Aşırı temizlik, cildimizin mikrobik örtüsünü sökerek bize zarar verir. Abartılı temizlik yani gündelik dildeki adıyla titizlik bedenimiz için tehlikelidir. Aslında günde bin kez el yıkayanlar, ellerini çamaşır suyuna bandırmaya kadar işin ucunu kaçıranlar, evleri bal yök yala olanlar, aslen temizlik hastalarıdır. Bu durum bir “obsesyon: takıntı” türüdür. Titizlik genetik geçişli bir hastalıktır. İlk yazıda anlattığım, kızımın düz çarşaf takıntısı ile bu aynı hastalıktır. Bu hastalık, aşırı düzen düşkünlüğü, sıralı şeyler yapma dürtüselliği gibi başka bazı takıntıları da içerir. Toplum bunun bir hastalık olduğunu pek bilmez. Bu yüzden titizlik destek görür, aferin aldıkça da pekişir, yerleşir, hastalığın boyutu derinleşir. Burada anlatmayacağım ama titizler, temiz görünür ama aslında pek de pistir. Neyse, bu takıntı hastalığının türlü çeşitli suratını anlatmak bir başka yazıya kalsın. Bizim şimdiki konumuz olan aşırı temizliğin bedenimiz için pislikten beter zararlı oluşunu anlatmaya çalışayım

Ellerimizin, cildimizin ve barsak sistemimizin (barsak sistemimiz tam olarak içimiz sayılmaz) söz ettiğim olağan mikrop sıvağına tıp dilinde “flora” denir. Arazilerimizin doğal bitki örtüsüyle kaplı olmasının doğal olması gibi, bizim de floramızın olması yani mikroplarla kaplanmış olmamız doğaldır. Bu mikrobik örtü, gereklidir, hatta zorunludur. Kişiye özeldir. Floramızın yani doğal mikrop örtümüzün yok edilmesi de doğal olarak zararlıdır. Mikroptan korkup aşırı temizlik yapmak da hatadır, mikroplardan hiç korkmayıp başkasının florasını kendine taşımak da hatadır. Benim mikrop örtüm bana zararsızken sana zarar verebilir. Yoksa niye ayrı bardak çatal kaşık, niye ayrı havlu tarak, niye ayrı diş fırçası kullanıyoruz ki. “Ben seni çok severim, senden iğrenmem, bulaşıcı hastalığın mı var ki” diyerek kişisel bakım ürünlerimizi kullananlar, bardağımızdaki suyu üleşmeyi sevgi gösterisi sananlar çok sevgili, ama cahil dostlarımızdır. Ancak, anne çocuk ilişkisinde, aynı evde yaşayan eşlerde falan bu türden paylaşmalar süreklileştiğinden, zamanla beden (ağız içi) floraları da ortak hale geldiğinden pek sorun çıkmaz. Onun dışında, başka birinin florası ile karşılaşmak, turist ishali denilen şeyde olduğu gibi, canımıza okuyabilir. Başka yerler ve başka kişiler söz konusu olduğunda temizlik kuralları öne geçer, geçmelidir. Hijyen denilen şey budur. Kişisel mikrop alanlarımızı ayrı tutmak, çatıştırmamaktır.

Yıka(n)dığımızda, bu mikrobik örtümüz azalsa da yok olmaz yani pek bozulmaz. Bahçenizdeki çimenlerin (dikkat ekilmiş çim değil, doğal çimen) süpürülünce yok olmaması gibi. Yıka(n)mak, kendi örtümüzü yok etmek için değil ilaveleri yok etmek içindir. Çünkü bu floramıza (en çok da ellerimizdekine) gün boyunca bir yığın başka mikroplar eklenir. En çok ellerimiz pistir çünkü en çok ellerimiz her şeye değmektedir. Ellediğimiz her şeyden, tuttuğumuz paralardan, kullandığımız araçlarından, dokunduğumuz diğer insanlarından, her yerden çeşit çeşit mikroplar gelir, doğal tabakanın üzerine eklenirler. Aslında bu da doğaldır. Çimenlerinizi düşünün, komşu halısını silkeler, ağaç yaprağını düşürür, kedi çişini köpek dışkısını ekler, çimenin üstü bin bir şeyle dolar. Olmasın deseniz de olur, bu da doğaldır. Sonra bir de rüzgar esti diyelim, bunların bazısı uçuşup giderken, gidenlerden çok yenileri gelir eklenir ama rüzgar esti diye alttaki asıl çimen sökülüp gitmez. Elinizi şöyle bir yıkadığınızda, çimenlerinizi üflemiş gibi olursunuz, eğer ellerinizi sabunlarsanız çimenlerinizi süpürmüş gibi olursunuz, üç beş kere ova ova yıkadığınızda ise, çimenleri tırmıklamış, kazımış gibi olursunuz. Günde on bin kere ovalayıp sabunladığınızda ise ellerinizde çimen (flora) falan kalmaz. Çimensiz toprak kurur çatlar, yarılır, harap olur. Titizlik hastalarının ellerini görmüş müydünüz? Kurak toprak gibi kolayca hastalanırlar. Kızarmış, şişmiş, yara bere içindedirler. Titizlik sağlığa zararlıdır. Bazıları doğal çayırı çimeni yoldurup, İngiliz çimi ektirirler de bilirsiniz çim kimi yerde coşar kimi yerde ise hiç çıkamaz, bu yüzden kırlar bayırlar yemyeşilken, daha çok bakılmaya çalışılan yazlıkçı bahçeleri nadiren güzel, çoğunlukla güdük olur. Buna benzer şekilde, titiz kişiler yıkaya yıkaya çoraklaştırdıkları ellerini bin bir çeşit krem sürerek korumaya çalışsalar da nadiren korumayı başarırlar. Zaten kimse bile isteye titiz olmaz ama bunun bir hastalık olduğunu bilinirse iflah olma şansı olur. Titizlik genetik olarak geçen yani ailesel geçişli bir hastalıktır. Hijyen takıntısı kişiye yarar yerine zarar verir.

Kırların diz boyu yeşili, bahçelerin yamalı çimleri örneği gibi, çingenelerin pek su sabun bilmeyen yaşamları ile çok bilmişlerin ev hapsindeki bebelerinin bitmeyen gripleri ve astım krizleri örneğinde olduğu gibi, “flora konusu” üzerinde uzun uzadıya konuşmamızı gerektirir. Sonraya ertelediğimiz sohbet konularımızdan biri de bu olsun diyerek bunu da şimdilik geçelim

Titizlik iyi bir şey değildir diyoruz ama pislik de elbette iyi bir şey değildir. Pis insanlar el yıkamayı bilmezler. Pis elleri ile dokundukları her yeri kirlettikleri için kendi sağlıkları için olduğundan da daha çok etraflarının sağlığı için zararlıdırlar. El yıkama işi normal koşullarda üst tabaka mikrobu gidermek için yapılmalıdır. Hani çimenlerimizin üstüne yığılan yaprakları ve diğer ıvır zıvırı süpürüp, çimene dokunmadan bahçemizi temizlememiz gibi. Ancak, olağan dışı koşullarda, örneğin bir şehirde yaşıyorsak, gün boyu sokakta dolaştık, metronun demir direklerine tutunduk, hastaneye gidip bekleme koltuğunu elledik, umumi tuvaletin musluğuna dokunduksa falan, ellerimizi iyice yıkamayı hak ediyoruz. Tıpkı, metruklaşan bahçemizi daha güzel bitkiler yetişsin diye kazıyıp, geçici bir zaman için çıplaklaştırmamız gibi. Gerektiğinde ellerimizi sıkıca temizlemeliyiz. Çingene değilsek, çingeneler gibi yaşamaya özenmemeliyiz, aksini yaşamımızla öderiz.

Temizlik, pislik ve titizlik konuları iç içe geçmiş, oldukça çetrefil konulardır. Benim yaptığımı yapıp, iki üç yazıdır sürdürdüğüm söylemle, sağlıkçıların elleri “pis” hastaneler “mikrop yuvası” reçetesiz antibiyotik kullanan halk “cahil” demek işin kolayıdır. Zor olan cuvaldız hikayesidir. Şimdi size soruyorum, çişini yaptıktan yani şeyini tutuktan sonra, tuvaletten elini yıkayarak çıkan kaç erkek tanıyorsunuz? Onun şeyinin florasının az sonra el sıkıştığınızda sizin elinizle komşuculuğundan hoşnut musunuz? Etinizi hazırlayan kasabın ya da restorandaki aşçının tuvalet ve el yıkama alışkanlıklarından emin misiniz ya da fırıncınızın size eldivenle servis yaparken aynı eldivenlerle para alıp vermesine en diyorsunuz?

Ele çamur atmak kolay da; siz, bir şey yemek için tam ağzınıza uzandığınızda, elimi en son ne zaman yıkamıştım, diye kendinize sormuşluğunuz var mı?
Ele çamur atmak kolay da; ben, bu sorularla obsesyon: takıntı hastası olmanıza zemin hazırlıyor olabilir miyim?

9 Nisan 2012

GERİ